15 Şubat 2025

Trump ve Uluslararası Ceza Mahkemesi

Trump imzaladığı kararnameyle, Gazze’deki insanlığa karşı suç, savaş suçu ve büyük bir olasılıkla soykırım suçu işleyen İsraillilere cezasızlık getiriyor. Bu kişileri uluslararası hukukun uygulanmadığı bir hukuksuzluk alanına yerleştiriyor

Dünyada sayıları giderek artan popülist otoriter liderlerin ortak bir özelliği insanlığın uzun mücadelelerle elde ettiği kazanımları yok saymaları. Naomi Klein’in dediği gibi, “dünyayı kendi şiddet öykülerini yazacakları boş bir sayfa olarak kabul etmeleri.”

Bunun bir örneğini geçen hafta ABD Başkanı Donald Trump verdi. Başkanlık kararnamesiyle Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM) yargıçlarına, çalışanlarına ve bunların ailelerine yaptırım uygulamasını yürürlüğe soktu. Kararname Başkan’a, UCM çalışanlarının ABD’deki mal varlıklarını dondurmak ve ABD’ye giriş yasağı koymak konularında geniş yetkiler veriyor. Bu yaptırımları Başkan, UCM çalışanlarının ABD ya da müttefiklerinin vatandaşlarıyla ilgili soruşturma açması ya da yargılaması durumunda uygulayacak.

Trump’ı bu kararnameyi imzalamaya yönelten bundan bir süre önce UCM’nin İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu ve Savunma Bakanı Yoav Gallant hakkında insanlığa karşı savaş suçları işledikleri gerekçesiyle çıkardığı tutuklama emri. Hamas Lideri Muhammed Deif hakkında da aynı gerekçelerle çıkarılan tutuklama emri var. Ama bundan hiç söz edilmiyor.

Trump’ın kararnamesi UCM’yi gayrimeşru ve hukuki temeli olmayan kararlar almakla, yetkilerini kötüye kullanmakla suçluyor. Trump’a göre UCM, çıkardığı tutuklama emriyle ABD vatandaşları ve askeri personeli bakımından tehlikeli bir emsal yaratıyor. UCM’nin tutumu ABD’nin egemenlik haklarını tehdit ediyor ve ABD Hükümeti’nin ve İsrail de dahil olmak üzere müttefiklerinin kritik ulusal güvenlik ve dış politika çalışmalarının altını kazıyor.

ABD’nin yaptırımlarının henüz hangi UCM görevlilerini kapsayacağı belli değil. Ancak UCM Savcısı Kerim Han’ın bunların başında geldiğini tahmin etmek güç değil.

Trump, UCM’ye ilk kez yaptırım uygulamıyor. 2020’de de bundan önceki Savcı Fatou Bensauda ve bir yardımcısına yaptırımlar uygulamıştı.

Trump’ın UCM’ye yaptırım kararnamesi uluslararası toplumda büyük bir tepkiye yol açtı. UCM’yi kuran Roma Statüsü’nün imzacısı 125 devletten 79’u Trump’ı eleştiren ortak bir bildiri yayımladılar. Bildiride yaptırımların en ciddi suçlara karşı cezasızlık riski oluşturduğu ve küresel düzen ve güvenlik bakımından yaşamsal öneme sahip hukuk devletinin temelini sarstığı ileri sürülüyor.

AB Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen, UCM’nin dünyanın her yerindeki suçtan zarar görenlerin sesi olduğunu ve küresel cezasızlığa karşı mücadelenin serbestçe sürdürülebilmesi gerektiğini vurguladı.

Uluslararası kuruluşlar, insan hakları örgütleri yanında birçok devlet ABD’nin tutumunu kınayan açıklamalar yaptılar.

Trump kararnamesinin yukardaki bölümlerinden de anlaşılıyor ki, Trump’ın kaygılarının ve UCM’ye yaptırım uygulamasının tek nedeni UCM’nin Natenyahu ve Yoav Gallant ile ilgili tutuklama kararları değil.

Trump tutuklama kararlarının ABD’nin çıkarlarına da zarar verdiğini düşünüyor. Trump’ın istediği UCM’nin hiçbir koşul altında, bir ABD vatandaşını insanlığa karşı suç işlemiş olsa bile yargılayamaması, onunla ilgili soruşturma açamaması.

Ancak UCM’nin Roma Statüsü’nde belirtilen yetkileri Trump’ın bu isteğini gerçekleştirmesine izin vermiyor. Roma Statüsü’ne göre, Sözleşme’de yazılı dört suçu (soykırım, insanlığa karşı suç, savaş suçu, saldırı suçu) işleyen kişilerin yargılanmasıyla ilgili olarak UCM şu üç duruşmada yetkili olur:

  1. M. Güvenlik Konseyi, B.M. Şartı’nın 7. Bölümü çerçevesinde yani barış ve güvenliğe karşı bir tehdidin var olduğu gerekçesiyle UCM’yi yetkili kılabilir. Bu yetkilendirme ABD bakımından bir tehdit oluşturmaz. Güvenlik Konseyi’nde veto yetkisine sahip olan ABD bu yönde bir kararın çıkmasını önleyebilir.
  2. UCM’ye taraf olan bir devletin vatandaşı tarafından suç işlenmesi ve vatandaşı olduğu devletin onu yargılamaması. Bu durumda ilgili devlet suç işleyen vatandaşını UCM’ye teslim etmekle yükümlüdür. Bu seçenek de ABD’yi rahatsız etmez. ABD Roma Statüsü’ne taraf değil. Olmaya da niyeti yok. Dolayısıyla suç işleyen vatandaşını UCM’ye teslim etme yükümlülüğü bulunmamakta.
  3. Suç, ABD gibi UCM’ye taraf olmayan bir ülkenin vatandaşı tarafından işlenmiş olsa bile, eğer suç UCM’ye taraf bir ülkede meydana gelmişse, UCM soruşturmaya ve yargılamaya yetkilidir. ABD’i rahatsız eden işte bu yetki kaynağı. Zaten Trump’ın ilk başkanlığı döneminde de UCM Başkanı’na yaptırım uygulamasının nedeni UCM’nin Roma Statüsü’ne taraf bir ülke olan Afganistan’daki ABD askerleri ve CIA mensupları hakkında Sözleşme’de yazılı suçlarla ilgili bir soruşturma başlatmasıydı.

İsrail de Roma Statüsü’nü imzalamadı. UCM’ye taraf değil. Ancak Filistin Devleti taraf. O nedenle Gazze’de Netanyahu ve Gallant’ın işledikleri suçlar bakımından UCM yetkili. İsrail’in UCM’nin yetkisini tanımamış olması, bu durumu değiştirmiyor. Bunun sonucu şu: Netanyahu ya da Gallant UCM’ye taraf bir ülkeye seyahat ettikleri takdirde o ülkenin devleti bu kişileri yakalayıp Lahey’e göndermek ve UCM’ye teslim etmekle yükümlü. Bu nedenledir ki UCM’nin hakkında tutuklama emri çıkardığı Putin, 2023 yılının ağustos ayında Güney Afrika’da yapılan BRICS zirve toplantısına katılmadı. Katılsaydı UCM’ye taraf olan Güney Afrika’nın Putin’i yakalayıp UCM’ye teslim etme yükümlülüğü doğacaktı.

UCM’nin kurulmasına yol açan Roma Statüsü’nün hazırlık toplantısında ABD, UCM’nin ülkesel yetkisini önlemek için çok çaba harcadı. Ancak ABD’nin bu konudaki önerisi 7 oya karşı 120 oyla reddedildi.

Trump, imzaladığı UCM Kararnamesi’yle kendi başına da iş açtığının ne denli farkında? Roma Statüsü’nün 70. Maddesi UCM’nin engellenmesini düzenliyor. Buna göre UCM görevlilerini engellemeye, sindirmeye, etkilemeye çalışmak ya da UCM görevlilerine yaptıkları işten dolayı misilleme uygulamak durumunda UCM bu suçlar bakımından yetkili oluyor. Yetkili olunca, UCM’ye taraf devletler, UCM’ye karşı suç işleyen bu kişileri kendi ülkelerine gelince yakalamak ve yargılanmak üzere UCM’ye teslim etmek yükümlülüğü altındalar. Başka bir deyişle Trump, UCM’ye taraf 125 devletten birine seyahat ederse, o devlet Trump’ı tutuklayıp UCM’ye teslim etmek zorunda. Roma Statüsü 27. maddeye göre devlet başkanlarına muafiyet tanınmamakta.

Trump imzaladığı kararnameyle, Gazze’deki insanlığa karşı suç, savaş suçu ve büyük bir olasılıkla soykırım suçu işleyen İsraillilere cezasızlık getiriyor. Bu kişileri uluslararası hukukun uygulanmadığı bir hukuksuzluk alanına yerleştiriyor. Oysa UCM’nin amacı uluslararası suçlar bakımından cezasızlığı önlemek. Roma Statüsü’nün başlangıç bölümünde UCM’nin amacı şöyle ifade edilir: “… uluslararası toplumu endişelendiren en ciddi suçların cezasız kalmaması… bu suçları işleyenlerin cezasızlığının sona erdirilmesi ve böylece bu suçların önlenmesine katkıda bulunmak.”

Bütün bunlar olup biterken Türkiye ne yaptı? Türkiye, Gazze’de İsrail’in işlediği insanlığa karşı son derece ciddi suçlara en büyük tepkiyi gösteren devletlerin başında geliyor. Böyle olunca bu suçları işleyenleri bir cezasızlık zırhı ile koruyan Trump’ın kararnamesine de tepki göstermesi gerekmez mi? Oysa böyle olmadı. İki İsrailli yöneticinin yargılanmasına yol açabilecek tutuklama emrini çıkaran UCM’ye yaptırım uygulamayı öngören Trump kararnamesiyle ilgili tek bir söz söylemedi. Türkiye, UCM’ye taraf olmayan devletler arasında. Ama burada söz konusu olan UCM’den çok İsrail ve Natenyahu Hükümeti’nin Gazze’de sivil halka yaptıkları. Halkı açlığa mahkûm etmekten, çocukları öldürmekten tutun hastanedeki yaralıları öldürmeye kadar uzanan çok ağır insanlığa karşı suçlar. Trump bu suçları işleyenleri koruyor. Peki Türkiye bu konuda ne düşünüyor? Türkiye de 79 devletle birlikte hareket edip Trump’ı kınayabilirdi. Ya da tek başına UCM’ye yaptırım kararnamesini doğru bulmadığını belirten bir açıklama yapabilirdi. Bunun için UCM’ye taraf olmak da gerekmez. Kaldı ki Roma Statüsü’nün 12/3 maddesi, Statü’ye taraf olmayan bir devletin sadece bir suçla ilgili olarak UCM’nin yetkisini kabul ettiğine ilişkin bir deklarasyonu yapmasına olanak veriyor. Türkiye böyle bir deklarasyonla Gazze’de işlenen suçlarla ilgili olarak UCM’nin yetkisini tanıyabilirdi.

Anlaşılan o ki iktidar, UCM’ye yaptırım uygulamasına karşı çıkarak Trump yönetimiyle ilişkilerinin olumsuz etkilenmesi riskini göze almak istemiyor.

UCM, 1945’teki Nuremberg yargılamasıyla başlayan bir çizginin, o yandan bu yana süren uzun çabaların sonucudur. Bu çizgi, insanlığa karşı suç işleyenlerin, savaş suçlularının, soykırım suçlularının, devlet başkanı bile olsa bir uluslararası mahkeme tarafından yargılanmasını ve cezalandırılmasını öngörmekte. Trump’ın UCM’ye yaptırım kararnamesi ise, insanlık tarihinin önemli bir noktası olan bu sistemde, büyük bir yara açmakta, sistemin kendisini tehlikeye atmakta.

Türkiye’nin bütün bu olup bitenler karşısındaki reel politik kaygılarından kaynaklanan sessizliği ise “diplomasi, hukukun üstünlüğü, adalet gibi evrensel normların, moral değerlerin anti-tezi midir?” sorusunun bir kere daha sormamıza yol açmakta. Evrensel hukuk normlarına dayanmayan, moral değerleri olmayan bir dış politikanın, kısa vadede gündelik gereksinmeleri karşılasa bile, uzun vadede ilkesizliğin yol açtığı çöküntüye uğrayacağını, savrulmaya, etkisiz kalmaya mahkum olduğunu tarihsel deneyimler göstermekte.

Rıza Türmen kimdir?

Türkiye'nin önde gelen insan hakları hukukçularından ve diplomatlarından olan Rıza Türmen İstanbul'da doğdu. İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi'ni bitirdi.

Kanada Montreal McGill Üniversitesi'nden hukuk yüksek lisansı, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi'nden Siyasal Bilimler doktorası aldı.

Avukatlık stajını yaptıktan sonra, 1966 yılında Dışişleri Bakanlığı'na girdi. Dışişleri Bakanlığı'nda çeşitli görevlerde bulundu.

1985'de Singapur'a ilk Türk Büyükelçisi olarak atandı.

1993 Birleşmiş Milletler Dünya İnsan Hakları Konferansı'nda ve AGİT, İnsani Boyut Toplantıları'nda Türk Heyeti Başkanlığı'nı yaptı.

1994'te İsviçre'ye Büyükelçi olarak atandı. 1996'da Türkiye'nin Avrupa Konseyi Daimi Temsilcisi oldu.

1998 yılında Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi tarafından Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi yargıçlığına seçildi. 2008 yılına kadar bu görevi sürdürdü.

2008'de Türkiye'ye döndükten sonra 10 yıl Milliyet gazetesinde köşe yazıları yazdı.

2011 seçimlerinde CHP İzmir Milletvekili olarak parlamentoya girdi. TBMM Adalet Komisyonu ile Anayasa Uzlaşma Komisyonu'nda görev yaptı.

2009 yılında Türkiye Barolar Birliği Yılın Hukukçusu Ödülü, Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Basın Özgürlüğü Ödülü, Orta Doğu Teknik Üniversitesi Üstün Hizmet Ödülü, 2010 yılında Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği'nin Cumhuriyet Ödülü Rıza Türmen'e verildi.

İnsan Hakları ve hukuk konularında yerli ve yabancı dergilerde yayınlanmış çok sayıda makale ile kitap bölümleri kaleme aldı. "Güçsüzlerin Gücü-Türkiye'de İnsan Hakları", "Türkiye'de Demokrasi Arayışı" ve "Bir AİHM Yargıcının Not Defteri" adlı üç kitabı yayımlandı.

Halen demokrasi, insan hakları ve hukuk devleti alanlarında faaliyet gösteren sivil toplum kuruluşlarında çalışmalarını sürdüren Rıza Türmen, Türkiye Barolar Birliği İnsan Hakları Merkezi'nin eş sözcülüğünü yapıyor.

Sanata yakın ilgi duyan ve yaklaşık 40 yıldır çello (viyolonsel) çalan Rıza Türmen, T24'te 2013 yılından beri, ağırlıklı olarak temel haklar, insan hakları, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararları, genel hukuk ve politika konularında yazılar yazıyor.

 

 

Yazarın Diğer Yazıları

Türkiye’de ifade özgürlüğü

Demokrasiyle yönetilen ülkelerde siyasal iktidarlar, ifade özgürlüğünü, bunlar şok edici, incitici, eleştirel ifadeler olsa bile korur. Kendi kendini sınırlar. Demokrasiyle yönetilmeyen ülkelerde ise ifade özgürlüğü yasaklanır, baskılanır. Bu ülkelerde iktidarı asıl korkutan gerçeğin ortaya çıkmasıdır

Kürt sorununun barışçı çözümü

Sorunun çözümü için önce güven verici söylemlere, sonra da her düğümün teker teker ele alınarak çözülmesine ihtiyaç var. Bu da zaman, sabır ve soruna dar siyasal hesapların ötesinde, kalıcı bir barışı hedefleyen uzun vadeli bakış gerektiriyor

Hâkim ve Savcılar Kurulu için Venedik Komisyonu ne diyor?

Bugün AKP, bağımsız bir yargı ve bağımsız bir HSK istememektedir. Tersine siyasal muhaliflerini cezalandıran bağımlı bir yargı ve bunu gerçekleştirecek bağımlı bir HSK istemektedir. O nedenle de uluslararası hukuk çevrelerinin “yargıyı bağımsız yapın” istemlerine kulaklarını tıkamaktadır

"
"