17. Uluslararası İstanbul Tiyatro Festivali 10 Mayıs’ta CRR’deki törenle başladı. Vakfın Yönetim Kurulu Başkanı Bülent Eczacıbaşı’nın tüm sanat alanlarını kapsayıcı ve özellikle sanata uzanan kırıcı ellerin çekilmesine yönelik mesajları alkışla karşılandı. Eczacıbaşı’nın konuşması sırasında Emek sinemasının kapatılmasını protesto amaçlı çalınan düdüklerle koparılan gürültü kısa sürdü. Güvenlik görevlilerinin şiddet içermeyen uyarılarını ve protestocuların sağduyulu davranışlarını takdir ettim.
Festivalin bu yılki Onur Ödülü Erol Keskin’e takdim edildi. Oyunculuğu, yönetmenliği ve daha da önemlisi eğitimciliğiyle adını Türk tiyatrosuna kazıyan Keskin, Türk tiyatrosunun onurlu ve mütevazi müstesna kişiliklerinden.
Açılış gösterisi Selim Atakan’ın bir projesi olan Hekate’nin Şarkısı idi. Engin Alkan’ın rejisiyle sahnelenen gösteride Ayça Varlıer, Emre Çelik, Banu Kunt, Begüm Günceler ve Bülent Tekakpınar oynuyor.
Yönetmen Alkan’ın, Cadı ve Tanrıça kimlikleriyle karşımıza çıkan Hekate ile Macbeth karakterlerinin güç savaşı, tutkusu ve tutsaklığı bağlamında kurguladığı “Hekate’nin Şarkısı” hem işitsel hem de görsel bir şölen niteliğiyle ön plana çıkıyor.
Shakespeare’in dahiliğini ortaya koyan sonelerin seslendirildiği eserde, yüzyıllar öncesiyle günümüz arasında güç ve hükmetme yönündeki savaşın hala aynı kan ve kinle sürdüğünü görüyoruz. Şehvetin ve tutkunun esiri bedenlerin hem keyfine hem ıstırabına tanıklık ediyorsunuz.
Ayça Varlıer’i Haldun Dormen’in sahneye koyduğu müzikal gösterilerden bilirdim. Ama bir müzikal oyuncusu olarak bu derece alıp götüreceğini tahmin edemezdim. Sergilediği performanstan Varlıer’in çok çalıştığını ve yönetmen ile müzik direktörünün oya gibi işlediğini anlıyoruz.
Emre Çelik’i daha önce herhangi bir oyunda veya gösteride seyrettiğimi hatırlamıyorum. Ancak Emre, sesi ve dansı ile izleyenlerin takdirini kazandı.
Gösterinin bestelerini yapan ve şefliğini üstlenen Selim Atakan’ın notaları büyüledi. Tango ritimlerinden Anadolu ezgilerine uzanan bir zenginliği Shakespeare’in soneleriyle örtüştürmek hem ustalık ve deneyim hem de çağlayana yataklık edecek geniş bir yürek gerektiriyor.
Bizim de kasetimiz bir yerlerden ortaya çıkarılmadan (!) bu yazıyı Shakespeare’in 121. Sonesiyle bitirmek lazım. Talat Sait Halman’ın o nefis çevirisiyle...
Kötü bilinmektense iyisi mi, kötü ol,
Zaten lekeliyorlar kötü değilsen bile;
Keyif senin hakkındır, ama harcarlar bir yol;
Bizim içimiz tertemiz, onlar bakar kem gözle.
...
Ben ne kadar doğruysam o kadar eğri onlar
Habis düşünceleri yargı olamaz bana
Meğer ki hepten şuna inansınlar; her yerde
Herkes kötü, hem de iktidar kötülerin elinde.
Bu şarkı kulağa hiç yabancı gelmiyor değil mi? Beğenmediyseniz kulaklarınızı tıkamaya devam edin. Çünkü söyleyeni alkışlayıp, sesim iyi olmasa da eşlik edeceğim.