05 Eylül 2023

Adli Yıl Açılış Töreni ve gerçeği söyleme cesareti

TBB Başkanı Erinç Sağkan'ın Adli Yıl Açılış Töreni'nde yaptığı konuşma, gerçeği söyleme cesaretinin somut bir örneğidir

Her yıl olduğu gibi bu yıl da 1 Eylül günü Adli Yılın Açılış Töreni yapıldı. Törende Cumhurbaşkanı, Yargıtay Başkanı, Türkiye Barolar Birliği (TBB) Başkanı konuştular, görüşlerini açıkladılar. Ama törenin en dikkati çeken yanı, TBB Başkanı Erinç Sağkan'ın konuşmasına getirilen sansürdü. Gerçi ortada bir yasaklama kararı yok. Onun yerine fiili bir durum var. İletişim Başkanlığı, basın yayın organlarına TBB Başkanı'nın konuşmasını vermiyor. Törenle ilgili olarak basın yayın organlarına konuşmaların verildiği bölümde TBB Başkanı'nın konuşması yok. Böylelikle bir idari karar bulunmadığından kararın iptali için idare mahkemesinde dava açma olanağı da yok. Zekice bir yöntem değil mi?

Sonuç olarak anlaşılan o ki, siyasal iktidar TBB Başkanı'nın görüşlerinin halk tarafından öğrenilmesini istememekte, bunu önlemeye çalışmakta. TBB Başkanı'nın halkı zehirleyecek tehlikeli görüşleri nelerdir?

TBB Başkanı, konuşmasında avukatların zulme karşı çıkışının yakın tarihimizdeki örneklerini veriyor. Yargının bağımsızlığı ve tarafsızlığının öneminin altını çiziyor. Hukukun üstünlüğünden söz ediyor. Hukukun Üstünlüğü Endeksi'nde Türkiye'nin 140 ülke arasında 116 olması gibi halkın bilmemesi(!) gereken gerçekleri açıklıyor. Hakimler ve Savcılar Kurulu yapılanmasının kuvvetler ayrılığı ilkesiyle bağdaşmadığını söylüyor. Anayasa Mahkemesi (AYM) ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin (AİHM) kararlarının uygulanmamasını, tutuklama tedbirinin bir cezalandırma aracı olarak kullanılmasını eleştiriyor. Can Atalay'ın cezaevinde değil, Anayasa Mahkemesi kararları uyarınca, TBMM'de olması gerektiğini belirtiyor. Yargıdaki liyakat sorununu ve avukatların özlük haklarına ilişkin sorunları dile getiriyor.

Halktan saklanmak istenen görüşler bunlar. Siyasal iktidar bu görüşlerden neden korkuyor? Türkiye'de yargının içinde bulunduğu durum öyle ki, yargıcın bağımsızlığı ve tarafsızlığından ya da hukuk devletinden, AİHM ve AYM kararlarının uygulanmamasından söz etmek yargıyı ve siyasal iktidarı eleştirmek oluyor. Oysa bu hususlar demokrasiyle yönetilen bir hukuk devletinde bulunması gereken temel unsurlar. Ama Türkiye'de bu temel unsurlar mevcut olmadığından, bunlardan söz etmek bile eleştiri niteliği taşıyor. Eleştiri ise Türkiye'yi yöneten otoriter rejimde kabul edilemez. Hele Cumhurbaşkanı'nın bulunduğu bir yerde, onun yüzüne bakarak eleştiri yapmak hiç kabul edilemez.

Oysa Adli Yılın Açılış törenindeki konuşmaların Cumhurbaşkanı, Yargıtay Başkanı ve Türkiye Barolar Birliği Başkanı olmasının taşıdığı bir anlam var. Cumhurbaşkanı, devleti temsilen, Yargıtay Başkanı yargıyı temsilen konuşuyorlar. Türkiye Barolar Birliği Başkanı ise bütün yurttaşlara ait ve adil yargılanma ilkesinin temel unsuru olan savunma hakkının temsilcisi olarak konuşuyor. Bu üç konuşmacı arasında adalet mekanizmasının dayandığı bir denge var. TBB Başkanı'nın konuşmasını yayımlamayıp, diğer iki konuşmacının konuşmasını yayımlayınca bu denge bozuluyor.

TBB Başkanı'nın konuşmasının örtülü bir biçimde sansüre takılması ifade özgürlüğünün kaba bir ihlali. Uzun mücadelelerden sonra kazanılmış bir hak olan ifade özgürlüğü, demokrasinin temel direklerinden biri. İfade özgürlüğünün bulunmadığı bir ülkede demokrasiden de söz edilemez. Demokrasiyle olan bu yakın ilişki nedeniyle ifade özgürlüğünün sınırlanması da çok istisnai durumlarda kabul edilir. AİHM'in ifade özgürlüğü ile ilgili her kararında belirttiği gibi, ifade özgürlüğü sadece zararsız ya da lehdeki bilgi ve düşünceleri değil, aynı zamanda devleti ya da toplumun bir bölümünü şok eden, inciten, rahatsız eden bilgi ve düşünceleri de kapsar. Bu demokratik bir toplumu yapan çoğulculuk, hoşgörü ve açık fikirliliğin gereğidir. (Handyside/İngiltere, 1976) AİHM'in ifade özgürlüğü anlayışını özetleyen bu paragrafın dayandığı varsayım, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne taraf olan devletlerin demokrasiyle yönetiliyor olması. Devlet demokrasiyle yönetilmiyorsa, o zaman ifade özgürlüğü sadece devletin ve siyasal iktidarın lehindeki bilgi ve düşünceleri kapsar. Siyasal iktidarı rahatsız eden düşünceleri kapsamaz. Günümüz Türkiye'sindeki ifade özgürlüğü anlayışı bu yönde.

Demokrasilerde siyasal iktidarın sorumluluğu düşüncenin açıklanmasını yasaklamak değil, kendi kendini sınırlamaktır. Bu sorumluluk, yurttaşların düşüncelerini açıklamaları üzerinde devletin sahip olduğu gücü sınırlama sorumluluğudur. Bu düşünceler siyasal iktidarı rahatsız eden düşünceler olsa bile.

İfade özgürlüğünü sadece bireysel bir hak olarak görmek yanlış olur. İfade özgürlüğü aynı zamanda kamusaldır. Habermas, Balibar gibi birçok düşünürün belirttiği gibi, kamusal kurumlar da ifade özgürlüğünün içine girer. Bu kamusal kurumlar siyasetin demokratikleşmesini sağlayan kurumlardır. Yargı ile ilgili olarak örneğin, yargı bağımsızlığı, avukatların dokunulmazlığı, savunma ve yargıya ulaşma hakkı, adil yargılanma hakkı ifade özgürlüğü içine giren kurumlardır. O nedenle TBB Başkanı'nın konuşmasına getirilen fiili yasak, sadece Başkan'ın bireysel ifade özgürlüğünün ihlali değildir, ifade özgürlüğüne giren kamusal hakların da ihlalidir.

Otoriter rejimlere karşı verilen demokrasi mücadelesinin bir yüzü ifade özgürlüğü çerçevesinde ele alınması gereken, "gerçeği söyleme cesareti"dir. Günümüzdeki sağ popülist otoriter rejimlerin dayandığı "gerçek ötesi söylemlere" karşı "gerçeği söyleme cesareti" büsbütün önem kazanmıştır. Gerçeği söyleme cesareti, gerçeği kullanarak iktidara karşı gelme, bir türlü başkaldırmadır. Bu sadece iktidarın gerçek ötesi söylemlerini reddetmek değil, aynı zamanda onun yerine gerçeği koymak, halkı gerçekle karşı karşıya getirmektir. Otoriter iktidarların istediği kendi gerçeklerini topluma kabul ettirmek, toplumdan bir itiraz sesinin gelmesini önlemektir. Sessiz bir toplum yaratmaktır. Toplumun bu sessizliği, gerçeği söylemek cesaretine sahip olanlar ve bu yüzden bedel ödemeyi göze alanlar varsa, bozulur.

Siyasal iktidar, Türkiye'yi hâlâ sessiz bir topluma dönüştürememişse, bunun nedeni cezaevinde yatan gazeteciler, siyasetçiler, sivil toplumun ileri gelenleridir.

TBB Başkanı Erinç Sağkan'ın Adli Yıl Açılış Töreni'nde yaptığı konuşma, gerçeği söyleme cesaretinin somut bir örneğidir.

Bu konuşmanın Cumhurbaşkanı'nın bulunduğu bir forumda yapılmış olması, önemini arttırmaktadır. Böylelikle Baro Başkanı, Cumhurbaşkanı karşısında ayağa kalkarak konuşma hakkını kullanmıştır. Baro Başkanlığı insan hakları ve hukuk devletiyle ilgili olarak yanlış, eksik olan her şeyi söyleme, sadece hakkını değil aynı zamanda yükümlülüğünü getirmekte. TBB Başkanı Erinç Sağkan bu yükümlülüğü yerine getirmiştir.

Rıza Türmen kimdir?

Türkiye'nin önde gelen insan hakları hukukçularından ve diplomatlarından olan Rıza Türmen İstanbul'da doğdu. İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi'ni bitirdi.

Kanada Montreal McGill Üniversitesi'nden hukuk yüksek lisansı, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi'nden Siyasal Bilimler doktorası aldı.

Avukatlık stajını yaptıktan sonra, 1966 yılında Dışişleri Bakanlığı'na girdi. Dışişleri Bakanlığı'nda çeşitli görevlerde bulundu.

1985'de Singapur'a ilk Türk Büyükelçisi olarak atandı.

1993 Birleşmiş Milletler Dünya İnsan Hakları Konferansı'nda ve AGİT, İnsani Boyut Toplantıları'nda Türk Heyeti Başkanlığı'nı yaptı.

1994'te İsviçre'ye Büyükelçi olarak atandı. 1996'da Türkiye'nin Avrupa Konseyi Daimi Temsilcisi oldu.

1998 yılında Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi tarafından Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi yargıçlığına seçildi. 2008 yılına kadar bu görevi sürdürdü.

2008'de Türkiye'ye döndükten sonra 10 yıl Milliyet gazetesinde köşe yazıları yazdı.

2011 seçimlerinde CHP İzmir Milletvekili olarak parlamentoya girdi. TBMM Adalet Komisyonu ile Anayasa Uzlaşma Komisyonu'nda görev yaptı.

2009 yılında Türkiye Barolar Birliği Yılın Hukukçusu Ödülü, Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Basın Özgürlüğü Ödülü, Orta Doğu Teknik Üniversitesi Üstün Hizmet Ödülü, 2010 yılında Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği'nin Cumhuriyet Ödülü Rıza Türmen'e verildi.

İnsan Hakları ve hukuk konularında yerli ve yabancı dergilerde yayınlanmış çok sayıda makale ile kitap bölümleri kaleme aldı. "Güçsüzlerin Gücü-Türkiye'de İnsan Hakları" ve "Türkiye'de Demokrasi Arayışı" adlı iki kitabı yayımlandı.

Halen demokrasi, insan hakları ve hukuk devleti alanlarında faaliyet gösteren sivil toplum kuruluşlarında çalışmalarını sürdüren Rıza Türmen, Türkiye Barolar Birliği İnsan Hakları Merkezi'nin eş sözcülüğünü yapıyor.

Sanata yakın ilgi duyan ve yaklaşık 40 yıldır çello (viyolonsel) çalan Rıza Türmen, T24'te 2013 yılından beri, ağırlıklı olarak temel haklar, insan hakları, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararları, genel hukuk ve politika konularında yazılar yazıyor.

 

Yazarın Diğer Yazıları

Seçim sonrasında CHP'den beklentiler

31 Mart seçimleri sonrasındaki Türkiye'de paradoks şudur: Demokratik bir rejimle yönetilmeyen bir ülkenin kentlerinde demokratik bir rejimden söz etmek olanağı var mıdır? Bu sorunun yanıtı CHP'li belediyelerin performansına bağlıdır. CHP'li belediyeler, Türkiye'de demokrasiyi, aşağıdan yukarı yerelden merkeze doğru inşa etmek olanağına sahipler. Yeter ki bu fırsat iyi değerlendirilsin

Taksim hukuksuzluk meydanı

Sorun yalnızca 1 Mayıs’ta Taksim Meydanı’na getirilen yasakla sınırlı değil. Barışçı gösterilerin yasaklanması, kolluk güçlerinin barışçı toplantı ve gösterileri engellemek için orantısız güç kullanmaları, ölümcül tehlikesi olan göz yaşartıcı fişekleri kalabalığın üstüne sıkmaları, toplantıya katılanları hırpalayarak gözaltına almaları ve bunu izleyen cezasızlık ülkemizde sık görülen manzaralar

Yaşlı Kadınlar İklim Koruma Derneği ve insan hakları

İsviçre Dışişleri Bakanlığı “Bu karar AİHM’in saygınlığına gölge düşürmüştür” yolunda açıklamalar yapmadı...