24 Haziran seçim sonuçları muhalefet partilerinin iç çekişmeleri ile birleşince toplumun yarısında büyük bir umutsuzluk ve düş kırıklığı yarattı. Seçim kampanyası sırasında muhalefetin güçlü bir performans sergilemesine karşın iktidar cephesinin düşük performansı, topluma söyleyecek bir şeyi olmaması, kendini tüketmiş bir iktidar görüntüsü vermesi beklentileri yükseltmişti. Seçim sonrasındaki düş kırıklığı ve umutsuzluk biraz da bu beklentilerin gerçekleşmemesinden kaynaklanıyor. Umutsuzluk, karamsarlık genelde mevcut sisteme karşı güvensizlik, siyasete yabancılaşma, sandığa gitmeme olarak dışarıya yansıyor. Oysa umutsuzluk, karamsarlık yeni bir motivasyona yol açabilir. Sisteme karşı duyulan güvensizliği, yabancılaşmayı, yeni radikal arayışlara yöneltebiliriz.
Ancak bunun için her şeyden önce insan onurunu, insan değerlerini koruyan bir demokrasi mücadelesini göze almak, bu konuda bir etik sorumluluğa sahip olmak gerekir. Ancak bu takdirde, kendi kendimize yabancılaşmayarak gerçek bir özne olabiliriz. Siyasete yeni bir yön verecek etik enerjiyi, tabandaki küçük halk gruplarında aramalıyız.
AKP iktidarı 16 yıl içinde, Türkiye’de tüm gücün tek bir elde toplandığı otoriter, baskıcı bir yapı inşa etti. Hukuk devleti, yargı bağımsızlığı yok edildi. Temel hak ve özgürlükler keyfi biçimde sınırlandı. Bütün bunlar anayasa değişiklikleriyle anayasal bir temele oturtuldu. Her otoriter-totaliter sistem gibi bu yapının dayandığı temel unsurlar korku ve şiddet ile iktidarın gerçeklerin üstünü örterek kendi gerçeklerini topluma kabul ettirmesi. Korku, muhalif sesleri sindirmeye, toplumu kontrol etmeye hizmet eder. Her insan elbette insan onuruna yaraşır, özgür biçimde var olmak ister. Korku, bireylerin bu insancıl değerlerden vazgeçip mevcut otoriter, baskıcı düzenle uyum içinde gündelik yaşamlarını sürdürmelerini sağlar.
Öte yandan kim olduğu belirsiz, hayali dış düşmanların yarattığı “beka”mıza yönelmiş, hayali tehditlerle boğuşuyoruz. Böyle bir gerçek dışı dünya yaratmak iktidara hem meşruiyet veriyor, hem de sorumluluktan kurtarıyor. Başımıza gelen tüm olumsuzlukların nedeni dış düşmanlar. Türkiye’de muhalefet de halka gerçeklerin söylendiği bir ortam yaratamıyor.
Bu otoriter, baskıcı yapıya karşı bir demokrasi mücadelesi yürütmenin iki yolu var. Birincisi, iktidarın inşa ettiği yapının içinde kalarak, sistemin dışına çıkmadan, içeriden yapıyı değiştirmeye çalışmak. Sistem izin verdiği ölçüde bir mücadele ortaya koymak, kurumları mücadele alanı olarak görüp onları değiştirmek, daha demokratik yapmak için çaba göstermek. Bu bağlamda TBMM en önemli mücadele alanı. TBMM’de sert bir muhalefet ortaya koymak gerekir..
İkinci seçenekse, bu otoriter yapıyı tümüyle reddetmek, sistemin dışına çıkmak, sistemin bir parçası olmamak. Siyaseti kamusal alanlara taşımak, bu kamusal alanlarda küçük halk topluluklarını harekete geçirmek, onları siyasetin öznesi yapmak. Bu seçenek de halkın kendi kurumlarını kurması öngörülmeli. Halk toplulukları arasında iletişim kurularak bir ağ örgütlenmesi yaratılmalı. Böylesine bir örgütlenme, sadece bir direniş ağı değil, aynı zamanda mevcut otoriter sistemin yerine geçecek yeni bir Türkiye’nin da yaratıcısı olmalı.
Mevcut koşullar altında, iktidarın tahakkümcü yapısı içinde kalarak bunu değiştirmeye çalışmak boşuna bir çaba. Bütün kurumların tek bir kişiye bağlandığı, kurumsal özerkliğin bulunmadığı bir ülkede kurumları dönüştürerek fren denge mekanizmalarını gerçekleştirmek olanaksız. Meclis içindeki mücadele küçümsenmemeli. Ama “Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi” ile işlevsizleştirilen, yetkileri Cumhurbaşkanı’na devredilmiş bir Meclis’te verilen mücadele ne ölçüde etkili olabilir? O nedenle mevcut sistemi terk ederek başka bir alternatif yapı inşa etmek gerekiyor. Meclis içindeki direniş de meclis dışındaki direnişe eklemlenir.
Böyle yeni bir hareketin başlaması yeni bir yurttaş bilincinin doğmasına bağlı. Bunun için halkta bir değişim isteği yaratılmalı. Bu amaçla insanlara yaşamlarında neyin eksik olduğunun farkına varmalarını sağlamak ve bu duruma mahkum olmadıklarını anlatmak gerekli. İnsanların seçim sonrasındaki umutsuzlukları, karamsarlıklarıyla, Türkiye’nin içinde bulunduğu derin ekonomik ve siyasal sorunlar birleşince yeni bir hareketi başlatmak, kitleleri siyasetin öznesi yapmak için uygun bir ortam doğuyor. Bu ortamı iyi kullanarak yeni birliktelikler kurmak gerekir.
Sistemin dışına çıkarak yeni bir demokratik yapı inşa etmek için yerel seçimler iyi bir fırsat. Bu fırsattan yararlanarak bazı il ve ilçelerde, siyasal partilerin adayları yanında “halkın adaylarını” çıkarmak yolunda bir hareket yaratılmalı. Bu yola gidilirse, adaylar ilçelerde yapılacak forumlarda katılımcı, demokratik bir yöntemle saptanır. Halkın desteğini alarak saptanan adayların kazanma şansı yüksek olur. Forumlar sivil toplum örgütlerince düzenlenir. Böyle bir potansiyelin mevcut olduğu ilçelerde sivil toplum örgütleri aralarında forumun yapılacağı yer ve saati kararlaştırırlar, halka ilan ederler. Forumda adaylar konuşur, projelerini halka anlatırlar, katılanlar içlerinden birini seçer. Bir kadın, bir erkek eş başkanlık da düşünülmeli. Halkın desteğine sahip “halkın adayları” bütün demokratik platformalarca desteklenir.
Bu yöntemlerle seçilen adaylar, birkaç yerde seçimi kazanırlarsa Türkiye bakımından büyük bir dönüşüm olur. Buralardaki katılımcı, çoğulcu yerel yönetimler, bütün Türkiye’ye örnek oluşturur, yeni bir Türkiye’yi inşa etmenin olanaklı olduğunu gösterir, yeni bir demokrasinin kapılarını açar, halka umut verir.
AKP iktidarının 16 yıldır inşa etmekte olduğu sistem tıkanmıştır. Başka bir sistemi düşünmenin ve uygulamanın zamanı gelmiştir. Bunun için büyük bir yurttaşlık hareketini başlatacak bir örgütlenmeye gereksinim var.