Kendisiyle dalga geçebilen bir komedyen: Ellen Degeneres
Ellen, stand-up'ın minimal geleneklerine sadık kalarak, sadece mikrofonuyla sahneye çıkıyor
Ünlü komedyen Ellen DeGeneres, yeni şovu Relatable ile on beş senenin ardından yeniden stand-up için sahnede.
Bizim ülkedeki örnekleri ağızda kötü bir tat bıraktığından, gündüz kuşağı programlarına karşı amansız bir önyargı içinde olmamız normal karşılanabilir. Nefret, öfke, kavga, atar, hakaret, yürek sıkıştıran ilişkilere dair hayal gücümüzü zorlayan dramlar... Aslında günlük hayatımızın en sıradan anlarına bile sirayet edebilen memleket ve dünya ahvalinin garip bir yansıması gibi. (Hatta ta kendisi dahi diyebiliriz gönül rahatlığıyla.)-
Hal böyleyken bunun bir güzelleme yazısına doğru evrilmesine şaşmamalı. Zira Ellen DeGeneres’in gündüz talk-show’unda başardıkları, özellikle bu coğrafyadan bakan biri için neredeyse ütopik geliyor. Kendisi de benzer yollardan geçtiği için karşısındakinin kimliğine her yönüyle saygı duyan ve diğer insanların da bunu kabul edebilmesi adına uğraşan, fark yaratmayı önemseyen bir komedyenden bahsediyoruz. Programlarının kapanışını yaparken söylediği, artık bir mottosu haline gelmiş şu cümle ona dair pek çok şeyi özetlemeye yeterli: “Birbirinize iyi davranın!”
Şartlar değişse de hâlâ “içimizden biri”
2003’te başladığı The Ellen DeGeneres Show adlı gündüz kuşağı talk-show’unu, 2020’de bırakmayı düşündüğünün yavaş yavaş sinyallerini vermeye başlayan Ellen, bir taraftan da tam 15 sene sonra kariyerine başladığı yere, stand-up’a geri dönüyor. Geçtiğimiz hafta Netflix’te yayınlanan yeni gösterisi Relatable bu anlamda önemli. Yine de büyük prodüksiyonların göz boyadığı, şaşalı bir dönüş şovu beklemeyin; Ellen, stand-up’ın minimal geleneklerine sadık kalarak, sadece mikrofonuyla sahneye çıkıyor ve arada geçen on beş yılı kendine has esprileriyle yeniden hatırlayıp, hatırlatıyor.
Stand-up’a geri döneceğini söylediği bir arkadaşının, “Sence onca zaman sonra, insanlar kendilerini hâlâ seninle özdeşleştirebilecek mi” diye sorduğunu, şovunun adının da buradan geldiğini (“relatable” İngilizcede özdeşleştirilebilir anlamına geliyor) anlatarak başlıyor Ellen. Bu noktada kendiyle de dalga geçiyor: Evet, kişiliği ve komik yönleri aynı kalmış olabilir ama 15 sene içerisinde talk-show’u büyük reytingler yakalayan, Oscar ve Emmy gibi büyük törenlerin sunuculuğunu yapan, yine aynı törenlerde ödüller toplayan bir süperstara dönüştü artık. Hem, her ne kadar gösterisinde inceden esprisini yapsa da gerçekten kocaman bir evde (dediği gibi yürüyen merdiveni varsa şaşırmayız), onlarca çalışanla birlikte yaşadığı da bir gerçek. Bu şekilde bakınca, arkadaşının dediğine hak vermek gerek; insan kendini bunun neresiyle özdeşleştirebilir ki?!..
Eğlence dünyasını dönüştüren açıklama
Yine de tüm bunların kendisini hiç de değiştirmediğini kanıtlamak istercesine on beş sene öncesine, hatta daha da eskiye giderek; çoğu zaman tatlı, bazen de fazlasıyla sert deneyimlerini, gözlemlerini anlatmaya başlıyor. Kilit nokta ise eşcinsel olduğunu tüm dünyaya açıkladığı an.
“Ben lezbiyen olduğumu açıklayınca tüm Hollywood beni alkışlayacak; o zamana kadar eşcinsel olduğunu söylemekten çekinen tüm ünlüler birer birer peşimden gelecek diye düşünmüştüm. Ama tabii öyle olmadı” diye anlatıyor. Gerçekten de 1997 yılında Oprah Winfrey’in programında lezbiyen olduğunu söylediğinde gündemin tam ortasına düşüvermişti. O sıralarda devam eden, sit-com’undaki karakteri de eş zamanlı olarak benzer bir süreçten geçiyor ve hoşlandığı kadına lezbiyen olduğunu söylediğinde, dizide de ilk kez eşcinselliğini açıkça dile getiriyordu. The Puppy Episode adlı bu ünlü bölümde, karakterinin akıl danışmaya gittiği terapisti, yine en büyük destekçisi Oprah Winfrey canlandırıyordu.
Yıllar sonra Oprah ve dizide sevgilisini canlandıran Laura Dern, Ellen’ın şovunda bir araya geliyor:
Aktif bir LGBTİ+ savunucusu
Sonrasındaki üç yıl boyunca işsiz kaldığını ve kendisine bir talk-show programı için teklif geldiğinde çok sevindiğini söyleyerek o dönemi, dalgasını geçerek hatırlatıyor izleyenlere. “Programın yapımcısı, kelimesi kelimesine aktarıyorum, ‘Kimse bir lezbiyeni gündüz vakti izlemek istemez’ demişti” diyor. Burada kendisinin de izleyicinin de gülebilmesinin tek sebebi, sonrasındaki on beş yıl boyunca Ellen’ın başardıklarıyla bu yapımcıya (ve muhtemelen onun gibi pek çoklarına) ağzının payını vermiş olduğunu bilmek...
Çoğu ünlü oyuncu malum sebeplerden ötürü eşcinsellikleri konusunda sessiz kalmayı tercih ediyor. Tam da Ellen’ın yaşadıklarına benzer bir şekilde, projelerde yer alamamaktan, dışlanmaktan ve o zamana dek elde ettiklerini kaybetmekten korktukları için... Ellen ise, yakınlarının kendisini defalarca uyarmasına rağmen, sonuçlarını göze alarak bu kararı verdiğini, hayatta hayalini kurduğu pek çok şeyi elde etmiş olmasına rağmen bir tarafını gizlemek zorunda olduğu için kendini hep mutsuz hissettiğini açıklıyor. Özellikle popüler kültürün merkezinde olan birinin bu söyledikleri, kendisiyle benzer yollardan geçeceklere rol model, tüm LGBTİ+’lara da destek olmak açısından ayrıca önemli. Zaten kendisi de bunu bildiğinden programında LGBTİ+ haklarını savunuculuğuna dair her daim aktif bir rol üstlendi.
Eğlence dünyasının dinamiklerini çok iyi bildiği için, kendi formüllerini genel geçer kuralların yerine saydırmayı başardı Ellen. Relatable’da her ne kadar programın ona yüklediği rollerden; sürekli güler yüzlü olmaktan ve en olmadık anlarda (mesela mamografi çekilirken bile) insanların yanına gelip o meşhur dansını yapmaya kendisini zorladıklarından yakınsa da The Ellen DeGeneres Show, onu tüm dünyaya tanıttı.
The Ellen DeGeneres Show 16. sezonunda final yapacak gibi gözüküyor ama 60 yaşındaki Ellen’ın emekliliğe ayrılmaya niyeti yok gibi. Stand-up sahnesinde veya karısı Portia DiRossi’nin kendisine doğum günü hediyesi olarak kurduğu The Ellen Fund ile nesli tükenen hayvanları korumanın peşinde, yine fark yaratmanın yollarını arayacak muhtemelen.
Bunların hepsi belki de bir tür pazarlama stratejisi olarak zorunluluktan sahipleniyor markalar tarafından ama bu "zorunluluk" bile büyük bir kazanım. Diet Prada gibi, moda bekçileri sayesinde...
Black Lives Matter hareketine destek olmak için dünya çapında sosyal medyada yapılan paylaşımlar, bir noktadan sonra hareketin eylemlerine köstek olmuş olabilir mi? Peki sadece "siyahiler değil, tüm hayatlar önemlidir" diyen "All Lives Matter" sloganındaki sorun nerede? Ya da "iyi niyetli" gibi gözüken ama içselleştirilmiş bir ırkçılığın bas bas bağırdığı paylaşımlarda anlaşılmayan ne? İnsanlık yine sosyal medyada ağır bir sınavdan geçiyor…
Durun ve "Annem-babam benim yaşımdayken neredeydiler, ne yapıyorlardı" diye düşünün. (Karantinada olmadıkları kesin, şimdilik o noktaya takılmayın, büyük resme bakın!) Onların sizin yaşlarınızdayken olduğu noktaya varmak, 10 yıllık planlarınız içerisinde bile kendine pek yer edinememişse, bu yazıda bazı ortak dertlerde buluşacağız demektir.