19 Haziran 2022

İstanbul sefarethaneleri (IX) | Rus İmparatorluğu, Sovyetler Birliği, Rusya Federasyonu: Dönen Rus çarkı İstanbul'a nasıl yansıdı?

Fossati baktı, bu arazi onun hayalleri için küçük. Üzerindeki postane ve eski kançılarya binasını yıktırdı, ama yetmedi. Araziyle Cadde-i Kebir arasında kalan dükkânlar da satın alındı, yıkıldı

Geçen hafta bahsettiğim gibi, hani Çar Hazretleri (o sıralarda I. Nikolay Pavloviç) parayı bastırmış, Rusya'dan araziye serilecek toprağı da göndermişti ya, Rus İmparatorluğunun ihtişamını yansıtacak yeni Rus Sefaret Sarayı'nın tasarımını da St. Petersburg'da "Saray Mimarı" unvanı verilmiş olan İsviçreli Gaspare Fossati'ye emanet etmişti. 1837'de Konstantiniyye'ye adımını atan bu adamın, bu yüce kentin mimarisinde de bir dönüm noktası oluşturacağı, kentin pek çok yapısına damgasını vuracağı kimin aklına gelirdi ki! (Demiştim ya, Fossati efsanesi ayrı bir yazı konusu olacak.)

Fossati baktı, bu arazi onun hayalleri için küçük. Üzerindeki postane ve eski kançılarya binasını yıktırdı, ama yetmedi. Araziyle Cadde-i Kebir arasında kalan dükkânlar da satın alındı, yıkıldı. "Oldu şimdi!" dedi Fossati ve neredeyse sekiz dönüme ulaşan bu araziye göre hazırladığı projeleri Eylül 1838'de tamamladı, onay aldı, inşaatı başlattı. Kolay iş değildi bu; Gaspare başta çiçeği burnunda mimar kardeşi Guiseppe, diğer kardeşi inşaat mühendisi Virgilio Fossati, kayınpederi mimar Alessanro Rusca, iç dekorasyon uzmanı eniştesi Antonio Fornari ile ressam Scotti'yi yanına çağırdı. Sefaret sarayında kullanılan hemen her türlü malzeme, başta Rusya olmak üzere Avrupa'nın neresinde en kalitelisi imal ediliyorda oradan getirtildi. Bahçeye bir de Ortodoks kilisesi oturtulmasıyla inşaatın tamamının 1845 içinde bitmesiyle 1845 Aralık ayı başında Rus İmparatorluğu Sefareti (Büyükelçiliği) olarak açıldı. Narmanlı Han'daki mekân artık Başkonsolosluk olarak hizmet vermeye devam edecekti. 

Söz konusu arazi ciddi meyilli olduğundan Fossati'nin binası Cadde-Kebir tarafında orta blok iki, yan bloklar üç katlıyken, denize bakan tarafı dört katlıdır. İhtişamlı mıdır? Bence değildir. Ön tarafı dengeli, uyumlu, sade, huzurlu bir duygu uyandırır bende, arka tarafı ise kale gibi, devasa, ürkütücü gelir gözüme. Elbette uzman olmayan, sadece mimariye meraklı bir gözlemcinin değerlendirmesi bu yazdıklarım. Rusya'ya önceleri hakim olan "Barok" ve "Rokoko"nun şatafatı bu binada terk edilmiş, "Neo-Klasik" bir eser ortaya konmuştur ve zamanın Rus Klasisizm akımının önemli örneklerinden biridir.

Rus İmparatorluğu Sefaret Sarayı (ön cehpe)
Rus İmparatorluğu Sefaret Sarayı (arka cehpe)

Arka cepheye bakınca, birbirine geçmeli olduğu anlaşılan iki ayrı blok gibi görünen bu dev kitle aslında kançılarya binası, davet salonları ve büyükelçinin ikametgâhı olmak üzere üç bölümden meydana gelmektedir.

Gelin şu ön cepheye birlikte bakalım. Yuvarlak kemerli üç giriş kapısından ortadakinin üstünde bir kanape mevcut. Birinci katı taşıyan Iyon başlıklı, duvara yapışık dört kolondan yandakiler kare, ortadakiler dairesel kesitli. Bunların üzerinde aynı hizada tüm binayı dolanan firizlere çelenkler ve aslan başları işlenmiş. Ortadaki üç pencerenin ve aynı şekilde binayı dolanan diğer pencerelerin üzerlerindeki alınlıklarda bulunan kurdeleli defne çiçekleri ise antik zamanlardan beri zaferin ve şanın simgesi.

Hepimizin bildiği gibi gelmiş geçmiş Rus yönetimleri mümkün oldukça her şeylerini kapalı, gizli tutmak eğiliminde olmuştur. Gerçi İstanbul'daki binaları zaman zaman müzayedeler, konserler, sergiler ve büyük davetler için kullanılır ve pek çok kişi yapının bazı iç mekânlarını görmüştür (bendeniz de o kişilerden biriyim). Fakat bunların dışında bu devasa binanın iç mekânların görsellerine hiçbir zaman ulaşamazsınız.[1] Bu nedenle aşağıdaki satırlar arasına koyacağım görseller hem yakın zamana ait hem de ne buldumsa o olacak. Sonuç olarak binayı kitaplardan, mimarlık tezleri ve araştırmalarından edindiğim bilgilerle biraz tanımlamaya çalışacağım.

Fossati'nin binası geniş hacimleri, birbirine geçen süslemeli salonlarıyla Milano Palazzo mimarisini etkilerini yansıtmaktadır. Aşağıdaki resimde göreceğiniz ikinci kata çıkmak için kullanılan anıtsal "Tören Merdiveni", 40 m. ve 60 m. uzunluktaki iki büyük bina kitlesinin ortasında yer almaktadır. Zemin kattan birici kata tek kollu olarak çıkan merdivenin ulaştığı mermer sahanlık aynalarla kaplıdır, sağ ve soluna Belveder Apollon'u ile Versay Diana'sı heykellerinin kopyaları yerleştirilmiştir. Merdivenin dökme demir korkulukları Ukrayna'nın (şimdilerde Rusların kontrolunda) Luhansk kentinin ünlü demir döküm fabrikalarında imal edilmiştir.

Tören Merdiveni

Bir üst kata iki kollu olarak ulaşan merdivenin üst kat sahanlığında ise Napolyon'un 1812'de felaketle sonuçlanan Rusya seferinin kahramanı Mareşal Mikhail Kutuzov'un bir heykeli bulunmaktadır. Bu vesileyle, bu subayın Osmanlıları da başından iki kez yara almasına rağmen Altıncı (1768-1774) ve Yedinci (1787-1792) savaşlarda yenilgiye uğratan komutan olduğunu, 1792'de savaş sonrasında Büyükelçi olarak tayin edildiği Konstantiniyye'de büyük saygı gördüğünü ve Sultan III. Selim'le yakın dostluk kurduğunu da not etmeliyim.

Çarlık döneminde binanın en şatafatlı mekânı olan, Çar ve Çariçenin resimlerinin asılı olduğu, Odessalı ustaların elinden çıkma harika mobilyalarla döşenmiş ve muazzam bir mavi Fransız yapımı halının bulunduğu Mavi Salon günümüzde eski ihtişamını kaybetmiştir; sadece mobilyaların bazıları bugüne kalmıştır.

İkinci Dünya Savaşı sonunda Almanya’nın kayıtsız şartsız Sovyetler Birliğine teslim olduğu ve Zafer Bayramı olarak ilan edilen 9 Mayıs günü kutlaması vesilesiyle Mavi Salonda açılan sergi.

Yan taraftaki Aynalı Salon ya da Yılbaşı Salonu olarak adlandırılan salon ise şimdilerde binanın en önemli mekânıdır. Büyük davetler, kutlamalar için bu salon kullanılmaktadır.

Aynalı Salon / Yılbaşı Salonu

Binanın Boğaziçi tarafındaki bahçesi boyunca uzanmakta olan salon, yüksek camlı kapılarla Iyonik kolonlu, camekânla kapatılmış bir kış galerisine açılmaktadır. Muhteşem manzaralı bu galerinin duvarlarında ise Rusya'yı Osmanlı döneminde Konstantiniyye'de temsil eden büyükelçilerin portreleri asılıdır.

Rusya Federasyonu İstanbul Başkonsolosu Andrey Buravov bir Türk gazeteciyle Kış Galerisinde

Bahsettiklerimin dışında bu devasa binada Mavi Yemek Salonu, Kırmızı Kabul Salonu, Tiyatro Salonu[2] ve elbette pek çok başka oda ve salon bulunmasına rağmen anlatılması gereken bir tane daha var ki o da Petersburg Salonu olarak adlandırılanı. Bu adın verilmesinin nedeni de tavanın zamanın başkenti St. Petersburg'dan manzaralar, gravürler, önemli anıtların resimleriyle bezenmiş olması. Salonun yapıldığından bugüne oda müziği konserleri ve çeşitli gösteriler için kullanıldığı anlaşılıyor.

Petersburg Salonunda bir etkinlik (Doğru fotoğraf mı emin değilim!)

Bu yazıyı yakında yayımlanmasını umut ettiğim "Casuslar İni İstanbul" başlıklı belgesel romanımda yer alan bir anekdotla bitirmek hoş olur diye düşündüm.

"24 Şubat 1942 çok soğuk, insanın ciğerlerine işleyen Ankara sabahında Almanya Büyükelçisi Franz von Papen, Atatürk Bulvarı üstündeki ikametgâhından çıkmış, eşi Martha ile kalın paltolarının yakaları kalkık, yün atkıları boyunlarına dolanmış, eldivenli elleri paltolarının ceplerinde, kolkola Büyükelçilik Kançılaryasına doğru yürüyorlardı. Bayan von Papen'in başında kulaklarını da örten yün örgü bir bere vardı. Von Papen'in ise her zamanki gri renkli, kıvrık kenarlı Homburg türü fötr şapkası kafasını koruyordu.

... Yol boyu geniş bahçeler içinde sıralanmış çeşitli büyükelçilik binalarının önlerinden ve en son İtalya Büyükelçiliğinin önünden geçmiş, birkaç adım daha atmışlardı ki, genç bir adam yolun karşı tarafından hızla çaprazlamasına geçerek kendilerine yaklaştı. Sırtında irice bir çanta vardı. Oldukça yaklaşmıştı ki… Müthiş bir infilakla sarsıldı ortalık. Etraftaki bütün binaların pencereleri zangır zangır sallanmış, pek çoğunun camları kırılmıştı.

Von Papen çifti havalanmış, sonra yere yapışmışlardı. Etrafları toz, duman içindeydi ama, hayret, ikisi de hafif yaraların dışında hayattaydı. Büyükelçi doğrulmaya çalışan karısına, "Olduğun yerde kal! Kımıldama!" diye bağırdı. Bir mayına basmış olabileceklerini düşünmüştü.

... Birisi muhtemelen von Papen'i öldürmek için bir bomba patlatmış, ama kendisi parçalanmıştı.

... Başka Cumhurbaşkanı İsmet İnönü olmak üzere herkes çileden çıkmıştı. Hükümet, Milli Emniyet Hizmeti Reisliği, Emniyet Genel Müdürlüğü, Genelkurmay Başkanlığı yetkilileri, herkes, herkes… Kim bu haltı yediyse Türklerin tahammül sınırını aşmıştı. Yazılı olmayan ama herkesin bildiği temel kural ihlal edilmişti: ‘Türkiye topraklarında olay çıkarmamak, birbirleriyle çatışmamak, kan dökmemek, Türkiye aleyhine çalışmamak, Türk mevzuatına uymak şartıyla hangi ülkenin olursa olsun istihbarat faaliyetlerine göz yumulur.' Türk Emniyetinin gözü, kulağı hepsinin üstündeydi zaten!

... Başbakan Refik Saydam yaptığı resmi açıklamada, sonuçları ne olursa olsun olayın mutlaka aydınlatılacağını, Türkiye Cumhuriyeti topraklarının asla politik tiyatro sahnesine çevrilmesine izin verilmeyeceğini ifade etti. Verilmedi nitekim!"

Romanın ilerleyen sayfalarında, Türk makamlarına iltica talebiyle başvuran bir Sovyet istihbarat görevlisi vasıtasıyla  bu suikast girişiminde Sovyetler Birliğinin parmağı olduğu anlaşılacaktır. Suikastı planlayan üç Sovyet görevlisinden biri yurt dışına kaçar (Bu adam Leon Trotsky'nin Meksika'da katlini organize eden kişidir), ikincisi kaçarken yakalanır, Ankara'dki Sovyet Büyükelçiliğinde arşiv memuru kisvesi altında çalışan George Pavlov adlı üçüncüsü ise İstanbul'a kaçarak yazımda anlattığım, artık Sovyetler Birliği İstanbul Başkonsolosluğu olarak kullanılan İstaklal Caddesi üzerindeki eski Rus Sefaret Sarayına sığınır.

"Ankara'dan alınan talimat üzerine İstiklal Caddesi trafiğe kapatılmış, Soyvet Başkoasolosluğu sarılmış, dört polis otosu diklemesine, burunları bina yönüne çevrilmiş, yanyana sıralanmıştı... Hükümet için diplomatik dokunulmazlık bir yana atılmış, her şey göze alınmış, gerekirse binanın topa tutmaktan çekinilmeyeceği ilan edilmişti... Nitekim Başkonsolosluk kapısında genç Sovyet diplomatı Haydar Aliyev aracılığıyla yapılan görüşmelerden bir sonuç alınamayınca iki tank getirilip caddede konuşlanacak, namlularını binaya yönlendirecekti.

... Sovyet Büyükelçisi Venigradov beyanat üstüne beyanat veriyor, bunun bir Alman komplosu olduğunu, amacın iki dost ülke olan Türkiye ile Sovyetler Birliği'nin arasını açmak olduğunu söylüyordu. Dışişlerine gidip yakalanan iki Sovyet'in serbest bırakılmasını talep ederken Bakana, "Suçsuz olduklarını size namusum üzerine garanti veririm," dediğinde Saracoğlu, "Benim size inancım tamdır Ekselans ama maalesef yargıçlar için geçersiz bu sözleriniz," diye cevaplamıştı onu."

Bu kritik olay Sovyetler'in Türk hükümetini isteklerine boyun eğip George Pavlov'u teslim etmeleriyle sonuçlanacaktır.

Günümüzde Rusya Federasyonu İstanbul Başkonsolosluğu ön cephesi

[1] Ankara'daki Rusya Federasyonu Büyükelçiliğinde "Basın Sözcüsü" olarak görev yapan Irina Kasimova'nın yazdığı ve TUSCON tarafından 2012'de yayımlanan "İstanbul'da Bir Rus Sarayı" eserini ele geçiremedim ve aynı başlıkla Onur Barış ve Mahir Boztepe yönetmenliğinde çekilen bir saatlik belgesel filmi de seyredemedim ne yazık ki! Kendilerini tanıyan varsa bana filmin bir DVD'sini göndermelerini isterse çok makbule geçer.

[2] Gerçek bir tiyatro salonu değildir; sadece salon boyunca uzanan frizler üzerinde dökme demir tiyatro maskları bulunmasından böyle adlandırılmıştır.

Yazarın Diğer Yazıları

Bilgi tapınakları: Dünyanın en güzel kütüphaneleri (XVIII)

Kremsmünster Manastırı Kütüphanesi ve Admont Manastırı Kütüphanesi...

Bilgi tapınakları: Dünyanın en güzel kütüphaneleri (XVII) | Avusturya Ulusal Kütüphanesi

Orta Çağlara uzanırsak, kütüphanenin kökeninin 1349-1395 yılları arasında yaşamış olan Avusturya Arşidükü II. Albert'in saray kasalarında muhafaza edilen kitapları çıkarttırıp bir kütüphaneye dönüştürmesinde yattığını anlıyoruz