30 Ocak 2022

Yabancıların kaleminden 19. yüzyılda İstanbul – (III)

İstanbul'un bu sokak köpeği sürülerini kitaplarında anlatmayan yok. Batılıların kendi ülkelerinin güvenli sokaklarında gezdirdikleri köpeklerinden başka başıboş dolaşan köpek bilmedikleri için çok şaşırıyorlardı anlaşılan

GÖZLEMLER – 1

Hemşerilerinin İstanbul'da sürdükleri hayat içinde gündelik olan, alıştıkları, önem arz etmeyen, fark etmedikleri, dikkate almadıkları öyle şeyler var ki, 19. yüzyılda kente gelen yabancıların hemen hepsinde çarpıcı, değişik, bazen anlaşılmaz, bazen de akıl almaz izlenimler bırakmış. Anılarında, makalelerinde sanki söz birliği etmişcesine en çok dile getirdikleri ikisinden bahsedelim:

Hamallar

Her zaman deniz yoluyla ve yüzyılın son çeyreğinden itibaren de buna ilave olarak demiryoluyla kente gelenleri ilk şaşırtan şey İstanbul'un hamallarıdır. Limanda, açıkta demir atan gemilerdeki yolcuları karaya çıkarmak üzere yanaşan kayıklar hamallarıyla birlikte gelir, bunlar hızla merdivenleri çıkar ve yolcuların hazırlamış olduğu bagajlarına âdeta saldırırlardı. Kitabında Edmondo De Amicis şöyle anlatmış manzarayı:

"Geminin köprünün (Galata) biraz açığında durmasıyla bir anda etrafını bir kayıklar kalabalığı sarıverdi ve yukarı sürü halinde tırmanan Türkler, Rumlar, Ermeniler ve Yahudiler, vahşi bir İtalyancayla bağırarak, küfrederek mallarımıza el koydu. Başta karşı koymaya çalıştık ama boşuna olduğunu anlayıp teslim olduk. Ardından da bizi sahildeki gümrük binasına taşıyacak olan dört kürekli kayığa indik. Oradan dolambaçlı, dar sokakları tırmanarak Pera tepesinin zirvesindeki Bizans Oteline varacaktık."

Yabancıların en fazla hayret ettikleri konulardan biri İstanbul hamallarının taşıyabildikleri inanılmaz yüktür. Daha önce de Kırım Savaşı nedeniyle İstanbul'u görmüş olan İngiliz Tuğgeneral M. James Baker, bu defa bir seyyah olarak 1874'te deniz yoluyla İstanbul'a ulaşır. Onun da gemisine hamallar "hücum edecek", olayı, "Akıllıysanız hızla birisine kendinizi emanet ettiğinizde diğerleri kana doymuş sülükler gibi dökülüp sizi rahat bırakır," ifadesiyle yansıtacaktır. Ardından elbette bir kayık marifetiyle Galata rıhtımına çıkan Baker, özel eşyalarını gümrüğe, oradan da kendisine refakatle oteline kadar taşıyacak hamalı da şöyle anlatacaktır:

 "Eğer yolcunun iki çok ağır sandığı, bir büyük bavulu, bir tüfek çantası ve birkaç parça ıvır zıvırı varsa, tek bir hamal yeterlidir; ancak, normal bir İngiliz arabasını dolduracak kadar yükü varsa, iki adama ihtiyaç duyacaktır. Bu adamların taşıyabildiği yükler muazzam. Benim bir sürü çok ağır eşyaya ilaveten mühümmat taşıdığım büyük bir bavulum daha vardı ve iki kişinin bile Galata'nın dimdik sokaklarından bunlarla tırmanabileceğini sanmıyordum.

Buna rağmen, ben şaşkınlık içinde bakarken bunların hepsi birden tek bir kişinin sırtındaki ağır semere yüklendi. O an aklıma Hayvanlara Eziyetin Önlenmesi Derneği gelmişti ama hiç de gerekmediğini gördüm. Hamal, hepsine ilaveten elimdeki deri çantayı da kapıp, bu muazzam yükü hiç umursamadan çevik adımlarla fırladı gitti."

Avrupa'nın ünlü kadın piyanistlerinden biri olan Anna Grosse Rilke, kocası Dr. Julius Grosser'in Köln Gazetesinin yerleşik muhabiri olarak tayini üzerine 1888 yılında İstanbul'a gelecek ve "ikinci vatanım" diyeceği Osmanlı ülkesinde 30 yıl yaşayacaktı. Osmanlı sarayında müzik yapacak, oradaki entrikaları gözlemleyecek, gazetecilik kariyerine adım atacak, Kayzer Wilhelm'in ziyareti dahil İstanbul'daki büyük Alman cemaatinin yaşamını paylaşacak ve yansıtacak, Balkan Savaşı felaketzedeleri için çalışacak ve İstanbul'da günlük yaşam dahil her şeyi, ‘Avrupa Saraylarından Yıldız'a, İstanbul'da Bir Hoş Sada' başlığıyla 1937'de yayımladığı anılarında[1] şöyle özetlemiş hayatını:

"… şark beni otuz yıl alıkoyacaktı. Çekingen, hafif tertip ürkek, yaşı 35'e gelmiş bir kadın olarak yabancı bir ülkeye ayak basmaya hazırlanıyordum; saçları ağarmış bir ihtiyarken de orayı terk edecektim. Kendi isteğimle değil, binlerce memleketlim gibi bir sığınmacı olarak İstanbul'dan ayrılacaktım. Acı ve üzüntülerimin eksik olmadığı 30 güzel ve zorlu yıl; ama sevdiğim, değer verdiğim her şey ve kendimi kanıtlamak adına savaş verdiğim o yıllarda geliştim, kendi benliğimi buldum, olgunlaştım. O günlere dönüp baktığım zaman, başkasına değil de bana böyle bir yaşantıyı verdiği için yazgıma şükrediyorum."

Rilke, Sirkeci'deki İstanbul'un eski garına trenle ulaştıklarında, gündemimizdeki hamal konusuna değinerek diyor ki:

"Tren İstanbul garına girince, ellerimizdeki bavulları almak için itiş kakış trenin merdivenlerine saldıran hamalların kulakları sağır eden çığlıklarıyla karşılaştık. Sanki adamlar delirmiş gibiydiler, bavul taşıma karşılığında alacakları birkaç kuruş için itişip kakışıyorlardı, arada bir de ‘Efendim, bahşiş,' diye bağırıyorlardı."

Hazır Rilke'nin anı kitabındayken bir sonraki başlığımı da onunla açayım…

Köpekler

"… Kendimizi sağ salim bir faytona atmıştık ki, İstanbul'un sokak köpekleriyle ilk kez burun buruna geldim, aç hayvanlar bir anda arabamızın etrafını sarmışlardı. Öteden beri ıslah olmaz bir hayvanseverdim, birden içim acıdı, yolculuk için yanımıza aldığımız yiyeceklerden kalanları hemen hayvanların önüne attım. Keşke yapmasaydım! Çünkü arabamız hareket edince, bütün bir köpek sürüsü havlayarak peşimize takıldı. Caddenin bir köşesine gelince sürü birden durdu, bir başka sürünün önlerine çıktığını gördüm. Daha sonra bu köpeklerin kentin belli bölgelerini aralarında paylaştıklarını, bir sürünün kendi bölgesinin sınırından dışarı çıkmadığını öğrendim."

Sanırsınız Bayan Rilke günümüzde farklı çeteler ya da mafya grupları tarafından caddelerin, semtlerin, oralarda bulunan iş yerlerinden alınacak haraçlar için paylaşılmasını anlatıyor!

Rilke gibi bir hayvansever Avrupalı İstanbul sokak köpeklerine yiyecek dağıtıyor.

İstanbul'un bu sokak köpeği sürülerini kitaplarında anlatmayan yok. Batılıların kendi ülkelerinin güvenli sokaklarında gezdirdikleri köpeklerinden başka başıboş dolaşan köpek bilmedikleri için çok şaşırıyorlardı anlaşılan.

İlk kez genç bir Amerikan diplomatı olarak 1851'de İstanbul'a gelen Samuel S. Cox, sonradan Demokrat Parti siyasete atılmış, 1885'te Kongre'deki temsilciliğinden istifa etmesinin ardından bu defa ABD'nin Elçisi olarak[2] tekrar gelmişti. Cox, Osmanlı başkentinde ancak iki yıl görev yaparak ülkesine dönmesine rağmen, bu kısa dönemi çok hacimli bir kitaba dönüştürecektir. Orijinal adı "Bir diplomatın Türkiye'de Oyalanması" (Diversions of a Diplomat in Turkey)[3] olan bu kitap, diplomasiden çok İstanbul'un sosyal hayatına ve gündelik yaşamına dair ayrıntılı olağanüstü bir çalışmadır. Saraydan başlar ama harem, köleler, nazırlar, esnaf, arabacılar, çarşı pazar, giyim kuşam ve tabii ki meşhur sokak köpekleri baş roldedir. Dönemin İstanbul'unda kuduz vakasının çok istisnai olarak görüldüğünü vurgulayan Cox şöyle yazmış:

"… Yarım hektar başına 500 köpek düştüğünü söyleyebilirim. Gene de bu bazılarının zannettiği gibi bir abartı olmaz. Özellikle İstanbul'un eski Türk semtleri gibi halk tarafından bakılıp kollandıkları yerlerde bu köpekler sonbahar yaprakları kadar fazla."

ABD Meclisinde Temsilcisi olduğu New York'un
Tompkins Meydanı Parkındaki Samuel S. Cox heykeli

Sözü Sultan'ın "Hekimbaşı" olan Doktor Mavroyeni Paşanın Fransızca olarak kaleme aldığı "Konstantiniyye'nin Köpekleri: Törelerinin İncelenmesi" başlıklı bilimsel broşüre getiren Cox şöyle yazmış:

"Bu istikrarsız köpeklerden bahsederken, bunların özerkliğinden ve özgürlüğe sahip olduklarından; iradelerini kimseye zorla kabul ettirmek istemediklerinden, ama her birine kapasitesi doğrultusunda farklı hizmet ve işlevler verdiklerinden söz ediyor. Sanırım bu köpekler bir tür kamu hizmeti görüyorlar… Doktor (bunların) Hükümetlerini büyük Kuzey Amerika Cumhuriyetine benzer bir şekilde, konfederatif bir cumhuriyet olarak tanımlıyor. Bu köpekler karşılıklı yükümlülükler altında birleşiyorlar. Her bir bölüm kendi başına bağımsız hareket ediyor.

Bu köpekler yaşam alanlarında hakiki bir koloni elde etmiş durumdalar… öylesine kurnaz ve pohpohlayıcılar ki, çalışmaları, yurtseverlikleri ve hizmetleri bu köpeklerin, yaşadıkları mahalleleri soygunculara ve suçlulara karşı muhafızlar olarak kabul görmelerini sağlıyor… ücretli olan leşler ve çöpleri yalayıp yutarak dezenfekte ettikleri sokakları sıhhi hale getiriyorlar. Bunu belediyeden maaş almadan yapıyorlar; dolayısıyla ekonomik ve sıhhi bir polis işlevi görüyorlar."

Samuel S. Cox'un kitabında yer alan
"İstanbul'da bir köpek kavgası" gravürü

 

GÖZLEMLER haftaya devam edecek…


[1] Türkçe çevirisi: T. İş Bankası Kültür Yayınları, Şubat 2011, İstanbul.

[2] ABD 1831'den itibaren İstanbul'da elçilik (Légation)düzeyinde temsil edilmiş, ancak 1906'da Büyükelçiliğe yükseltilmiştir.

[3] Türkçeye "Bir Amerikan Diplomatının İstanbul Anıları" başlığıyla çevrilmiştir. T. İş Bankası Kültür Yayınları, Mayıs 2010, İstanbul.

Yazarın Diğer Yazıları

Bilgi tapınakları | Dünyanın en güzel kütüphaneleri (XXI): Milli Kütüphane

Daha 1963 yılında ikinci ilave bina yapılırken, bunun dahi ileride yeterli olmayacağı biliniyordu. O tarihlerde Türkiye artık planlı kalkınma dönemine girmişti. Ülkenin tek milli kütüphanesinin artık geniş bir alanda, geleceği de düşünerek yeterli büyüklükte olması planlanıyordu

Bilgi tapınakları: Dünyanın en güzel kütüphaneleri (XX): Türkiye topraklarında resmi kütüphaneler

Galiba artık kendi ülkemize uzanmanın zamanı geldi. Bu bölümde sizlere Türkiye'nin en büyük, en önemli ve elbette bana göre en güzel kütüphanelerini anlatacağım. Böylece bir bakıma ülkemizin resmi (devlet ya da ulusal) kütüphanecilik sürecini de yansıtmış olacağım