30 Ekim 2024

Umut hakkı ve AİHM kararlarının uygulanması

Umut hakkının ya da şartlı salıverme hakkının bu iki kişiye tanınması kararların uygulanması bakımından hiçbir anlam taşımaz. Osman Kavala ve Selahattin Demirtaş kararlarının uygulanması için ikisinin de derhal serbest bırakılması gerekir

MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, 22 Ekim’de partisinin grup toplantısında yaptığı konuşmada şöyle dedi: “Terörist başının tecridi kaldırılırsa gelsin TBMM’de DEM Parti Grup Toplantısında konuşsun. Terörün tamamen bittiğini ve örgütün lağvedildiğini haykırsın. Bu dirayet ve kararlılığı gösterirse umut hakkının kullanılmasıyla ilgili olarak yasal düzenlemeleri ve bundan yararlandırılmasının önünü de ardına kadar açalım.”

Bahçeli’nin bu sözleri “umut hakkı” kavramının tartışılmasına yol açtı. Nedir umut hakkı? Bunu daha iyi anlamak için biraz geriye, Öcalan’ın Türkiye’de yargılanmasına gitmek gerekir.

Öcalan Türkiye’ye getirildikten sonra Devlet Güvenlik Mahkemesi’nde yargılandı ve Haziran 1999’da devletin birliğini bozmak suçundan idama mahkûm oldu. Öcalan 16 Şubat 1999’da AİHM’e başvurdu. Davaya bakan AİHM’in 1. Dairesi Kasım 1999’da ihtiyati tedbir kararı verdi. Kararda AİHM’in inceleyebilmesi için idam cezasının uygulanmaması öngörülüyordu. Sn. Bahçeli’nin de ortak olduğu Ecevit Hükümeti bu karara uydu ve kesinleşen mahkeme kararını TBMM’ye göndermedi. Dolayısıyla idam kararının uygulanması için gereken yasa çıkmadı ve cezanın uygulanması ertelendi.

AKP iktidarı Kasım 2003’te Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne 6 numaralı ek protokolü onayladı. Bu protokol savaş ya da savaş tehdidi dışında idam cezasını yasaklıyordu. Şubat 2006’da ise 15 numaralı ek protokolü onayladı. Bu protokol idam cezasına istisna tanımadan mutlak bir yasak getiriyordu.

Buna paralel olarak Türkiye, Anayasa ve yasalarında değişiklik yaptı. İdam cezası yerine ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası koydu. Anayasa’nın 38. maddesindeki “savaş, çok yakın savaş tehdidi ve terör suçları dışında ölüm cezası verilmez” ibaresi çıkarıldı. Yerine “ölüm cezası ve genel müsadere cezası verilemez” şeklinde bir madde konuldu.

Öcalan’ın mahkûm olduğu devletin birliğini ve bütünlüğünü bozma suçunun cezası da ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası olarak değiştirildi. Bütün bu gelişmelerde o sıralarda Türkiye’nin AB ile yürüttüğü tam üyelik görüşmelerinin büyük payı olduğu kuşkusuz.

İnfaz Yasası 107. maddeye göre ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına mahkûm edilmiş olanlar otuz yıl sonra koşullu salıvermeden yararlanabilirler. Ancak gene aynı yasanın 107/6 md. uyarınca devletin  güvenliğine ve anayasal düzene karşı işlenen suçlar nedeniyle ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına çarptırılanlar şartlı salıverilmeden yararlanamazlar. Yaşamlarının sonuna dek cezaevinde kalırlar. Salıverilme umutları olmadan. Öcalan bu gruba giriyor.

AİHM, bir gözden geçirme mekanizması olmadan, insanların hiçbir umut beslemeksizin yaşamları boyunca cezaevinde kalmaya mahkûm edilmelerini insanlık dışı muamele olarak gördü ve Sözleşme’nin işkence ve kötü muameleyi yasaklayan 3. maddesini ihlal ettiğine karar verdi. AİHM Öcalan ile ilgili 2014 yılında verdiği kararda bu sonuca ulaştı. Ama Öcalan davası tek değil. Aynı ihlal kararı Gurban/Türkiye ve başka davalar için de geçerli. Bütün bu davaların dayandığı ilkeler ise AİHM Büyük Dairesi’nin 9 Temmuz 2013 tarihli Vinter ve diğerleri/Birleşik Krallık kararından kaynaklanıyor.

Söz konusu kararlara baktığımızda AİHM’in yaşam boyu müebbet hapis cezası ile ilgili olarak şu ilkelere yer verdiğini görüyoruz:

Yaşam boyu hapis cezasının Sözleşme’nin 3. maddesine uygun olması için bir gözden geçirme mekanizması bulunması ve serbest bırakılma umudunun olması gerekir.

Hükümlülerin cezaevinde tutulmaları, cezalandırma, caydırma, halkın korunması ve suçlunun iyileştirilerek topluma kazandırılması gibi nedenlere dayanır. Yaşam boyu hapis cezasının verildiği durumlarda bu unsurlar arasındaki denge zaman içinde değişebilir. Bu unsurlardaki değişiklik bir gözden geçirme mekanizmasıyla değerlendirilmelidir.

Hükümlünün hiçbir serbest bırakılma umuduna sahip olmaması, cezaevinde gösterdiği iyi hali de anlamsız kılacaktır. Ayrıca gözden geçirme mekanizmasının bulunmadığı bir sistemde hükümlünün yaşam süresi uzadıkça, cezası da uzayacaktır.

Alman Anayasa Mahkemesi, devletin bir kişiyi, özgürlüğünü kazanma umudu olmadan yaşam boyu hapse mahkûm etmesini, Alman Anayasası’ndaki insanlık onuru ile bağdaşmadığı görüşündedir. AİHM aynı görüşün Sözleşme sistemi için de geçerli olduğunu kabul etmekte.

Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi’nin de yaşam boyu hapse mahkûm olanların şartlı salıvermeden yararlanabilmeleri hakkında birçok kararı var. 76(2) sayılı kararında ceza süresinin 8 ile 14 yıl sonra gözden geçirilmesi ve belirli aralıklarla gözden geçirmenin yenilenmesi öngörülmekte.

Benzer görüşleri İşkenceyi Önleme Komitesi raporlarında da bulmak olanağı var. Örneğin Komite’nin İsviçre raporunda bir kişiyi hiçbir serbest bırakılma umudu olmadan cezaevinde tutmanın insanlık dışı muamele olduğu belirtiliyor.

AİHM, Öcalan ile ilgili olarak verdiği 18 Mart 2014 tarihli kararında yukarda değinilen görüşler yanında, hükümetin hastalık ya da kocama gibi nedenlerle Cumhurbaşkanı’nın af yetkisine sahip olduğu yolundaki Hükümet’in savunmasını reddetti. Af yetkisinin “serbest bırakılma umudu” kavramı ile aynı olmadığını, serbest bırakılma umudunun bir infaz hukuku konusu olduğunu belirtti.

Aynı şekilde Hükümet’in TBMM’nin af kanunu çıkarma yetkisi bulunduğu görüşünü de kabul etmedi. Hükümet’in böyle bir af kanunu çıkarılması olasılığı bulunduğunu göstermediğini ileri sürdü.

AİHM kararını uygulamak için Türkiye’nin İnfaz Yasası’nda yaşam boyu hapis cezasına mahkûm olanların istisnasız olarak şartlı salıverilmeden yararlanabileceklerini belirten bir değişiklik yapmak gerekiyordu. Bu değişiklik sadece Öcalan kararının değil aynı nedenlerle ihlal kararı çıkan Gurban/Türkiye (2006) ve başka benzer kararlarının uygulanması bakımından da gerekliydi. Türkiye yasasında gereken değişikliği yapmadı ve kararları uygulamadı.

Bunun üzerine kararların uygulanmasından sorumlu olan Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi Türkiye’den yasaya bir gözden geçirme mekanizması koyması ve yaşam boyu hapis cezasına çarptırılanları şartlı salıverme olanağı vermesini talep eden kararlar kabul etmeye başladı.

Bakanlar Komitesi’nin bu konuda kabul ettiği son karar 19 Eylül 2024 tarihli. Bu kararda Bakanlar Komitesi söz konusu kararların uygulanması bakımından bir gelişme olmamasından “derin endişe” duyduğunu belirtiyor ve Türkiye’nin daha fazla gecikmeden kararları uygulamak için gereken önlemleri almasını istiyor. Ayrıca Türkiye’nin ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına çarptırılıp cezasında bir indirim yaptırılamayacak kişiler hakkında bilgi istiyor. Türkiye nedense bu bilgiyi vermek istemiyor. Kararda bu konunun yeniden 2025 Eylül toplantısında ele alınacağı belirtiliyor ve bir değişiklik olmamışsa bu endişeyi belirten kuvvetli bir karar (resolution) hazırlamak için sekreteryaya talimat veriyor. (Bakanlar Komitesi AİHM kararının uygulanması için karar kabul eder (decision) ancak kararların uygulanması gecikirse daha kuvvetli bir karar (resolution) kabul eder.)

AİHM ve Avrupa Konseyi’nde gelişmeler bu yönde ilerlerken Bahçeli’nin Öcalan’a umut hakkının tanınmasını öngören konuşması ortalığı karıştırdı. Öcalan’a umut hakkı tanınması için yapılacak düzenlemelerden doğal olarak aynı durumda olan bütün mahkumlar yararlanacak. Böylelikle Sn. Bahçeli, pek de hoşlanmadığı AİHM kararlarının uygulanmasına hizmet etmiş olacak. Bu konunun Bakanlar Komitesi’nde ele alındığı bundan sonraki toplantıda Türkiye Büyükelçisi göğsünü gere gere “Bu konuda bir gelişme var. İktidar ortağı partinin başkanı Öcalan’a umut hakkı verilmesini istedi.” diyebilecek.

Öcalan ve aynı durumda olanlara tanınacak “umut hakkını” devlete karşı işlenen suçlardan ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına çarptırılan Osman Kavala ve Selahattin Demirtaş’la karıştırmamak gerekir. Bir kere, Kavala ve Demirtaş’ın cezaevinde kaldıkları süre 30 yılın çok altında. İkincisi, bu iki kişiyle ilgili olarak AİHM, tutuklanmalarının hukuka aykırı olduğunu, suç işlediklerini gösteren hiçbir somut veri bulunmadığını, tutuklanmalarının siyasal nedenlere dayandığını belirterek Sözleşme’nin ihlal edildiğine karar vermiş ve derhal serbest bırakılmalarını talep etmişti. Dolayısıyla umut hakkının ya da şartlı salıverme hakkının bu iki kişiye tanınması kararların uygulanması bakımından hiçbir anlam taşımaz. Osman Kavala ve Selahattin Demirtaş kararlarının uygulanması için ikisinin de derhal serbest bırakılması gerekir.

Sn. Bahçeli acaba bu konuda da yardımcı olabilir mi?

Rıza Türmen kimdir?

Türkiye'nin önde gelen insan hakları hukukçularından ve diplomatlarından olan Rıza Türmen İstanbul'da doğdu. İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi'ni bitirdi.

Kanada Montreal McGill Üniversitesi'nden hukuk yüksek lisansı, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi'nden Siyasal Bilimler doktorası aldı.

Avukatlık stajını yaptıktan sonra, 1966 yılında Dışişleri Bakanlığı'na girdi. Dışişleri Bakanlığı'nda çeşitli görevlerde bulundu.

1985'de Singapur'a ilk Türk Büyükelçisi olarak atandı.

1993 Birleşmiş Milletler Dünya İnsan Hakları Konferansı'nda ve AGİT, İnsani Boyut Toplantıları'nda Türk Heyeti Başkanlığı'nı yaptı.

1994'te İsviçre'ye Büyükelçi olarak atandı. 1996'da Türkiye'nin Avrupa Konseyi Daimi Temsilcisi oldu.

1998 yılında Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi tarafından Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi yargıçlığına seçildi. 2008 yılına kadar bu görevi sürdürdü.

2008'de Türkiye'ye döndükten sonra 10 yıl Milliyet gazetesinde köşe yazıları yazdı.

2011 seçimlerinde CHP İzmir Milletvekili olarak parlamentoya girdi. TBMM Adalet Komisyonu ile Anayasa Uzlaşma Komisyonu'nda görev yaptı.

2009 yılında Türkiye Barolar Birliği Yılın Hukukçusu Ödülü, Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Basın Özgürlüğü Ödülü, Orta Doğu Teknik Üniversitesi Üstün Hizmet Ödülü, 2010 yılında Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği'nin Cumhuriyet Ödülü Rıza Türmen'e verildi.

İnsan Hakları ve hukuk konularında yerli ve yabancı dergilerde yayınlanmış çok sayıda makale ile kitap bölümleri kaleme aldı. "Güçsüzlerin Gücü-Türkiye'de İnsan Hakları", "Türkiye'de Demokrasi Arayışı" ve "Bir AİHM Yargıcının Not Defteri" adlı üç kitabı yayımlandı.

Halen demokrasi, insan hakları ve hukuk devleti alanlarında faaliyet gösteren sivil toplum kuruluşlarında çalışmalarını sürdüren Rıza Türmen, Türkiye Barolar Birliği İnsan Hakları Merkezi'nin eş sözcülüğünü yapıyor.

Sanata yakın ilgi duyan ve yaklaşık 40 yıldır çello (viyolonsel) çalan Rıza Türmen, T24'te 2013 yılından beri, ağırlıklı olarak temel haklar, insan hakları, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararları, genel hukuk ve politika konularında yazılar yazıyor.

 

Yazarın Diğer Yazıları

Barış çağrısı ve Kürt sorunu

Her şeyin başında, bir güven ortamının yaratılmasına gereksinim var. Karşınızda oturan kişinin düşmanınız değil, farklı görüşlere sahip müzakere ortağınız olduğu anlayışının görüşmelere egemen olması gerekli

İnsan hakları gününüz kutlu olsun

İnsan haklarıyla demokrasi ve hukuk devleti arasında yakın bir bağlantı var. Türkiye, demokrasiden uzaklaştıkça, hukuk devleti rafa kaldırıldıkça, insan hakları ihlalleri de artıyor. Hukuk devleti güvencesinin olmaması insan haklarını da korumasız bırakıyor

Türkiye’nin demokratiksizleştirilmesi

Siyasal iktidarın demokrasiyle bağını kopararak giderek daha fazla otoriterleşme, daha fazla şiddete başvurma yolundaki yürüyüşü bu aşamada etkili bir toplumsal direnişle durdurulamazsa, Türkiye’nin demokratiksizleşmesinin geri dönülmesi olanaksız bir noktaya ulaşması kaçınılmaz olacak

"
"