30 Mayıs 2021

Kahraman-Antikahraman (3)

Gerilere gidersek ve başka bir optikten bakarsak, pek çok eserde kahraman olarak değerlendirdiğimiz bazı başkişilerin, zaten aslında antikahraman nitelikleri taşıdığını görmekte pek zorlanmayız

Geçen haftaki yazımı bitirirken, 20. yüzyılda hızla yayılan özgürlük ve insan hakları anlayışından, ardından gelen 21. yüzyılda ise girilen Dördüncü Sanayi Devrimi döneminde değişen düzenden bahsetmiştim. Teknolojideki müthiş patlama insanlık için büyük imkânlar sunmakta ve daha da sunacak büyük olasılıkla. Gel gör ki, nalıncı keseri gibi her şeyi kendine yontan neo-kapitalizm tüm dünyayı ele geçirmiş durumda; siyasal ve sosyal düzen gün geçtikçe yolsuzluklarla, rüşvetle, suistimalle çürürken, adalet yok edilmekte, yaşama hakkı dahil tüm insan hakları ayaklar altına alınmakta.

Antikahraman kavramını ve zaman içinde ortaya çıkan yeni örneklerini inceleyen bir yazar özetle, "www." devriminden önce toplumun idealleştirdiği kişiler kendilerinden beklenen mükemmel davranışların dışına çıktıklarında bunları saklamak, halının altına süpürmek çok kolaydı... Ancak internetin parlak ışığında saklanacak yer kalkmadı. Gerçekler, hayranı olduğumuz siyasetçiler, şarkıcılar, sinema oyucularının günahları art arda ortalara döküldü... Fakat insanlar bu olumsuz gelişmeler karşısında bu kişilere hayranlıktan vazgeçeceklerine, onları olduğu gibi kabul edip daha beter bağlanıyorlar!"diyor.[1]

İnsanların kişisel olarak ya da hemcinsleriyle el ele vererek, dayanışma içinde, bu tür ünlülere karşı çıkması gerekirken, bazen işine geldiği, bazen suni olarak yaratılan cendere içinde korktuğu, bazı zamanlarda da beceremediği için (istisnalar kaideyi bozmaz!) bu kişiler hakkında, "Belki kuralları hiçe sayıyor, ama hedefine ulaşmak için doğru yolda gidiyor; başka çaresi kalmadığından öyle davranıyor!" gibi argümanlar ileri sürüyor. Farkında değil ama kafasında yarattığı aslında bir antikahraman!

Nerede, hangi yolla peki? Özellikle edebiyatta, görsel ve gösteri sanatlarında... Sonra bunların peşine takılıyor...

Kimisinden korkuyor, kimisinden nefret ediyor, kimisini seviyor, kimisini haklı buluyor, kimisini benimsiyor, kimisini yerine kendini koyuyor, kimisine gıpta ediyor, kimisine hayran oluyor!

Haydi o zaman, farklı antikahraman tanımlamalarını dikkate alarak, örneklerine göz atalım...

Edebiyatta antikahramanlar

Gerilere gidersek ve başka bir optikten bakarsak, pek çok eserde kahraman olarak değerlendirdiğimiz bazı başkişilerin, zaten aslında antikahraman nitelikleri taşıdığını görmekte pek zorlanmayız:

 


Faust - Doktor Frankenstein

19. yüzyıl başlarında yayımlanan Alman yazar Johann Wolfgang von Goethe'nin "Faust" eserinde başarı ve haz uğruna ruhunu şeytana satan doktorla, aynı dönemde yayımlanan İngiliz yazar Mary Shelley'nin "Doktor Frankenstein" eserinde dünyaya hükmedebilmek arzusuyla bir canavar yaratan doktor, benzer niteliklere sahip başkişiler olarak tanımlamalara uygun antikahramanlardır.

Bunları izleyen yıllarda İngiliz yazar Robert Louis Stevenson, "Jekyll & Mr. Hyde" eseriyle aynı çizgide yola çıkar. Antikahraman olan Dr. Jekyll; Mr. Hyde ise tipik bir hasımdır (antagonist).

19. yüzyılda devam ediyoruz. Çok sayıda edebiyat uzmanının modern romanın kurucusu olarak kabul ettiği ünlü Fransız yazar Gustave Flaubert'in eseri "Madame Bovary"nin başkişisi Emma Bovary, macera peşindeki hayalleriyle günlük burjuva yaşamının gerçeklerini bir türlü bağdaştıramayan bir kişiliğe sahiptir. Yaşadığı buhranlar sonucu intihara kadar giden, bilimsel tanımlamasıyla tam bir nevroz vakasıdır ve bu nitelikleriyle bir antikahramandır.

Beş kez Nobel Edebiyat Ödülüne, üç kez de Nobel Barış Ödülüne aday gösterilip, ne hikmetse hiçbirini kazanamayan dev Rus yazar Leo Tolstoy'un, pek çok edebiyat uzmanı tarafından gerçekçilik akımının doruğuna yerleştirilen "Anna Karenina", Emma Bovary'den hiç de farklı değildi. Tolstoy bu eserinde Rusya'nın ve Rusya'daki hayatın panoramasını olağanüstü bir güçle sunarken, romanın başkişisi olarak yarattığı Anna, yasak aşkıyla tüm kuralları altüst eden, İmparatorluk sosyetesini skandallara boğan, sonunda müthiş bir düş kırıklığı içinde bir trenin önüne atlayarak intihar eden mükemmel antikahramandır. Sizler de, romanda, sinemada, operada, balede, Anna'nın hayranı değil misiniz?


Anna Karenina rolünde Keira Knightley

Bu antikahramanın bizim edebiyat ortamımıza gelmesi kaçınılmazdı. Mutlaka Flaubert'in ve Tolstoy'un etkisiyle Halit Ziya Uşaklıgil'in kaleme aldığı unutulmaz eseri "Aşk-ı Memnu"nun Bihter'i olarak 1900 yılında geldi; bir geldi, pir geldi! Üstelik ne zaman ki Ay Yapım projesi TV dizisi olarak Kanal D'de yasak aşkın ikilisi antikahramanlar Beren Saat ve Kıvanç Tatlıtuğ boy gösterdi, tüm erkekler Bihter'e, tüm kadınlar Behlül'e âşık oldu.


Bihter ve Behlül

Geçen haftaki yazımda birbirinden çok farklı antikahraman tanımlamalarına yer vermiştim. Bunların arasında bir tür olarak, içinde yaşadığı toplumdan uzaklaşmış, kendi içine dönük, yabancılaşmış pek çok mağrur antikahraman olduğu da belirtmiştim. Biraz da bunlara bakalım mı?

Başı çeken Rus yazar İvan Gontçarov'un 1859 yılında yayımlanan romanı "Oblomov" Sürekli yeni projeler düşünen, ama tembelliğinden dolayı bir türlü bunları hayata geçiremeyen Rus soylusu Oblomov öylesine bir antikahramandır ki Oblomovluk, aşırı tembelliğin bir ifadesi olarak kullanılmaya başlanmıştır.

1938 yılına geldiğimizde, Fransız yazar Jean-Paul Sartre'ın ilk romanı yayımlanır: "Bulantı" (Nausea). Romanın başkişisi Antoine Roquentin, hayatta var olanın tesadüfi olarak meydana geldiği ve bu nedenle hiçbir anlam taşımadığını keşfeden, bu nedenle sıkıntılı, asosyal bir hayat yaşamayı seçen, tam tarifiyle bir antikahramandır. Sartre bu eserinde, sonradan çok geliştireceği varoluşçuluk felsefesinin ilk adımlarını atmaktadır.

Sartre olur da onun önceleri yakın arkadaşı ama sonra düşmanı haline gelecek Albert Camus olmaz mı gündemimizde? Onun 1942'de yayımlanan "Yabancı" (L'Étranger) romanının başkişisi, hiç düşünmeden antikahraman damgasını hak eden, umursamazlığı ile öne çıkan Mersault' Camus, insanlık halinin saçmalığından bahsetmektedir. Çünkü insan kendine bile yabancıdır. Mersault der ki: "Annem öldü bugün. Belki de dün, bilmiyorum. Evden bir telgraf geldi: ‘Annen öldü. Cenaze yarın. Saygılarımla.' Hiç bir şey ifade etmiyor. Belki de dündü."

Yıllar içinde pek çoğu daha önümüze gelmiştir bu antikahramanların, ama bizdeki örneklerine geçmeden birini daha gündeme getirmek isterim: Rus asıllı Amerikalı yazar Vladimir Nabokov'un "Lolita" romanının başkişisi Humbert Humbert. Yıl 1955'ti, önce İngilizce olarak basılan bu kitabın komik takma isimli başkişisi, orta yaşlarda, hiçbir özel niteliği olmayan bir edebiyat profesörüydü. Lolita adını taktığı 12 yaşında bir kıza âşık olan bir pedofil. "...onu soymak, vücutlarımızın birbirini hissetmesinden başka hiç bir şey istemiyorum!" diyen ve sonunda kızın birlikte olduğu başka bir adamı kıskançlığı sonucu öldüren, tam bir antikahraman.


1999 yapımı "Lolita" filminde Dominique Swain

Gelelim bizimkilere

Kafamdaki ağaçkakan, "Yeter ama, çok uzattın!" diye gagalayıp duruyor, bu nedenle sadece üç örnekle yetineceğim...

Ahmet Midhat Efendi'nin 1876 yılında yayımlanan, içinde barındırdığı müthiş hicivle sosyolojik bir eleştiri niteliği taşıyan "Felatun Bey ile Rakım Efendi" romanındaki antikahraman, zengin bir ailenin mirasyedisi, savurgan, müsrif ve miskin Felatun Bey'dir. Babası tarafından ayarlanmış bir resmi dairede (Kalem) güya çalışmaktadır ama usulen cuma günleri Beyoğlu'nu gezer; cumartesi günleri yorgundur, dinlenir; pazar günleri daha kalabalık olduğu için tekrar Beyoğlu'nu arşınlar; bu durumda pazartesi yine dinlenmesi gerekir elbette; salı günleri işe gitmeye niyetlenir, fakat hava çok güzeldir, tam gezi havasıdır. Çarşamba günleri mecburen, en azından ne olup bittiğini öğrenmek için kaleme gider de, bunu telafi etmek üzere bu defa geceyi geç saatlere kadar eğlence salonlarında geçirecek, haydi bakalım bu durumda perşembe günleri dinlenmek kaçınılmaz olacaktır.

Bir başyapıt: "Anayurt Oteli". Yusuf Atılgan'ın 1973 yılında yayımlanan romanındaki Zebercet muhteşem bir antikahraman Hayatı, kâtibi olduğu otelin içinde geçen, dış dünyadan kopuk, tek bir gece otelde konaklayan bir kadına tutulup hayaliyle seks yapan ve zaman içinde tam bir ruh hastasına dönüşen Zebercet'in cinayet ve intiharla gelen sonu.

"
Anayurt Oteli"nin ilk baskısı - Bilgi Yayınevi

Tek Nobel Ödüllü yazarımız Orhan Pamuk'un 2008'de yayımlanan (biraz gereksiz uzun olsa da) büyük eseri "Masumiyet Müzesi"nin Kemal'i, postmodern edebiyatımızda başı çeken antikahramanlardan biridir.


Orhan Pamuk kendi yarattığı Masumiyet Müzesi'nde

"Hayatımın en mutlu anıymış, bilmiyordum," cümlesiyle başlayan, "Herkes bilsin, çok mutlu bir hayat yaşadım!" cümlesiyle biten, ancak başından sonuna sapıklık derecesine ulaşan tutkusu -biriktiriciliği dahil!-, aşk acısı, özlemi, kıskançlığı ve bundan kaynaklanan öfkesi, "bazan"[2] huzur, "bazan" huzursuzluğu ve sonundaki tarifi zor mutluluğuyla tam bir arıza antikahraman bana sorarsanız.

* * *

Haftaya antikahramanlarımızla tiyatrodayız, müzikaldeyiz, sinemadayız, TV dizilerindeyiz. Beklerim...


  • [1] Garrett, Stephen, Antikahramanın Yükselişi, http://www.characterseven.com/CharacterSeven/media/PDF/Motivation/The-Rise-of-the-Anti-Hero.pdf
  • [2] Orhan Pamuk'un kullandığı şekliyle.

Yazarın Diğer Yazıları

Bilgi tapınakları | Dünyanın en güzel kütüphaneleri (XXI): Milli Kütüphane

Daha 1963 yılında ikinci ilave bina yapılırken, bunun dahi ileride yeterli olmayacağı biliniyordu. O tarihlerde Türkiye artık planlı kalkınma dönemine girmişti. Ülkenin tek milli kütüphanesinin artık geniş bir alanda, geleceği de düşünerek yeterli büyüklükte olması planlanıyordu

Bilgi tapınakları: Dünyanın en güzel kütüphaneleri (XX): Türkiye topraklarında resmi kütüphaneler

Galiba artık kendi ülkemize uzanmanın zamanı geldi. Bu bölümde sizlere Türkiye'nin en büyük, en önemli ve elbette bana göre en güzel kütüphanelerini anlatacağım. Böylece bir bakıma ülkemizin resmi (devlet ya da ulusal) kütüphanecilik sürecini de yansıtmış olacağım