09 Ekim 2022

Cumhuriyet'in yeni başkenti Ankara ve yabancı büyükelçilikler (VI) - Bu ne karışıklık!

Daha önceki bölümlerde Afganistan mı Sovyetler mi çelişkisine değinmiştim. İlerledikçe yenileri çıktı karşıma. Sırada aşağı yukarı aynı tarihlere rastlayan Polonya ve İran var

Bu yazı dizisinde yeni Türkiye Cumhuriyeti nezdinde (öncesinden başlayarak) temsil edilmek üzere İstanbul'dan kalkıp Ankara'ya gelen yabancı elçilik/büyükelçiliklerin hikâyelerini birer birer, kronolojik sıraya göre ele almaya çabalıyorum. "Çabalamak" ifadesini özellikle kullandım, çünkü emin olun devamlı karşılaştığım çelişkileri çözmek hiç de kolay bir iş değil.

Daha önceki bölümlerde Afganistan mı Sovyetler mi çelişkisine değinmiştim. İlerledikçe yenileri çıktı karşıma. Sırada aşağı yukarı aynı tarihlere rastlayan Polonya ve İran var. Her birinin geçmişini araştırmaya, irdelemeye kalkışınca yine farklı açıklamalar, kayıtlarla karşılaştım. Gerek yabancı temsilciliklerin kendi web sayfalarında ya da bizzat yayımladıkları kitaplarda gerek araştırmacı ve tarihçilerimizin tezlerinde, makalelerinde, kitaplarında bu kadar farklı tarihler, ifadeler nasıl yer alır, anlamak mümkün değil. Üstelik hepi topu son yüz yıllık geçmişten bahsediyoruz, beş yüz yıllık değil!

Ne demiştim daha önce? Bazı yabancı büyükelçilik binaları olarak yanlış binaların gösterilmesi bir sorundu, ileride de devam edebilir ama bu bina sorununu bir yana bırakırsak…

Bu yazı dizisinin II. Bölümünde, Ankara'ya yerleşik temsilci gönderen ilk devletin Afganistan olduğunu belirtmiş, derken sonradan bulduklarımla bunun yanlış bilgi olduğunu farketmiş, ilk ülkenin Ankara'ya ulaşıp güven mektubunu Kasım 1920'de Mustafa Kemal'e sunan Sovyet Elçisi Upmal-Angarsky olduğunu yazmıştım.

Bakın şimdi bizzat Ankara'daki Polonya Büyükelçiliği tarafından yayımlanan "Polonya Cumhuriyeti Ankara Büyükelçiliği'nin Tarihi" adlı kitabın (yazarı ve basım tarihi belirsiz) 12. sayfasında yer alan şu ifadeye:

"Polonya Cumhuriyeti'nin temsilcisi, Türkiye nezdinde akredite olan ilk yabancı diplomattı. Polonyalı gazetecilerin 1924'te yaptıkları Türkiye ziyaretine katılan Zdislaw Debicki'nin anlatımıyla:

"Bir büyük yabancı devletin ilk sefiri, Angora'da kültürel konforlardan mahrum bir yaşantıyı kabullenip buraya gelme kararı alan, Polonya Cumhuriyeti'nin Sefiri Sayın Roman Knoll, Ankara'ya 25 Haziran 1924 tarihinde gelmişti."

Şimdiye kadar tarihlerini de vererek Sovyetler dedik, Afganistan dedik ve hatta bunlara kronolojik olarak, aşağıda anlatacağım şekilde, İran'ı da eklemek durumundayız. Polonya Büyükelçiliği kitabındaki ifadeye gel de şaşma!

Devam ediyorum… Bir başka çalışmada şöyle bir anlatıya rastladım: Lozan Konferansı sırasında kentte bulanan İsmet Paşa başkanlığındaki Türk heyetinin, Konferansın dışında ayrıca Polonya temsilcileri ile de 18 Mayıs 1923'ten itibaren müzakereler yürütmüş ve bunların başarıyla tamamlanmasıyla, "23 Temmuz 1923 günü Lozan'daki Polonya heyeti ikametgâhında bir araya gelen Türk ve Polonyalı yetkililer dostluk, ticaret ve yerleşim anlaşmalarını imzalamıştır. Böylece Türkiye ile Polonya arasında ilk resmi ilişkiler tesis edilirken Türkiye ile dostluk antlaşması imzalayan ilk Avrupa ülkesi de Polonya olmuştur."[1]

Ne denir ki şimdi buna? Bu dizinin II. Bölümünde belirttiğim gibi Afganistan ile "Dostluk ve İşbirliği Antlaşması" 1 Mart 1921'de Moskova'da imzalanmıştı. Bunun hemen ardından da Sovyetlerle "Dostluk ve Kardeşlik Antlaşması"nın 16 Mart 1921'de yine Moskova'da imzalandığını III. Bölümde dile getirmiştim. Tek bir mantıki izahı olabilir ki bu da pek makbul sayılmaz bence: Afganistan zaten Asya ülkesidir, geçelim, anlaşılan akademisyen yazarımızın gözünde Rusya da Avrupa ülkesi sayılmayı hakketmiyor!

Eleştirilerimi daha fazla uzatmadan ben en iyisi asıl konuma döneyim… İran ve Polonya Büyükelçiliklerinin benim gözümde bir ortak yönü var. İkisi de Kavaklıdere'de, birbirine çok yakın ve benim anılarımı içeren "Hayat Akıp Giderken Geride Kalan Ayak İzleri" kitap dizimin "Ben Kimim?" başlıklı yayımlanmamış ilk cildinde Kavaklıdere Şarapları hikâyesi kapsamında yer verdiğim büyükelçilikler. O kitabımdan, henüz Ayşe Abla İlkokulunun 1 ve 2. sınıfındayken yaşadıklarımla ilgili bir alıntı:

"Okuldaki öğrenciler bazı bazı pikniğe götürülürdü. Nereye bilir misiniz?

"O zamanlar Kavaklıdere'nin hem deresi hem de kavakları vardı. Dere, ‘Seğmenler Parkı' diye bildiğiniz, üzüm bağlarıyla kaplı vadinin içinden, kavakların arasından akar, Polonya Büyükelçiliği bahçesini yalayarak ‘Kuğulu Park'a, oradan da devamla Tunus Caddesi–Kennedy Caddesi–Atatürk Bulvarının buluştuğu alandaki ‘Su Deposu'na ulaşırdı. Hani günümüzde Ankara Sanayi Odası ve Çankaya Belediyesi Çağdaş Sanatlar Merkezinin bulunduğu alandan bahsediyorum. O zamanlar Kennedy Caddesi yoktu elbette, dere değil ama bağlar yollarına devam ederdi, şimdilerde İş Bankası Başkent Şubesi ve İçişleri Bakanlığı Hukuk Hizmetleri Genel Müdürlüğü olan yüksek binanın arazisi de dahildi buna.

"Size koskoca bir toprak parçası çizeceğim: Tahran Caddesi-Billur Sokak–Boğaz Sokak–Şehit Ömer Haluk Sipahioğlu Sokak–Arjantin Caddesi ve İran Caddesi arasında kalan arazi. Yani bugün içinde HiltonSA otelinin de, Karum AVM'nin de, Sheraton Otelinin de bulunduğu alan. Bu çok büyük arazide zamanında Kavaklıdere Şarap Fabrikası ve onlara ait üzüm bağları yer almaktaydı. Bu bağların alt sınırından ise kavak ağaçları arasından sözünü ettiğim "Kavaklıdere" akmaktaydı. Biz çocuklar da bu dere kenarında, kavakların gölgesinde piknik yapıyorduk 1949-1952 yılları arası…

"… arazinin büyük bir kısmı, günümüzde Ankaralıların popüler caddesine adı verilmiş olan Tunalı Hilmi Beye aitti (caddenin daha önceki adı Özdemir'di)… Bolu temsilcisi olarak TBMM'ye katılan; Karadeniz Ereğlisi'ni işgale kalkışan Fransız birliklerine karşı direnişi örgütleyen; 1921 Anayasası hazırlıklarına katkıda bulunan; 1923'ten itibaren Zonguldak milletvekili olarak TBMM'de yer alan ve 1928'de vefat eden; pek çok kitabın yazarı, büyük hatip Tunalı Hilmi.

"1926 yılında Mustafa Kemal, Tunalı Hilmi'ye ait arazinin bir kısmını devlet adına satın aldırmış ve hızla olumlu yönde gelişen Türk-İran ilişkilerinin bir sembolü olarak yeni Büyükelçiliklerini inşa etmek üzere İran'a hediye edilmesini sağlamıştı. Günümüzde İran Büyükelçiliği bu arazi üzerinde yer almakta."

İran'ın Ankara'da temsili

Bir garip ülkedir İran! Dışişleri Bakanlığında Meslek Memuru olarak hizmet verdiğim yıllarda, önce CENTO'nun projeleri için çalışarak, sonraki yıllarda İran-Pakistan-Türkiye arasında kurulan ekonomik işbirliği örgütü (Ay pardon! Bugünlerde "örgüt" kelimesini kullanmak tehlikeli hale geldi. "Teşkilat" mı demeliydim acaba?) RCD'den sorumlu Şube Müdürü olarak ve en sonunda da İran Şahının gerçekleşmesine izin vermediği Türkiye-İran ortak projeleri sekretaryası olarak görev yaptığım yıllarda İran'a en az yirmi defa gitmiş, gerek ülkeyi gerek İranlıları çok yakından tanımıştım (Şimdiki rejim üzerinde konuşmak bile istemiyorum). Yani ne dediğimin farkındayım. Bakın şimdi:

Osmanlı dönemindeki inişli çıkışlı ilişkilerimizi geçelim. Kurtuluş Savaşının sürdüğü dönemde, Temmuz 1921'de, yeni İran Elçisi İstanbul'da Osmanlı Padişahına güven mektubunu sunar. Mart 1922'de ise Paris'teki İran Elçisi Ahmed Han, orada TBMM Hükümetinin temsilcisi olarak bulunan Ferit (Tek) Beyle temas kurarak, kendisinin yakında İran Elçisi olarak Ankara'ya geleceğini bildirir ve Mustafa Kemal Paşaya selamlarını yollar. Derken efendim, Ahmed Han daha Ankara'ya gelmeden, Mayıs 1922'de İran İstanbul'a yeni bir elçi atar! Hemen ardından ise, Haziran 1922'de, Ahmed Han değil de Mümtazüddevle[2] İsmail Han koca bir "İran Elçilik Kurulu"yla Ankara'ya gelir ve İran Elçisi olarak Mustafa Kemal'e güven mektubunu sunar. Anlaşılan Mustafa Kemal ve TBMM Hükümeti bu garip duruma rağmen en azından bir adım atılmış olduğunu düşünmüş olacak ki, durumu kabullenecek, karşılıklı hediye alış verişlerine girişilecektir.

Mümtazüddevle İsmail Han ve maiyetinin elçilik binası olarak nereyi kullandığı bilinmiyor maalesef, fakat diğer ilk elçilikler gibi Anafartalar Caddesi – Hacı Bayram Camisi civarında olduğu tahmin ediliyor.

Gün gelecek Kurtuluş Savaşı zaferle bitecektir. İran'dan kutlama mesajları ve hediyeler gelir; tabii ki karşılığı verilir. Bir de kutlama heyeti gelince, TBMM Hükümetinin ilk elçisi olarak Muhiddin (Akyüz) Paşa Şubat 1922'de Tahran'a gönderilir.

Ankara için işler tıkırında sanırsanız, yanılırsınız; İran bu! İstanbul'daki İran Büyükelçisi Mufahhamüddevle[3] İshak Han, Ağustos 1923'de Ankara'ya gelerek güven mektubunu sunmaya kalkar ama işe bakın ki önceden incelenen güven mektubunda İran ve Osmanlı Devleti arasındaki dostluk ilişkilerinden bahsedildiği ve "…Ümitvarım ki, Devlet-i Aliye canib-ı aliyesince" ifadesiyle Sefir-i Kebirlerinin (Büyükelçilerinin) kabulünün istendiği görülecektir.[4] İshak Han'a elbette gerekli cevabı zamanın Dışişleri Bakanı İsmet Paşa yazılı olarak verecek ve güven mektubu reddedilecektir! Dedim ya, İran bu! 

1923-1924'e evrilirken artık İran'da devletin kontrolu Başkomutan Rıza Han'a geçecek, Kaçar Hanedanına mensup Ahmed Şah tahttan indirilip sürgüne gönderilecek, Mustafa Kemal'e hayran olan Rıza Han, iki arada bir derede, ünlü Tabatabai Ailesine mensup Mohammad-Sadık Tabatabai'nin İran Elçisi olarak Ankara'ya gönderilmesini sağlayacaktır.

Rıza Han Mohammad-Sadık Tabatabai

Elbette bu defa güven mektubu doğru dürüst yazılmıştır; "Türkiye Reisicumhuru Gazi Mustafa Kemal Paşa Hazretleri"ne hitap etmekte, iki devletin ortak geçmişi, kardeşliği, dostluğu vurgulanmaktadır. Mustafa Kemal kabul konuşmasında aynı şekilde karşılık verecektir.

Rıza Han başladığını bitirmekte kararlıdır. Nitekim Nisan 1926'da Şahlık koltuğuna oturmasıyla İran'da Pehlevi Hanedanı dönemi başlar. Tarihi kayıtlar, Mustafa Kemal'in Rıza Han'a Cumhuriyeti kurmasını ve kendisinin de Cumhurbaşkanı olmasını tavsiye ettiğini gösteriyor. Fakat Rıza Han, o dönemde mollaların ayağa kalkabileceği endişeşiyle (Haksız mı adam!) Şahlığı tercih edecektir. Fakat her hal ve kârda iki lider arasındaki dostluk ilişkileri, ülkeler arasında da bir dönemin kapanıp, yepyeni bir dönemin başlamasına yol açacaktır.

 Mahmut Şevket (Esendal) ve Anılar Kitabı

Ankara'da Mohammad-Sadık Tabatabai, bu defa Rıza Şah Pehlevi adına Mustafa Kemal'e yeni bir güven mektubu sunarken, bir yıl önce Türkiye Cumhuriyetinin Tahran Elçisi olarak atanmış olan ünlü edebiyatçımız Mahmut Şevket (Esendal) de aynı şekilde Mustafa Kemal adına güven mektubunu Rıza Şah Pehlevi'ye sunmaktadır.

Bu gelişmeyi 22 Nisan 1926'da "Türkiye-İran Güvenlik ve Dostluk Antlaşması"nın imzalanması izleyecek, Mayıs 1927'de ise karşılıklı diplomatik ilişkilerin "Büyükelçilik" düzeyine çıkartılmasıyla Mohammad-Sadık Tabatabai üçüncü kez Mustafa Kemal'e güven mektubunu sunacaktır.

Bu arada, yukarıda belirttiğim gibi, Mustafa Kemal'in isteği üzerine, Ağustos 1926'da, Tunalı Hilmi Beyin arazisinden 12 dönümlük bir bölüm Maliye Bakanlığınca satın alınarak yeni Büyükelçilik binalarının yapımı için İran'a hibe edilecektir. Yeni inşaat zaman alacaktır elbette, bu dönemde İstanbul'daki İran Elçilik binası da muhafaza edilmektedir. Anladığım kadarıyla Büyükelçi Mohammad-Sadık Tabatabai, arada biraz rahatlamak için olsa gerek, İstanbul ve Ankara arasında gidip gelmektedir. Ta ki… Hikâyemizin devamı haftaya.


[1] Odabaşı, Hadiye Yılmaz; Türkiye-Polonya İlişkilerinin Tesisinde Başlıca Dış Dinamiklerin Fonksiyonu; Journal of Universal History Studies (JUHIS)• 2(2) • December• 2019 • pp. 308–316, Düzce.

[2] Mümtazüddevle: Mümtaz Devletlü

[3] Mufahhamüddevle: Saygın Devletlü

[4] Bu ifadeleri anlamakta zorluk çeken gençlerimize: "Devlet-i Aliye" yani "Yüce Devlet", Osmanlı Devletini ifade eder.

Şefik Onat kimdir?

Şefik Onat, TED Ankara Koleji ve Londra Hendon Grammar School'da lise eğitiminin ardından A. Ü. Siyasal Bilgiler Fakültesinden mezun olmuştur. 1966 – 1982 yılları arasında Dışişleri Bakanlığı mensubu diplomat olarak Bakanlıktaki görevlerinin dışında OECD İktisadi İşbirliği ve Kalkınma Teşkilatı (Paris), Jakarta ve Islamabad T.C. Büyükelçilikleri, Birleşmiş Milletler Daimi Temsilciliğinde (New York) görev yapmıştır. 

1982 – 1983 yıllarında Başbakanlık/Devlet Bakanlığı Özel Danışmanlığında bulunduktan sonra devlet memuriyetinden ayrılmıştır.

1984 – 1995 yılları arasında özel sektörde üç farklı şirkette üst düzey yöneticilik hizmetini takiben, 1996'da TOKI tarafından gerçekleştirilen B.M. HABITAT II Konferansının Konferans Hizmetleri Koordinatörü olarak Türkiye tarihinde yapılan en büyük ve en kapsamlı uluslararası organizasyonun sorumluluğunu üstlenmiştir.

Bu konferansın ardından, 1997- 2010 yılları arasında, kendi kurduğu "ASİTANE Etkinlikler" firması eliyle, kamu kuruluşları ya da yerli ve yabancı Birlikler/Dernekler/Şirketlerin çeşitli ulusal ve uluslararası kongre, konferans, tanıtım, özel etkinlik, gösteri organizasyonlarını gerçekleştirmiştir.

Öte yandan, Mimar Prof. Suha Özkan'la birlikte, 2006 yılında tüm dünya mimarlarının çalışmalarını internet ortamında tam eşitlik ilkeleri kapsamında yayınlayabildikleri ve yarıştıkları "World Architecture Community"i kurmuştur.

2010 başından itibaren kendini tamamen emekli ederek eşiyle birlikte Bodrum'a yerleşmiş ve bütünüyle, her zaman özel merakı olan tiyatro ve tarihi roman alanlarında yazmaya yönelmiştir.

Tiyatro yazarı olarak, geçmiş yıllarda TRT'de "Radyo Tiyatrosu" ve "Arkası Yarın" programlarında, özgün + çeviri + uygulama niteliğinde 53 eseri yayınlanmıştır. Günümüze kadar sahne için 6 müzikal/müzikli oyun, 2 sahne oyunu, 5 film senaryosu yazan Onat'ın ayrıca 3 oyun çevirisi vardır.

Yayımlanmış, editörlüğünü yaptığı 2 kitap ve bir tarihi roman dışında bir diğer tarihi roman ile diplomasi anılarının da yakında yayımlanması beklenmektedir. ONK Telif Ajansına bağlı bulunan Onat, T24 Haftalık ve EK Eleştiri Kültür Dergisi yazarları arasındadır.

1943 Ankara doğumlu, evli ve üç çocuk sahibidir. İngilizce ve Fransızca bilmektedir. İngiliz "British Council"ın lisanslı İngilizce hocasıdır.

 

Yazarın Diğer Yazıları

Yenilenen İstanbul’u adımlarken (1): İBB Miras ve Botter Apartmanı

“Botter Apartmanı” bir ilkler, yenilikler yumağı. İstanbul’un ilk moda evi ve ilk “Art Nouveau” örneği olmasının yanında Türkiye’de inşasında çelik konstrüksiyon kullanılan ilk apartman. Ayrıca kentte hem iş yeri hem konut olarak tasarlanan ilk bina

Renkler âlemi (7) | Son durak: Sarı

Sıcak, mutlu, neşeli bir renk sarı. Güven verir, dostluk aşılar, sevecendir. Böyle olunca merhameti, iyimserliği de beraberinde getirir. İç mekânların sarıya boyanması sıcak ve samimi bir hava yaratma amacı taşır. Aynı zamanda, verimliliği ve üretkenliği de olumlu olarak etkiler. Bu özelliği sayesinde, yaratıcı tarafı daha baskın olan kişilerin favori rengi sarıdır

Renkler Âlemi (6) | Mavi diyorduk...

Günümüzde dünyada ticareti 100 milyar dolardan fazla ve her ne kadar mavi kot pantolon denilince akla ilk Amerika gelse de en büyük üç üreticisi Hintli, dördüncüsü Japon, ardından gelen beşinci üretici ise Gaziantepli Sanko Grubu

"
"