31 Temmuz 2022

İstanbul Sefarethaneleri (XIII) | Sefaret saraylarına son noktayı koyarken: Fossati kardeşler

Yeni bina için seçilen yer hemen Ayasofya Camisinin karşısındaki eski cephane binası ve saray arazisi, binanın tasarımı için seçilen mimar ise Gaspare Fossati'dir. Fossati'ye, "Her yerden görülsün" talimatı verilmiştir, o da tutar Neo-Rönesans tarzında, saray üslubunda, üç katlı devasa bir kitle tasarlar. 1854 yılı geldiğinde inşaatı kısmen tamamlanan bina, patlayan Kırım Harbinde yaralanan Fransız askerlerine hastane olarak tahsis edilir. İnşaat ağır aksak devam eder, fakat tamamlanması 1865 yılını bulacaktır

1) Fossatiler Konstantiniyye'de

Sadece sefaret saraylarının değil, Konstantiniyye'nin mimarisine derin bir damga vuracak olan Fossati kardeşlerin Payitahtla ilk tanışmalarının, Ağabey Gaspare Fossati'nin, 1837 yılında, Çar I. Nikolay Pavloviç tarafından Rus İmparatorluğunun ihtişamını yansıtacak yeni Rus Sefaret Sarayının tasarlanması amacıyla görevlendirip gönderilmesiyle başladığını daha önce belirtmiştim. Gaspare (1809-1883) ve kardeşi Giuseppe (1822-1891) İsviçre'nin İtalyanca konuşan, Alp dağlarının yüksek kayalıklarının arasında bulunan Ticino bölgesinde doğmuşlardı. Her ikisi ilkokul ve ortaokulu Venedik'te bitirmeleri ardından Milano'daki Brera Akademisinde mimarlık eğitimi almıştı.

Mezuniyet sonrası Gaspare, Roma ve Rönesans mimarisi üzerine araştırmalar yapacak, İtalya'da bazı önemli arkeolojik kazılara katılacaktı. Sonra anlaşılan iyi bir mimari piyasası olduğunu duymuş olmalı ki 1833'de St. Petersburg'un yolunu tutup orada çalışan çok sayıda İtalyan mimar arasına katılacak, hepi topu üç yıl içinde tasarımlarıyla ünlenecek ve 1836'da "Saray Mimarı" unvanını kazanacaktı. Konstantiniyye'ye gönderilmesi hemen bunun akabindedir. Gaspare bir gelir, pir gelir! Kardeşini de peşinden getirmesiyle 1837-1858 yılları arasında Konstantiniyye'yi mesken tutan kardeşlerin, birlikte ya da ayrı ayrı tasarladıkları 50'den fazla yapının pek çoğu bugün sapasağlam ayakta.

Yine Rus İmparatorluğu Sefaret Sarayı hakkındaki yazımda bahsettiğim üzere, Gaspare Konstantiniyye'ye peşi sıra sadece çaylak mimar kardeşi Giuseppe'yi değil, aynı zamanda kayınpederi mimar Alessanro Rusca, eniştesi ressam-dekoratör Antonia Fornari ve ressam Scotti'yi de getirmiş, kurdukları büroya İstanbul'da yerleşik Levanten - İtalyan mimarları da alarak böyle büyük sayıda esere imza atabilmişlerdir. Bu sayıya ulaşmalarındaki en önemli etken ise hiç kuşkusuz Osmanlı'nın Tanzimat dönemine rast gelmeleri ve ülkenin, sistemin modernleşmesi, çağa ayak uydurması peşinde koşan Sultan Abdülmecid'in tahtta, Mustafa Reşid Paşa'nın da önce Hariciye Nezareti sonra da Sadaret koltuğunda oturuyor olmasıdır.

Gaspare Fossati

2) Bab-ı Serasker Hastanesinden başlayarak

Nitekim Mustafa Reşit Paşa 3 Kasım 1839'da Tanzimat Fermanını okurken Pera'daki Rus Sefaret Sarayı'nın yapımı çoktan başlamıştı. Olanı biteni yakından izleyen ve Gaspare Fossati'nin geçmişini de öğrenen Paşanın, ilk defa devletin bir projesini gerçekleştirmek üzere 1841'de mimarı davet edip iş vermesi Fossatiler'in hayatındaki dönüm noktası olacaktı. Söz konusu bina o zaman Beyazıt'taki Seraskerlik Makamı arazisi üzerinde, Makama bağlı olarak inşa edilmesi istenen Bab-ı Serasker Hastanesiydi.

Fossati kardeşlerin tasarladığı ve iki yılda yapımı tamamlanan bina İstanbul'da tuğla yığma tekniğiyle inşa edilen ilk yapıdır. Ahşap yapılara alışmış kentte bu çok dikkat çekici bir olaydı elbette. Yıllar geçtikçe Fossatilerin bu eseri elden ele dolaşıp pek çok amaca hizmet edecekti:

- Bab-ı Serasker (sonradan Harbiye Nezareti) Hastanesi (1841-1908)
- Bekir Ağa Bölüğü/Hapishanesi (1908-1923)
- İstanbul Darülfünunu Tıp Mektebi (1923-1933)
- İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi (1933-1980)
- İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi (1980 – günümüz) ... Şu binadan bahsediyorum:

İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi

Fossatiler bu arada yine devletin Eminönü'ndeki Liman İskelesi Karakol Binası işini çıkaracakları gibi Galata'da Katolik İtalyanlar için (etrafındaki yapılaşma nedeniyle bugün çok zor görülen) San Pietro (Peter) Kilisesini de yapacaktı. Bunların ardından gelen Bab-ı Âli Arz Odası (1844) ve Şişli'de Papa'nın temsilcisi tarafından ısmarlanıp gerçekleştirilen Saint Esprit Kilisesini bir kenara koyup büyük bir eser olan Sultanahmet'teki 1846 tarihli Darülfünun binasına gelelim.

3) Darülfünun

Tanzimat dönemidir ve eskilerle yeniler, yani gelenekçi Osmanlı eğitimcileri ile Avrupa'da öğrenim görmüş, yenilikçi denebilecek, kısmen de olsa "aydınlanmış" eğitimciler, nasıl olduysa kafa kafaya verip ülkede öğrenim-eğitim düzeyini yükseltecek bir reform girişiminde uzlaşırlar. 21 Temmuz 1846'da yayımlanan bildiri, Osmanlıca'da "bilim dalı" anlamına gelen "fen" kelimesinden hareketle, onun çoğulu olan "fünun"u kullanarak, "Darülfünun"un, yani "Fenler evi"nin kurulacağını müjdelemektedir: Medreseler dışında yeni kurulacak yüksek öğretim kurumu "Darülfünun","mâlûmat (bilgi) ve hüsn-i ahlâkça (güzel ahlak) mükemmel olmak isteyen ve bütün ilim ve fenleri okumaya hevesli veya devlet dairelerinde çalışmak isteyen herkese gerekli bilgileri sağlayacak bir kurum" olacak; "Payitaht'ın uygun bir yerinde bu amaçla yeni bir bina inşa edilecek"tir.

Yeni bina için seçilen yer hemen Ayasofya Camisinin karşısındaki eski cephane binası ve saray arazisi, binanın tasarımı için seçilen mimar ise Gaspare Fossati'dir. Fossati'ye, "Her yerden görülsün" talimatı verilmiştir, o da tutar Neo-Rönesans tarzında, saray üslubunda, üç katlı devasa bir kitle tasarlar. 1854 yılı geldiğinde inşaatı kısmen tamamlanan bina, patlayan Kırım Harbinde yaralanan Fransız askerlerine hastane olarak tahsis edilir. İnşaat ağır aksak devam eder, fakat tamamlanması 1865 yılını bulacaktır.

1863'te daha inşaat tamamlanmadan, dönemin Sadrazamı Keçecizâde Fuad Paşa, bitmiş olan bazı odalarının hazırlanarak halka açık konferanslarla öğretimin başlatılmasını ister ve 13 Ocak 1863'te kimyager Derviş Paşa, fizik-kimya nedir, elektrik nedir konularındaki ilk dersini verir. Halk ve bürokratların merakla odaları doldurmasıyla, fizik, kimya, tabiat bilgisi, tarih, coğrafya konularında verilen konferanslar iki yıl devam eder. Eder de ne hikmetse, Mart 1865'te inşaat tamamlandığında Darülfünun için fazla büyük (!) olduğu söylenerek bina Maliye Nezaretine verilir.


Ayasofya karşısındaki Darülfünun binası hava fotoğrafı.

Sonraki yıllarda adı Darülfünun-ı Şahane, daha sonra da Darülfünun-ı Osmani olarak değiştirilen Darülfunun ne oldu, öğretime nasıl devam etti, bu yazının konusu değil. Söylenecek söz binayla ilgili:

Bina bir süre sonra Maliye'nin de elinden alınarak Adliye Evkaf Nezareti'ne verilir.

1876'da Anayasa'nın ilanı ertesi gerçekleştirilen seçimler sonrası 1877'de Osmanlı Devleti'nin ilk Mebusan ve Ayan Meclisleri bu binada açılır ve büyük tören salonu Meclis-i Mebusan toplantı salonu haline getirilir.

II. Abdülhamid'in Anayasayı rafa kaldırıp Meclisi kapatması sonrasında bina 30 yıl boş kalır.

1908'de Meşrutiyet'in ilanı üzerine onarımı yapılarak yeni Meclis-i Mebûsan'a tahsis edilir. 17 Aralık 1908 günü ilk toplantısıyla açılan Meclis 1912'ye kadar faaliyetlerine bu binada devam eder.

Cumhuriyet'in ilanından sonra İstanbul Adliye binası olarak kullanılan yapı, 3-4 Aralık 1933 gecesi yanar, biter, kül olur!

En iyisi biz dönelim Fossatiler'e... Bir yandan devletin binalarını tasarlarken, bir yandan da aldıkları özel siparişlerle ileri gelen Osmanlı bürokratları ve İstanbul'un zengin Levanten ailelerinin konaklarını tasarladıklarını bir not olarak kaydetmeliyim.

Fossatiler, 1846'da Hazine-i Evrak binası ile Mekteb-i Sanayi binası çalışmalarını tamamlayacak, 1847'de ise Sultan Abdülmecid tarafından Ayasofya'nın restorasyonu için görevlendirileceklerdir.

4) Ayasofya'nın restorasyonu

Muazzam bir iştir bu ve 800 işçi ve ustanın çalışmasıyla iki yılda ancak tamamlanacaktır. Bu çalışmada bir yandan kubbeler demir çemberlere alınıp çatlakları onarılırken, tarihte iz bırakacak en büyük olay, Fatih Sultan Mehmed zamanında camiye dönüştürülürken kapatılmış olan Ayasofya'nın mozaiklerinin üstlerindeki alçıların ustalıkla temizlenip, bu müthiş sanat eserlerinin ortaya çıkarılması olmuştur.

Bunlara ilaveten Fossatiler caminin mihrabı ve mimberini onaracak, fakat aynı zamanda mevcut Hünkâr Mahfilini[1] yıkarak, farklı bir noktada, kuzeydoğu apsisindeki kemerin altına denk gelen bir noktada Gaspare'nin tasarladığı yeni bir mahfil yaratacaktır. Duvara dayalı çıkma üzerinde, Bizans stili beş sütun üzerine yerleştirilmiş olan altıgen bir bölüm ve yine sütunlar üzerinde taşınan koridordan oluşan mahfilin alt kısmında bulunan korkuluk, Osmanlı Rococo stili denebilecek nefis mermer ajurludur. Bunun üstüne ise Padişaha mahremiyet sağlamak üzere altın yaldızlı ahşap bir kafes oturtulmuştur. Aynı zamanda mahfile ulaşan koridorun diğer ucunda, dikdörtgen planlı bir salon ve küçük bir odadan oluşan Kasr-ı Hümayun yaratılmış, caminin dışında da bir muvakkithane[2] inşa edilmiştir.

Ayasofya Hünkâr Mahfili

Ayasofya restorasyonunun Avrupa'da büyük ilgiyle izlendiğini tahmin edebilirsiniz. Nitekim bütün çalışmayı yansıtan bir kitap kısa zaman sonra, 1852'de İngiltere'de basılacaktır.[3]

Ayasofya restorasyonu hakkında son bir not:

Ayasofya'yı herhangi bir tarihte ziyaret edecek olursanız, batı yönündeki ana kapıdan girdiğinizde, İmparator Kapısı olarak bilinen büyük kapının sağ tarafındaki duvara bir göz atın lütfen. Orada yuvarlak bir plakaya mozaikle işlenmiş Sultan Abdülmecid'in tuğrasını göreceksiniz. Gaspare Fossati'nin Ayasofya'nın onarımı sırasında dökülen mozaik tanelerini toplatıp, İtalyan mozaik sanatçısı Lanzoni'ye yaptırdığı bu eserin dünyada eşi benzeri yoktur. Lanzoni, yuvarlak plak üzerine, altın tanelerinden kaplanmış bir zemin içine, renkli mozaik taneleri kullanarak bu tuğrayı işlemiş. O zaman yapılmış da bir yere asılmamış olsa gerek ki, çok çok sonraları Topkapı Sarayı Müzesi deposunda bulunmuş ve şimdiki yerine asılmıştır.

Şimdiye kadar ele almadığım Fossatiler tasarımlı sefaret sarayları gelecek ve son yazıda...


[1] Hünkâr Mahfili, Selatin Camilerinde Padişahların güvenlik içinde ibadet etmeleri için inşa edilmiş özel mekânlardır.

[2] Muvakkithane: Camilerin yanında kurulan ve güneşin hareketlerine göre namaz saatlerini ayarlamak işi ile uğraşılan yer.

[3] G. Fossati, "Aya Sofia Constantinople as recently restored by order

of H.M. Sultan Abdul – Medjid" From the original drawings by

Chevalier Gaspard Fossati, Lithographed by Lewis Haghe, Esq.,London 1852.

Şefik Onat kimdir?

Şefik Onat, TED Ankara Koleji ve Londra Hendon Grammar School’da lise eğitiminin ardından A. Ü. Siyasal Bilgiler Fakültesinden mezun olmuştur. 1966 – 1982 yılları arasında Dışişleri Bakanlığı mensubu diplomat olarak Bakanlıktaki görevlerinin dışında OECD İktisadi İşbirliği ve Kalkınma Teşkilatı (Paris), Jakarta ve Islamabad T.C. Büyükelçilikleri, Birleşmiş Milletler Daimi Temsilciliğinde (New York) görev yapmıştır. 

1982 – 1983 yıllarında Başbakanlık/Devlet Bakanlığı Özel Danışmanlığında bulunduktan sonra devlet memuriyetinden ayrılmıştır.

1984 – 1995 yılları arasında özel sektörde üç farklı şirkette üst düzey yöneticilik hizmetini takiben, 1996’da TOKI tarafından gerçekleştirilen B.M. HABITAT II Konferansının Konferans Hizmetleri Koordinatörü olarak Türkiye tarihinde yapılan en büyük ve en kapsamlı uluslararası organizasyonun sorumluluğunu üstlenmiştir.

Bu konferansın ardından, 1997- 2010 yılları arasında, kendi kurduğu “ASİTANE Etkinlikler" firması eliyle, kamu kuruluşları ya da yerli ve yabancı Birlikler/Dernekler/Şirketlerin çeşitli ulusal ve uluslararası kongre, konferans, tanıtım, özel etkinlik, gösteri organizasyonlarını gerçekleştirmiştir.

Öte yandan, Mimar Prof. Suha Özkan’la birlikte, 2006 yılında tüm dünya mimarlarının çalışmalarını internet ortamında tam eşitlik ilkeleri kapsamında yayınlayabildikleri ve yarıştıkları “World Architecture Community"i kurmuştur.

2010 başından itibaren kendini tamamen emekli ederek eşiyle birlikte Bodrum’a yerleşmiş ve bütünüyle, her zaman özel merakı olan tiyatro ve tarihi roman alanlarında yazmaya yönelmiştir.

Tiyatro yazarı olarak, geçmiş yıllarda TRT’de “Radyo Tiyatrosu" ve “Arkası Yarın" programlarında, özgün + çeviri + uygulama niteliğinde 53 eseri yayınlanmıştır. Günümüze kadar sahne için 6 müzikal/müzikli oyun, 2 sahne oyunu, 5 film senaryosu yazan Onat’ın  ayrıca 3 oyun çevirisi vardır.

Yayımlanmış, editörlüğünü yaptığı 2 kitap ve bir tarihi roman dışında bir diğer tarihi roman ile diplomasi anılarının da yakında yayımlanması beklenmektedir. ONK Telif Ajansına bağlı bulunan Onat, T24 Haftalık ve EK Eleştiri Kültür Dergisi yazarları arasındadır.

1943 Ankara doğumlu, evli ve üç çocuk sahibidir. İngilizce ve Fransızca bilmektedir. İngiliz “British Council"ın lisanslı İngilizce hocasıdır.

Yazarın Diğer Yazıları

Bilgi tapınakları | Dünyanın en güzel kütüphaneleri (XXI): Milli Kütüphane

Daha 1963 yılında ikinci ilave bina yapılırken, bunun dahi ileride yeterli olmayacağı biliniyordu. O tarihlerde Türkiye artık planlı kalkınma dönemine girmişti. Ülkenin tek milli kütüphanesinin artık geniş bir alanda, geleceği de düşünerek yeterli büyüklükte olması planlanıyordu

Bilgi tapınakları: Dünyanın en güzel kütüphaneleri (XX): Türkiye topraklarında resmi kütüphaneler

Galiba artık kendi ülkemize uzanmanın zamanı geldi. Bu bölümde sizlere Türkiye'nin en büyük, en önemli ve elbette bana göre en güzel kütüphanelerini anlatacağım. Böylece bir bakıma ülkemizin resmi (devlet ya da ulusal) kütüphanecilik sürecini de yansıtmış olacağım