Davasına 1 Haziran’da devam edilecek olan, 22 yıldır tutuklu yargılanan İlhan Çomak hakkındaki belgesel, Documentarist İstanbul Belgesel Günleri’nde...
1 Haziran’da Çağlayan Adliyesi’nde davası görülecek İlhan Sami Çomak hakkındaki belgesel, Documentarist İstanbul Belgesel Günleri’nde...
‘’Adalet, haksız yere içeride olmamaktır.
Adalet unutulmamaktır...’’
‘’.... Ben koyu bir Galatasaray taraftarıyım. Gözaltında bana işkence edilirken, Galatasaray bir başka takımla maç yapıyor. Rakibi kim hatırlamıyorum, ama Altay olabilir. Bu maç esnasında adamlar beni ters askıya asmışlar. Bazen indirip, elimin içini duvarlara vuruyorlar ki kan dolaşımı olsun, kangrene yol açmasın. Tabii kollarına hükmün geçmiyor, onlar senin iyiliğini düşünerek avuçlarını açıp kolunu duvara vuruyorlar! Kolum duvara değdikçe binlerce iğne, onbinlerce iğne hücum ediyor kollarıma. Kola kan gittikçe, her asıldığında acın yenileniyor. Uyuşuk, acıya karşı duyarsız kalmayasın diye de yapıyorlar bu işlemi. Hâsılı, bir ara beni indirmediler. Acıdan kendimden geçecek raddeye gelmişim, kesinlikle düşünemiyorum, her şey sadece acı. O sırada işkencecilerden biri, ‘Oğlum dua et Galatasaray gol atsın. Anam avradım olsun seni indirmem yoksa’ dedi. Ben tabii, Galatasaray’ın gol atmasını istiyorum, ama bu sefer milyon kez istiyorum, hem de hemen. Ama rakip takım acayip direniyor. Ben de ‘Allah’ım bir gol atsın’ diyorum içimden. Epey sonra ben artık kendimden geçmişken, beni indirdiler. Meğer Hakan Şükür bir gol atmış ve işkenceci bu golden sonra beni indirmiş. Adam, ‘şanslı’ olduğumu belirtti. Şanslıymışım..."
22 yıldır, cezaevinin derinliklerinden sesini duyurabilmek için ‘’şans’’ını zorlarken, İlhan Çomak’ın yaşadıklarından sadece bir kesit bu. Aynı zamanda, yaşamını konu alan ve Documentarist 9. İstanbul Belgesel Günleri’nde gösterilecek ‘’Gönderen: İlhan Sami Çomak’’ belgeselindeki cezaevi mektuplarından biri. İçeride de, pes etmeden, yenilmeden, üreterek, zaman zaman ‘dışarıdakiler’den daha dik ve olgun bir tavırla yaşanabileceğinin kanıtı tanıklıklar.
Belgeselin yönetmenleri, Çiğdem Mazlum ve Sertaç Yıldız, İlhan Çomak ile yüz yüze görüşemedikleri için, karşılıklı mektuplaşarak, dışarıdan idrak etmesi zor bu süreçte İlhan Çomak’ın 22 yılının çizdiği yolu izlemişler. Çomak’ın cezaevindeki adımlarını ve 20 yaşında içeri girdiğinden beri en acı detayına kadar hatırladığı anılarını takip ederek, işkenceyi yaşıyor, kısa voltalar atıyor, cezaevinden dünyaya bakıyor, özlemi, aileyi, ulaşamamayı, her koşulda yaşama tutunmayı yeniden deneyimliyor, duvarlara tosluyor, tutsaklığı iliklerinizde hissediyorsunuz.
Yönetmenler ilk olarak İlhan Çomak’la ancak belgesel bittikten sonra, 12 Nisan 2016’da Çağlayan Adliyesi’ndeki duruşmada karşılaşıyor, uzaktan selamlaşıyorlar.
İlhan Çomak’ın kız kardeşi Suna’yla, İzmir’de Pasaport’ta buluştuk. Denize bakınca, 22 yıldır bu maviyi göremeyen abisi geliyor aklına, ‘’1 Haziran’daki davasından özgür bir insan olarak çıksa, şiirlerini onun sesinden dinlesek...’’ diyor. ‘’Ben 22 yıl önceki İlhan’ı tanıyorum, o da 22 yıl önceki Suna’yı. Çıksın, yeniden tanışalım, yeniden kardeş olalım. Ne istiyorum biliyor musun; aşk acısı çeksin, ağlasın, çıkmaz sokağa girsin, kaybolsun...’’
‘’Suna gelmişti ziyaretime. Çok güzeldi. Çiçekli bir bahar havası gibiydi, hem görüş hem de kendisi."
İlhan’ın deyişiyle, Suna onun ‘’eli ayağı’’. Şiirlerini temize çekiyor, yayınevlerine gönderiyor, zor bulunan kitapları, dergileri, hatta giyeceği kıyafetleri temin ediyor. ‘’3 bin kitap okudu cezaevinde. Ailenin geleneğinde zaten meseller vardı, İlhan’ın üretimi de orada şekillendi. İçeri girdiğinde 20 yaşındaydı, ne yaşadı ki? Oysa şiirlerinde aşkı ne güzel anlatıyor, sevmeyi, denizi, ateşi, savaşı, hayatla kavgasını, özlemini... En çok da, kuşlara özlemi var’’. Annemin lafını hiç unutmadığını söyler hep; “Kuşlara ve delilere karışma, günahtır”. Şair Çomak’ın, ‘’Gitmeler Çiçek Kurusu’’, ‘’Açık Deniz’’, ‘’Günaydın Yeryüzü’’ ve ‘’Kedilerin Yazdığı İlahi’’ isimli dört şiir kitabı var.
Aslen Bingöllü olan Çomak ailesi, İlhan cezaevine girdiği 1994 yılından beri şehir şehir, cezaevi cezaevi dolaşmış. Uzun bir süredir İlhan’a yakın olmak için de İzmir’de yaşıyorlar. Her hafta 1 saat kapalı görüş, 10 dakika telefon konuşması, ayda bir kez de 1 saat açık görüş izinleri var.
“Eskiden biz siyasiler açık görüş yapamıyorduk. 1999 yılında evli bir arkadaşım, resmi nikâh yaptığında ben şahidi olmuştum. Annem ile Reyhan Abla da gelinin şahidi oldular. Uzun yıllar sonra ilk kez, anneme orada dokundum. Yıllar sonra anneme dokunmanın yarattığı hissi tarif etmek gerçekten mümkün değil. Sanki sihirli bir değnek dokunmuştu bana. Huzura, gerçek huzura kavuşmuştum. Hâlâ her açık görüşte dokunurum anneme, elleri ellerimde olur."
Suna ile birlikte, İlhan’ın kuzeni Suna da bizimle. Suna Alan, Londra’da yaşıyor, şarkıcı ve gazeteci. SOAS Üniversitesi Kürtçe ve Rebetiko müzik grubu ile Raye Band'ın vokal üyesi. Belgeselde, ‘’Çiya bilindin, te nabinim’’ (Dağlar yüksek, seni göremiyorum) adlı anonim kılamı seslendiriyor. Sesi, hem yaralıyor, hem merhem oluyor. "Güller kızarmış ben koparamıyorum, annemin sütünü içemiyorum...’ diyor şarkı. İlhan’ın durumu da biraz böyle, hep bir ulaşamama acısı. Üniversitedeyken, okuduğum kitapları onunla tartışırdım, farklı bir bakış açısıyla değerlendirirdi. Bu niteliğinden olsa gerek, Avrupa’dan, Türkiye’nin batısından, doğusundan onunla yıllardır düzenli mektuplaşanlar, mektup gelmeyince İlhan’ı merak edip bize soranlar var. Bir ömür orada nasıl geçer yoksa..."
‘’Buraya kim girerse, umudu geride bıraksın’, diye yazılıdır Dante’nin İlahi Komedya’sında yarattığı cehennemin kapısında. İstenen tam da bu: Umudu geride bırakmamız. Gülmelerimiz, geleceğe olan sessiz, ama güçlü bağlılığımız da bundandır... Hatırlıyorum, cezaevine ilk girdiğimde, 4 yıldır içerde olan birini tanıdığımda müthiş şaşırmıştım. Hele ki, 9 yıldır içerde olan arkadaşımın her hareketini inanılmaz bir dikkatle izlemiştim de her yönüyle bana, bize benzediğini görmüştüm, şaşırarak hem de. ‘İnsan yaşarken bilmez yaşadığını’ der İlhan Berk bir şiirinde. Durum belki de tam da bu dizedeki gibidir. Zindana ilk düştüğümde içeride ne kadar kalacağımı, tutulacağımı bilmiyordum elbette... Şüphesiz 11 yılı aşkın bir zaman kalacağımı söyleseler güler ya da kızardım. Ama oldu işte…’’.
Suna’ya göre, ‘’Kendi halinde bir aile’’ydiler. İlhan Çomak’ın yorumuyla, ‘’Babam ve annemin çocukluğuma sinen sevgilerini şimdi bile hissediyorum. ‘İnsanın anavatanı çocukluktur’ denir ya, eh, ben yoksul, ama sıcacık bir anavatanda büyüdüm’’. Sonra 90’lı yıllar, haksızlık, gözaltı ve işkence derken, ‘’Nazım abim, Reyhan ablam ve Sami abim, hepsi payını aldı, İlhan gibi naif biri bile uyandı’’. Önce Avrupa’ya ardından da dağa giden Sami ya da takma ismiyle Keke’nin hikâyesi ve İlhan’ın cezaevinde kardeşinin öldüğü haberini aldığında yaşadığı travma Suna’da kapanmayan bir yara olarak kalmış; ‘’Savcılıktan izin aldık. Zamansız gitmiştik, beklemiyordu, telaşla ‘Annem? Babam?’ diye sordu, ‘Keke’ dedim. ‘Ciddi?’ dedi ve çekip gitti. Bir daha eskisi gibi olmadı, Sami’yi ikinci ismi yaptı."
Şairin, top oynarken muziplikle kardeşi Sami’yi itip, ‘’abi yavaş itesene!’’ karşılığını aldığı o çocukluk anısı, sonraları acılı satırlara dönüşüyor.
‘’... Sen o kıyıları, yenilginin şiirlerini enkazdan taş seçer gibi seç, biz yüzelim/ Bizim tacımız yok, kuğularımız vurulmuş, kanımız akmış yere/ Hangisi senin hangisi benim, belli değil/ Biz hiç kuş vurmayan, delileri koruyan, balıklar çırpındıkça “su!” diye bağıran çocuklardık/ Hasılı, hem kabus hem gerçek, nisan yağmurlarının elemiyle top koştururken, “Abi yavaş itsene” derdin sen/ Ben gülerdim sana, yavaş iterdim ama iterdim/ Her ittiğimde seni, kalbinin takvimleri geceye küserdi, yaşlı ağaçlar gibi çatırdardı minareler/ “Abi yavaş itsene”/ İttim...’’.
Belgeselde, İlhan Çomak’ın yazdığı mektup ve şiirler, oyuncu Muhammet Uzuner tarafından seslendiriliyor. Mektuplarda, şairin uzun yürüyüşlere olan özlemine, annesinin İlhan’ın lisede giydiği ceketle birlikte, çocuklarının eşyalarını ve aile fotoğraflarını sakladığı sandıktan ortaya dökülen anılara, İzmir’deki sessiz ve hüzünlü evde, İlhan’ın ses tonundaki bilinmezlere cevap alınamayacak denli çabuk sona eren 10 dakikalık telefon konuşmalarına, Çomak ailesinin mutlu günlerinde Bingöl’deki köy evinin önünde çekilen eski görüntülere, Almanya’da yaşayan ve neredeyse her gün Anayasa Mahkemesi’ne ‘’belki bir memur, bir çalışanın dikkatini çeker’’ umuduyla tweet atarak sosyal medyada farkına varılmayı umud eden abi Nazım’ın çabalarına, serbest kalacağı gün Cengiz abisinin arabasına binip ailenin onun ziyaretine geldiği aynı yolu kat etme hayaline, ailenin cezaevi yolundaki sessiz haykırışlarına, İlhan Çomak’ın tahliye edilmesine rağmen yeniden tutuklanma kabuslarına, kısacası umut ve umutsuzluğun başa baş gittiği 22 yılın tüm ağırlığına, ülkenin çileli siyasi tarihinin yansımalarıyla birlikte yer veriliyor.
‘’Umutsuzluk uğramadı mı peki tüm bu zaman boyunca? Mümkün değil, elbette uğradı. Kalbimi ve aklımı sessizlikten, duyarsızlıktan da güç alarak yeisle yokladı pek çok zaman. Böyle zamanlarda kendimi yalnız değil, çok ıssız hissettim. Issızlık yalnızlıktan daha güçlü bir kelime. Özellikle yaşadığım ruh halinin anlaşılması için, o yoğunluğu yansıtması bakımından kullandım. Ama umutsuzluğu her seferinde Melih Cevdet Anday’ın o yakışıklı ve güzel dizesinde olduğu şekliyle karşıladım: “Umutsuzluğumuz insan kalmak içindi’’.
İlhan Çomak’ın özgürlük mücadelesi 22 yıldır sürüyor. Tutuklu yargılanan İlhan Çomak’ın davasına 1 Haziran 13.30’da, İstanbul Çağlayan Adliyesi’nde devam edilecek.
‘’21 yılın sonunda "adalet nedir?" sorusuna sağlıklı bir cevabım yok benim. Zira bu konuda her şey o kadar değişken, hercai ve umutsuz ki... Eh, insanın neresi ağrırsa canı orası. Adalet, uzun upuzun yargılanmamaktır. Adalet kanunların herkes için geçerli olmasıdır. Adalet haksız yere içerde olmamaktır. Adalet unutulmamaktır’’…
Suna, artık adalete değil halka güveniyor; ‘’Meclis önergesi için cezaevi müdüründen dosya isteniyor. Suç teşkil edecek hiçbir şey bulunamayınca da İlhan’a, kendisinde kendisiyle ilgili belge olup olmadığı soruluyor. Geçen yıllarda suçlamalar bir bir boşa çıktı. Bir eylem, silah, talimat alıp verme, ölüm, öldürme, örgüt bağı yok. Yeniden yargılama yasasıyla, Balyoz, Şike ve Salih Mirzabeyoğlu davalarında yargılanan sanıklar duruşmaya gerek görülmeden salıverildiler. Akıl, vicdan nerede? Halk bizi görebilirse ancak İlhan çıkabilir’’ diyor ve hemen ardından bakışlarını dikerek soruyor; ‘’Bu devlet acaba bizi sevebilecek mi?’’
İlhan Sami Çomak Kimdir?
1973, Bingöl Karlıova doğumlu. 1994 yılında, 21 yaşında İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Coğrafya Bölümü’nde öğrenciyken, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından gözaltına alınarak yaklaşık 16 gün boyunca işkence altında emniyette tutuldu.
Askeri hâkimin bulunduğu bir mahkeme tarafından soruşturması yapıldı, “PKK adına orman yakma” ve “bölücü faaliyette bulunma” gerekçeleriyle çıkarıldığı mahkemede tutuklanarak İstanbul Bayrampaşa Cezaevi’ne konuldu. Çomak, işkence altında alınan beyanların esas alındığını söylese de, Devlet Güvenlik Mahkemesi (DGM) bu ifade tutanaklarını esas aldı ve Çomak’a Türk Ceza Kanunu’nun en ağır maddesi olan idam hükmünü uyguladı.
2000’de karar, Çomak’ın mahkeme sürecindeki hal ve hareketleri indirim nedeni sayılarak müebbete çevrildi. Bunun üzerine avukatları, AİHM’ye başvurdu. 2007’de AİHM, bu başvuruyu haklı bularak, Çomak’ın adil yargılanmadığına ve yargılanmanın yenilenmesi kararını aldı. 2013’te yeniden yargılanmasına başlandı. 2 Temmuz, 22 Aralık 2015 ve 12 Nisan 2016’da yapılan duruşmalarda mahkeme kararı değişmedi. Tutukluluk süresi göz önünde bulundurularak tahliyesi istendi ancak mahkeme, ‘’delil karartma ve kaçma‘’ şüphesiyle tutukluluğunun devamına karar verdi. İzmir Kırıklar 1 No’lu F Tipi Cezaevi’nde yatan Çomak’ın 8 yıl daha tutuklu yargılanması isteniyor.
‘’Gönderen: İlhan Sami Çomak’’ belgeseli;
29 Mayıs Pazar / SALT Galata / 19:00
30 Mayıs Pazartesi / TAK Kadıköy / 20:00