HDP ile iktidar partisinin yaptığı ortak açıklama ve 10 maddelik bildiri sürecin kalıcı bir çözüme dönüşmesi yönünden kuşkusuz önemli bir adım. Açıklamalardan anlaşılan sürecin bundan böyle iki ayağı olacak. Demokratikleşme yönünde atılacak adımlar ve PKK’nın silahlı mücadeleyi bırakması. Bu ikisinin birbirleriyle bağlantılı olduğu ve paralel bir şekilde yürüyeceği anlaşılıyor.
10 maddelik bildiride yer alan hususlar Türkiye’nin demokratikleşmesi ile ilgili. Bunun ilk sınavı Meclis’te görüşülen iç güvenlik paketi olacak. Bildiride yer alan “demokratik siyaset”, “özgür vatandaşlığın yasal ve demokratik güvenceleri”, “demokrasi güvenlik ilişkisinin kamu düzeni ve özgürlükleri koruyacak şekilde ele alınması” gibi maddeler iç güvenlik paketi ile doğrudan ilişkili.
İç güvenlik paketinin ortaya çıkardığı sorun şu:
İktidar kamusal alanda oluşan muhalefeti bastırmaya çalışıyor. Bu amaçla kamusal alanı kontrolü altına almak istiyor. Kamusal alan içine internet ortamı da giriyor. Zaten iç güvenlik paketinden sonra internet özgürlüğünü engelleyecek bir yasa maddesi sırada bekliyor.
İç güvenlik paketi üç önemli sakınca içeriyor:
a- Savcının yetkilerini valilere ve polise devrederek kuvvetler ayrılığı ilkesine aykırı bir sistem oluşturuyor.
b- Polisi bir yandan iktidara bağlarken öbür yandan polisin yetkilerini genişletiyor.
c- Temel hak ve özgürlüklerin alanını daraltıyor. Yeni insan hakkı ihlallerinin kapısını açıyor.
Bütün bunların temelinde siyasal iktidarın, inşa ettiği ve çökmeye yüz tutan hegamonik yapıyı baskıcı önlemlerle ayakta tutma çabası yatıyor.
İç güvenlik paketinin demokrasi insan hakları bakımından yarattığı sorunları ve bunların nasıl çözümleneceğini görmek için uzun tartışmalara girmeye gerek yok. AİHM’in Türkiye ile ilgili olarak vermiş olduğu kararları okumak yeter.
Toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkı ile ilgili olarak AİHM’in vermiş olduğu 45 ihlal kararı var. 200’e yakın bekleyen davadan da aynı yönde karar çıkma olasılığı yüksek. Bütün kararlarda şu ortak unsurları görüyorsunuz. Hepsinde barışçı gösterilere polisin şiddet kullanarak yaptığı müdahaleler söz konusu. Sorun 2911 sayılı toplantı ve gösteri yürüyüşü kanunundan kaynaklanıyor. Bu kanuna göre gösteri yürüyüşü için 48 saat önce ilgili makama bildirim yapılması gerekiyor. Bildirim yoksa ya da valinin gösterdiği yerden başka bir yerde yapılırsa toplantı ve gösteri yürüyüşü kanunsuz sayılıyor. Yasa güvenlik güçlerine kanunsuz gösterileri şiddete başvurarak dağıtma yetkisini veriyor. Oysa AİHM bunu kabul etmiyor. AİHM kararlarına göre, barışçı bir gösteriye polisin müdahalesi bu hakkın ihlali anlamına geliyor. Daha önce bildirim yapılmasa, yürüyüş valinin gösterdiği güzergahtan başka bir yerde gerçekleşse, trafiğin bir süre durması gibi aksaklıklara yol açsa bile barışçı bir gösteriye müdahale edilemez. Edilirse hakkın özü ortadan kalkar.
O zaman yapılacak şey basit. 2911 sayılı yasa değiştirilerek “barışçı toplantı ve gösteri yürüyüşlerine ilgili makamlarca müdahale edilemez” şeklinde bir cümle eklenecek. Bunun istisnası da yazılabilir. “Herkes şiddet içermeyen, şiddeti teşvik ve tahrik etmeyen toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına sahiptir” denilebilir.
Molotof gibi patlayıcı madde kullananlara karşı polisin müdahale yetkisi elbette olmalı. Ancak bu durumda da müdahalede ölçülülük koşulu aranmalı.
Polisin orantısız güç kullanması sonucu 2007’den bu yana 183 kişinin yaşamını yitirdiği göz ardı edilerek, iç güvenlik paketinde polisin silah kullanma yetkisi genişletiliyor. Örneğin bir binaya yaralayıcı bir silahla saldıran bir kişiyi polis silah kullanarak öldürebilecek. Yasaya uygun davrandığı için bu meşru sayılacak. Oysa gerek AİHM kararlarında, gerek polisin ateşli silah kullanmasını düzenleyen 1990 tarihli Birleşmiş Milletler belgesinde ancak şu koşullarda ateşli silah kullanmaya izin verilir:
a- Kendi ya da başka bir kişinin yaşamına karşı bir tehdidin mevcut olması. Yani meşru savunma
b- Başka araçlarla etkisiz hale getirme olanağının bulunmaması.
c- Zorunlu olması
d- Ölçülü olması
İç güvenlik paketinde polise verilen yetki meşru savunma dışında ateşli silah kullanmasına izin vermekte, yukarıda sayılan ölçütlere uymamakta. Oysa kendi yaşamına bir tehdit durumunda dahi, polisin kaçma olanağı varsa, silah kullanmaması gerekir.
AİHM kararlarında üzerinde önemle durulan bir husus da yaşam hakkını ihlal eden ya da yaralanmaya yol açan polislerle ilgili etkili soruşturma yapılmaması ve polislerin cezasız kalmaları.
AİHM kararlarının uygulanmasından sorumlu olan Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi, Türkiye’de toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkının sistematik biçimde ihlal edildiğini göz önünde tutarak bu konuya öncelik verdi, 2013 Eylül ve 2014 Eylül tarihlerinde iki karar kabul etti. Bu kararlarda barışçı gösterilere polisin müdahalesini önleyecek önlemler alınması, biber gazının kullanılmasına ilişkin kuralların gözden geçirilmesi, güç kullanmanın zorunlu ve ölçülü olması, suç işleyen polislere karşı etkili bir soruşturma yürütülmesi öngörülüyor. Bakanlar Komitesi 2015 Mart ayında konuyu yeniden görüşecek.
Yukarıda sıralanan iç güvenlik paketine ilişkin sorunlar müzakere konusu olmamalı. Bunlar Türkiye’nin AİHM kararlarını uygulama yükümlülüğü çerçevesinde yerine getirmesi zorunlu olan hususlar. Oysa iç güvenlik paketi ile iktidar bu yükümlülüklerini yerine getirmek şöyle dursun tam ters yönde, AİHM kararları ile uyumsuzluğu arttıran önlemler öngörüyor. O nedenle, iktidarın 10 maddelik bildiride yer alan konuları ciddiye alarak bu yönde adım atma iradesi varsa, her şeyden önce iç güvenlik paketinin yasalaşmasını durdurması ve AİHM ve Bakanlar Komitesi kararlarında yer alan hususları uygulamaya geçirmesi gerekli.
İç güvenlik paketinin sakıncaları bunlarla sınırlı değil. Yukarıda da belirtildiği gibi valilere, kolluğa “suçun aydınlatılması ve suç faillerinin bulunması için gereken acele tedbirlerin alınması hususunda doğrudan emir” vermek gibi savcının sahip olduğu yetkilerin devredilmesi gibi kuvvetler ayrılığına açıkça aykırı düzenlemeleri de içeriyor.
Ayrıca polise tanınan savcıya bilgi vermeden 48 saat gözaltı yetkisinin keyfi uygulamalara ve yeni insan hakları ihlallerine yol açması kaçınılmaz.
İç güvenlik paketi iktidara boyun eğmeyenleri cezalandırma paketi. Otoriter rejimlerde egemen güce boyun eğmeyen herkes rejime karşı bir tehdit oluşturur. O nedenle yola getirilmesi, hizaya sokulması gerekir.
Türkiye’de egemen güçlere boyun eğmeyenlerin başında gelen Kürtlerin bu iç güvenlik paketini kabul etmemeleri, demokratik bir çözüm için bu baskı aracının ortadan kaldırılmasını bir ön koşul olarak ileri sürmeleri beklenir.