15 Mart 2023

Hukuk devleti nasıl olunmaz ya da AİHM'in Demirtaş ve Kavala kararları

Türkiye'deki yargının bağımsız olmadığı ve HSK'nın bunda önemli bir rol oynadığı Avrupa Konseyi'nin belgelerine geçmiş durumda. Bu kararların etkisi olur mu ve yoksa iktidar sessiz kalıp bildiğini okumaya devam eder mi?

Herkesin herkesle savaş halinde olmasının yarattığı anarşik duruma son vermek, can ve mal güvenliğini sağlayacak bir düzen kurmak için insanlar Leviathan'ı ya da merkezi bir otoriteyi yani devleti yarattılar. Bir düzen kurabilmek için, anlaşmazlıkların şiddet yoluyla çözülmesi yerine barışçı yollardan çözülmesi olanağını veren alternatif bir yöntem gerekiyordu. Bu amaçla hukuk düzeni ve yargı kuruldu. Hukuk devleti, bir yandan devletin hukuk içinde kalmasına, öbür yandan bireyler ya da devletle birey arasındaki anlaşmazlıkların adalete uygun çözülmesini öngörmekteydi. Bu şu demek: Hukuk devletini kaldırırsanız, anlaşmazlıkların şiddete başvurarak çözüldüğü ilkel düzene dönülmüş olur.

Bu durum insan hakları hukuku bakımından özellikle doğru. İkinci Dünya Savaşı'nda hukuk devletini ortadan kaldıran bir diktatörlüğün, Nazi rejiminin kendi vatandaşlarına yaptıklarını gördük. 6 milyon insan devlet tarafından önceden planlanarak gaz odalarında öldürüldü. Savaştan sonra bu kitlesel insan hakları ihlallerinin bir daha tekrarlanmaması için bir uluslararası sistem kuruldu. Evrensel ve bölgesel sözleşmeler yapıldı. Bunlardan en önemlisi Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve bu Sözleşme ile kurulan Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM). Bütün bu sözleşmelerin amacı bireyi devletin keyfi davranışlarına karşı korumak. Türkiye de bu sistemin bir parçası.

AİHM bir yargı organı. Her yargılamada olduğu gibi, yargılamanın iki tarafı var. AİHM'e yapılan bireysel başvurularda taraflardan biri başvurucu, diğeri ise devlet. Her yargılamada olduğu gibi taraflar AİHM önünde savlarını, tezlerini ileri sürerler. AİHM bunların Sözleşme'ye uygun olup olmadığını inceler. Birini kabul eder, diğerini reddeder ve bir karar verir. Savı kabul edilenler de, reddedilenler de karara saygı gösterirler. Savı reddedilen devlet, "Benim savım doğruydu. AİHM'in kararı yanlış. O nedenle bu kararı uygulamayacağım." demez. Derse bu hukuk devletinin ve devletin Sözleşme'den doğan yükümlülüklerinin reddi olur. O zaman hukuksuzluk, keyfilik başlar. Leviathan hukuk zincirlerinden kurtulmuş olur. Kendi vatandaşlarına istediğini yapabilir. Bireylerin hukuk güvencesi kalmaz.

İşte AİHM'in Osman Kavala ve Selahattin Demirtaş kararlarını uygulamayı reddederken Türkiye'nin yaptığı tam da bu.

Her iki davada da Türkiye'nin ısrarla savunduğu görüş, Kavala ve Demirtaş'ın mevcut tutukluluk hallerinin AİHM kararındaki tutuklamadan farklı nedenlere dayandığı, dolayısıyla AİHM kararlarının mevcut tutukluluk hallerine ilişkin olmadığı ve tutukluların serbest bırakılmasını gerektirmediği yolunda.

Hükümetin bu görüşleri,Kavala davasında AİHM tarafından incelendi. AİHM, 2022 yılındaki ikinci kararında, Kavala'yı TCK md.312'den yani "cebir ve şiddet kullanarak T.C. Hükümeti'ni ortadan kaldırmaya teşebbüs" suçundan ağırlaştırılmış müebbet hapse mahkûm eden mahkeme kararıyla, 2020 yılındaki ilk kararının aynı Gezi olaylarına ilişkin olduğunu, AİHM'in Gezi olaylarına ilişkin olarak verdiği kararın bu olaylarla ilgili başka kararları hükümsüz kıldığını belirtti. Gerçekten de AİHM'in 2020 kararı ile Kavala'yı müebbet hapse mahkûm eden 13. Ağır Ceza Mahkemesi kararı aynı olgulara dayanmakta. AİHM, bu olguların, tutuklanmayı haklı kılacak makul bir kuşku için bile yetersiz olduğu, Kavala'nın faaliyetlerinin normal Sözleşme'deki hakların kullanılması niteliğinde olduğu sonucuna varmışken, 13. Ağır Ceza Mahkemesi'nin aynı olgulara dayanarak Kavala'yı müebbet hapse mahkûm etmesindeki garabet ortada.

Benzer bir durum Demirtaş davası için de söz konusu. Demirtaş'ın ilk tutukluluğu 2019 yılında sona ermişti. Ancak hemen arkasından Kobane olayları nedeniyle, suçun niteliği değiştirilerek yeniden tutuklandı. Oysa Kobane olayları birinci tutukluluğa yol açan davanın bir parçasıydı. Hükümet'in savı, AİHM'deki davanın konusunun birinci tutuklama olduğu, ikinci tutuklamanın AİHM'in incelemesi kapsamına girmediği, dolayısıyla AİHM kararındaki 5. Madde (özgürlük hakkı) ihlalinin Demirtaş'ın serbest bırakılmasını gerektirmediği yolundaydı. Bu görüş önce AİHM Büyük Dairesi'nin kararında reddedildi. AİHM, daha önce incelenen ve tutuklamayı hukuka aykırı bulan kararındaki olguların, suçun niteliği değiştirilerek başka bir suçla ilgili tutuklamaya dayanak oluşturamayacağını söyledi. AİHM bir şey daha söyledi: Demirtaş'ın tutuklanmasında amaç, suç işlenip işlenmediğini ortaya çıkarmak değil, kendisini cezaevinde tutmak, özgürlüğünden yoksun bırakmak.

Hükümet'in savı Bakanlar Komitesi'nin kararlarında da reddedildi. Bütün bu kararlarda Demirtaş'ın derhal serbest bırakılması öngörüldü. Ancak ne AİHM Büyük Daire Kararı, ne de Bakanlar Komitesi kararları bir şey değiştirmedi.

Demirtaş hâlâ cezaevinde.

Bakanlar Komitesi'nin geçen hafta 7-9 Mart 2023 tarihlerinde yaptığı toplantıda, Kavala ve Demirtaş ile ilgili yeni kararlar kabul edildi.

Kavala ile ilgili kararın uygulanmamasıyla ilgili olarak Bakanlar Komitesi şaşırmış durumda. Bu kararın geldiği nokta, (ihlal prosedürünün uygulanması, AİHM'in yeni bir karar vermesi, kararın yeniden Bakanlar Komitesi'ne gelmesi, Türkiye'nin hala kararı uygulamamakta ısrar etmesi) bir ilk. Bakanlar Komitesi'nin şimdiye dek yaptığı şey bir temas grubu kurmak. Bu temas grubunun Türkiye'ye gelip yetkililerde görüşme yapması bekleniyor. Ancak bunun ne zaman gerçekleşeceği belli değil. Bakanlar Komitesi, kararında bu temas grubuna değiniyor. Bir kere daha Osman Kavala'nın serbest bırakılmasını ve eski hale iadesini talep ediyor. Öyle görünüyor ki, Bakanlar Komitesi sorunun çözümü için Türkiye'deki seçimleri bekliyor.

Kararda "genel önlemler" başlığı altında belirtilen hususlar daha ilgi çekici. Bu bölümde Bakanlar Komitesi şunları söylüyor:

a. AİHM'in Kavala davasında 18. Maddenin ihlaline karar vermesi, Türkiye'de hukuk devleti bakımından önemli sorunlar olduğunu gösteriyor. (18. Maddenin ihlali, Kavala'nın siyasal nedenlerle tutuklandığı anlamına geliyor. O zaman tutuklama kararını veren Mahkeme de siyasal iradenin talimatıyla hareket etmiş oluyor.) Yargıcın bağımsızlığını siyasal baskıya karşı korumak için ek güvencelere gereksinim var.

b. Bakanlar Komitesi, HSK'nın yapısının Avrupa Konseyi standartlarına uygun bir hale getirmek için yasal ve başka önlemlere gereksinim olduğunun kabul edilmesi yolunda bir siyasal iradenin mevcut olmamasını üzüntüyle karşılıyor.

c. Yetkili makamlara, yargıyı yürütmenin etkisinden koruyacak özellikle HSK'nın bağımsızlığını sağlayacak önlemler almaya davet ediyor ve bu konuda Eylül 2023'deki Bakanlar Komitesi toplantısına bilgi verilmesini talep ediyor.

Özetle, Türkiye'deki yargının bağımsız olmadığı ve HSK'nın bunda önemli bir rol oynadığı Avrupa Konseyi'nin belgelerine geçmiş durumda. Bu kararların etkisi olur mu ve yoksa iktidar sessiz kalıp bildiğini okumaya devam eder mi?

Yargı bağımsızlığı konusunda yurtdışında duyulan bu endişenin Türkiye'de karşılığı bulunmaması, toplumda yargının bağımsız olmadığının adeta kanıksanması biraz tuhaf değil mi?

Demirtaş kararında ise Hükümet'in kararı uygulamama gerekçesi bir kez daha reddediliyor. Hükümet'in Demirtaş davası dosyasına, AİHM'in incelemediği yeni kanıtlar eklendiği iddiası var. Kararda, bu iddiaya gönderme yapılıyor. Ancak bir yargı organı olmayan Bakanlar Komitesi'nin bu iddiayla ilgili karar verme yetkisi yok. O nedenle, Anayasa Mahkemesi'nin (AYM), Demirtaş'ın başvurusuyla ilgili olarak bir an önce karar vermesini istiyor. AYM karar verene dek, Demirtaş'ın şartlı tahliye, ev hapsi gibi başka bir adli kontrol önlemleri alınarak serbest bırakılmasını öngörüyor.

Selahattin Demirtaş'ın şimdiye dek neden adli kontrol tedbirleri alınarak serbest bırakılmadığı belli değil. Ancak Bakanlar Komitesi'nin son kararına uyarak bir siyasal partinin eski başkanı ve siyaset sahnesinde önemli bir figür olan Demirtaş'ın seçim ortamında serbest bırakılması, toplumun boğazını giderek sıkan düğümde bir gevşeme meydana getirecek.

Kavala ve Demirtaş davaları yurt içinde ve dışında Türkiye'deki hukuksuzluğun simgesine dönüştü. Bir iktidar değişikliğinde ilk yapılması gereken, Kavala ve Demirtaş ile diğer Gezi tutuklularının, Mücella Yapıcı, Can Atalay, Çiğdem Mater, Hakan Altınay, Mine Özerden, Tayfun Kahraman, Yiğit Ekmekçi'nin ve bütün siyasi tutukluların derhal serbest bırakılması olmalı. Bu yeni iktidarın hukuk devletini inşa etme konusundaki kararlılığının ilk ve önemli bir göstergesi olacak.

Rıza Türmen kimdir?

Türkiye'nin önde gelen insan hakları hukukçularından ve diplomatlarından olan Rıza Türmen İstanbul'da doğdu. İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi'ni bitirdi.

Kanada Montreal McGill Üniversitesi'nden hukuk yüksek lisansı, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi'nden Siyasal Bilimler doktorası aldı.

Avukatlık stajını yaptıktan sonra, 1966 yılında Dışişleri Bakanlığı'na girdi. Dışişleri Bakanlığı'nda çeşitli görevlerde bulundu.

1985'de Singapur'a ilk Türk Büyükelçisi olarak atandı.

1993 Birleşmiş Milletler Dünya İnsan Hakları Konferansı'nda ve AGİT, İnsani Boyut Toplantıları'nda Türk Heyeti Başkanlığı'nı yaptı.

1994'te İsviçre'ye Büyükelçi olarak atandı. 1996'da Türkiye'nin Avrupa Konseyi Daimi Temsilcisi oldu.

1998 yılında Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi tarafından Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi yargıçlığına seçildi. 2008 yılına kadar bu görevi sürdürdü.

2008'de Türkiye'ye döndükten sonra 10 yıl Milliyet gazetesinde köşe yazıları yazdı.

2011 seçimlerinde CHP İzmir Milletvekili olarak parlamentoya girdi. TBMM Adalet Komisyonu ile Anayasa Uzlaşma Komisyonu'nda görev yaptı.

2009 yılında Türkiye Barolar Birliği Yılın Hukukçusu Ödülü, Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Basın Özgürlüğü Ödülü, Orta Doğu Teknik Üniversitesi Üstün Hizmet Ödülü, 2010 yılında Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği'nin Cumhuriyet Ödülü Rıza Türmen'e verildi.

İnsan Hakları ve hukuk konularında yerli ve yabancı dergilerde yayınlanmış çok sayıda makale ile kitap bölümleri kaleme aldı. "Güçsüzlerin Gücü-Türkiye'de İnsan Hakları" ve "Türkiye'de Demokrasi Arayışı" adlı iki kitabı yayımlandı.

Halen demokrasi, insan hakları ve hukuk devleti alanlarında faaliyet gösteren sivil toplum kuruluşlarında çalışmalarını sürdüren Rıza Türmen, Türkiye Barolar Birliği İnsan Hakları Merkezi'nin eş sözcülüğünü yapıyor.

Sanata yakın ilgi duyan ve yaklaşık 40 yıldır çello (viyolonsel) çalan Rıza Türmen, T24'te 2013 yılından beri, ağırlıklı olarak temel haklar, insan hakları, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararları, genel hukuk ve politika konularında yazılar yazıyor.

 

Yazarın Diğer Yazıları

Uluslararası belgelerde Türkiye’de demokrasi ve insan hakları

Türkiye’de demokratik, temel hak ve özgürlüklere, hukuk devletine saygılı bir rejimin kurulması ancak halktan gelen talepler sonucunda gerçekleşecektir

Gazze'de adalet arayışında Türkiye

Türkiye'nin Gazze konusunda söylediği sözlerin inandırıcı olabilmesi için somut bir eylemle desteklenmesi gerekir. Her şeyden önce yapılması gereken Türkiye'nin Gazze ile ilgili olarak UAD'ın önündeki davaya müdahil olmasıdır

Yerel seçim öncesi yeni bir demokrasi seçeneği

"Yerel demokrasinin hayata geçirilmesi, Türkiye’de yeni bir siyaset inşasıyla birlikte iktidarın tek bir kişiden halka devredilmesi, piramidin tersine çevrilmesi anlamına gelecek"