20 yıllık AKP iktidarı sonrasında Türkiye nasıl bir ülke olacak? AKP iktidarı döneminde, Türkiye'nin nasıl bir ülkeye dönüştüğünü gördük. AKP iktidarı sona erdikten sonra nasıl olacak?
AKP iktidarı sona erdikten sonra Türkiye'de yönetime gelenlerin büyük bir enkazla karşılaşacaklarını şimdiden söyleyebiliriz. Hukukuyla, ekonomisiyle, iç ve dış siyasetiyle çökmüş bir Türkiye bulacaklar. Bütün kurumların içlerinin boşaltılarak iktidara bağlandığı, kurumların işlevlerini yitirdiği bir Türkiye. Dış dünyada saygınlığı kalmamış, insan hakları, hukuk devleti gibi demokrasinin en temel kurallarının ihlal edildiği, kendi halkının güvenini yitirmiş, gırtlağına kadar borca batmış bir ülke.
Böyle bir manzara karşısında yeni yöneticilerin büyük bir enkaz kaldırmaya girişmeleri kaçınılmaz. Güç bir onarım dönemi olacak. Ama her şeyin böylesine yerle bir olması aynı zamanda her şeyi yeniden inşa etmek şansını veriyor. Yeni yöneticiler onarımla birlikte yeni bir Türkiye inşasını gerçekleştirmek zorunda.
O zaman toplumda "AKP sonrası Türkiye nasıl bir Türkiye olmalı?" tartışmasını başlatmak gerekir.
Bu konuda görüşü olan herkes, bireyler, STK'lar, platformlar, sendikalar, meslek kuruluşları görüşlerini açıklamalılar. Bu görüşler bir merkezde toplanmalı, analiz edilmeli, Türkiye'yi yöneteceklerin bilgisine sunulmalı.
Şimdiye dek Türkiye'yi yönetmeye aday iki siyasal partinin, CHP ve İyi Parti'nin, bu konuda çalışmalar yaptığını basından öğreniyoruz. Her iki parti arasında geleceğin Türkiye'si konusunda, genel çizgileri bakımından bir görüş birliği var. Her iki parti arasında Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi adlı, bütün yetkileri tek bir elde toplayan, buna karşılık hiçbir denge ve fren mekanizması bulunmayan mevcut sistemin kaldırılması konusunda bir mutabakat var. Bu sistem, kaçınılmaz bir şekilde Türkiye'nin demokrasiden uzaklaşmasına, otoriter bir rejimle yönetilmesine yol açıyor. Uygulama da bunu kanıtladı. O nedenle Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi'ne son verilmesi, Türkiye'nin demokratikleşmesinin ön koşulu. Bu bir rejim sorunu. Bu konuda muhalefet blokunun ortak hareket etmemesi için bir neden yok.
İkinci aşamada sorun, bu sistemin yerine nasıl bir sistemin yürürlüğe konulacağı. CHP ve İyi Parti'nin üzerinde çalıştıkları model, güçlendirilmiş parlamenter sistem. Bu çerçevede parlamenter sisteme dönülmesi, bunu yaparken yasamanın güçlendirilmesi ve bazı aksaklıkların giderilmesi düşünülüyor.
Ancak, buna karar verirken şu hususu gözden kaçırmamak gerekir. Belleklerimizi tazelersek anımsarız ki, AKP iktidarının otoriterleşmesi parlamenter rejim yürürlükteyken başladı ve gelişti. Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi bu gelişmenin bir sonucu. Bu sistemle otoriter rejim anayasal bir zemine oturtuldu ve kurumsallaştı. Ama bundan önce de Türkiye adı konmamış, otoriter bir rejimle yönetiliyordu. Dolayısıyla parlamenter sistem otoriterliğe kayışı, bütün yetkilerin tek bir kişinin elinde toplanmasını önlemeye yeterli değil.
O zaman şu soruyu sormak gerekiyor: Biz ne istiyoruz? Parlamenter rejime dönmek mi, yoksa bir daha ne askeri, ne sivil otoriterleşmeye izin vermeyecek, bunu önleyen güvenceleri içerecek daha demokratik bir rejim mi?
Parlamenter sistem ya da daha geniş bir kavram olan temsili demokrasi otoriterleşmeye karşı güvenceler içermediği gibi, demokrasi açısından da önemli eksiklikler barındırıyor. Şöyle ki:
- Parlamenter demokraside, parlamentoda çoğunluğa sahip partinin başkanı aynı zamanda başbakan olarak yürütmenin başı. Böyle olunca yasama ile yürütme birleşiyor. Yasama, yürütmenin üzerinde etkin bir denetime sahip olamıyor. Öte yandan yürütme, yasamayı istediği gibi manipüle edebiliyor. İstediği yasaları çıkarabiliyor. O nedenle gerçek bir kuvvetler ayrılığından söz etmek olanağı yok. Yürütmeyi kontrol edebilecek tek erk yargı kalıyor. Ancak, otoriter bir yönetim eğilimi varsa, yargıyı bir ayak bağı olarak gören yürütme, meclis çoğunluğunun çıkardığı yasalarla yargıyı da kendine bağlayabiliyor.
Böylelikle iktidara gelen siyasal parti parlamentodaki çoğunluğuna dayanarak her istediğini gerçekleştirebilme olanağına kavuşuyor. Bundan sonrası siyasal iktidarın ve özellikle partinin başındaki liderin iyi ya da kötü niyetine kalmış. Demokrasi kültürü zayıf, demokrasinin kurumlarının yerleşmediği ülkelerde yetkilerin kötüye kullanılması olasılığı yüksek. Günümüzdeki sağ popülist rejimler bu durumun örnekleri.
- Türkiye'de bir de lider sorunu var. Parti başkanı olan liderler siyaset sahnesinin en önemli aktörleri. Türkiye'de siyaset lider odaklı. Liderin kişiliği partinin önüne geçmekte. Partinin seçmen üzerindeki etkisi lider çevresinde yaratılan efsane ile sağlanıyor. Bu da lidere sahip olmadığı nitelikler yüklenerek güçlü liderler yaratılmasına yol açıyor. Liderin ne denli demokrasiye, insan haklarına bağlı olduğu önemli değil. Önemli olan güçlü lider görünümü vermesi. Güçlü lider yaratılınca, onun seçim yoluyla değiştirilmesi güçleşiyor. Lider de parlamenter demokrasinin olanaklarını kullanarak tek adam yönetimine geçebiliyor.
- Parlamenter demokraside çoğunluğa sahip olan partinin azınlığı her türlü karar alma mekanizmasının dışında bırakması, öte yandan muhalefetin elindeki soru, genel görüşme , meclis araştırması, meclis soruşturması, gensoru gibi denetim olanaklarının ancak çoğunluktaki iktidar partisi izin verdiği ölçüde kullanılabilmesi, dolayısıyla etkili olmaması, çoğunluğun azınlık üzerinde tahakküme yol açmakta. Tahakkümün olduğu yerde, ne eşitlikten, ne de özgürlükten söz etmek olanağı var. Ülke yönetimine yön veren tek irade, iktidardaki partinin ve onun liderinin iradesi. Bu durum siyasetin sertleşmesinin ve toplumun kutuplaşmasının en önemli nedeni. Bu sistemde siyasete uzlaşmaya değil, çatışmaya dayanan söylemler egemen olmakta.
- Demokrasinin sağlıklı işleyebilmesi için temsil edilenlerin seslerinin sadece seçimlerde değil, seçimler arasında da duyulması gerekir. Temsili demokrasilerde, temsil vekalet veren adına hareket etmek, onun olmadığı yerde yerine geçmek anlamını taşımaz. Muhalefeti de, iktidarı da destekleyen görüşlerin, halkın çıkarlarının siyaset alanında var olmasını sağlamak anlamını taşır. Karar alınırken halkın görüşlerinin, çıkarlarının dikkate alınmasını gerektirir. Oysa temsili demokrasilerde, seçilen temsilciler, seçildikten sonra bağımsız hareket etmekteler. Halkın görüşleri, tercihleri siyaset alanına yansımamakta. Kamuoyu baskısı, hükümeti eleştiri serbestliği olsa bile, bunlar seçilenlerin, iktidarın sahip olduğu geniş hareket alanını sınırlamaktan uzak kalmakta.
- Parlamenter demokrasinin en önemli meşruiyet kaynağı, seçim. Seçilen parti ülkeyi yönetme hakkını elde eder. Ancak seçimler halkın serbest iradesini ne ölçüde yansıtmakta? Her şeyden önce ifade ve basın özgürlüğünün güvence altında olmadığı, halkın bilgi alma hakkına saygı gösterilmediği bir ülkede seçimlerin serbestliğinden söz edilemez. Ayrıca eşitlik sağlanmıyorsa, iktidar ve muhalefetin görüşleri, eşit bir biçimde seçmene ulaştırılamıyorsa, iktidar ve muhalefet eşit olanaklara sahip değilse, iktidarın devletin olanaklarından yararlanmasına karşılık muhalefetin böyle olanakları yoksa, gene seçimlerin eşit ve serbest olduğu ileri sürülemez. İktidar, çıkardığı yasalarla tek taraflı avantajlar elde ediyorsa ya da seçimi denetleyen Yüksek Seçim Kurulu gibi kurumları kendine bağlı yapıyorsa, gene seçimlerin dürüst, adil bir seçim olduğu ileri sürülemez. Ancak,parlamenter demokrasilerde seçim süreci bütün bu sakatlıkları barındırsa bile, iptal edilmediği sürece seçim iktidarın meşruiyet kaynağı olma niteliğini sürdürüyor.
Bunların yanında seçmenin hangi saiklerle oy verdiği de önemli. İktidarın performansını göz önünde tutmadan, kimliklerin doğurduğu aidiyetler nedeniyle verilen oylarla seçilmek gerçek bir demokrasinin yerleşmesi bakımından ne ölçüde sağlıklı?
Demokrasi, "demos" yani halk ve "kratos" yani iktidar sözcüklerinden oluşuyor. Oysa, yukarda değinilen hususlar gösteriyor ki, parlamenter demokrasi ne denli düzeltilirse düzeltilsin, halkın iktidarını sağlamaya yeterli değil. O nedenle başka modeller üzerinde durmak gerekiyor. Gelecek yazımda bu konuyu ele alacağım.