Bade İşçil, yalnızca çok güzel ve yetenekli bir oyuncu değil, insanın içine işleyen bir yanı var.
Oynadığı son dizi olan ''Kuzey Güney''de zengin, şımarık ve acayip kötülükler saçan bir karakterken, senaristler de (bana kalırsa) dayanamadılar tatlılığına, içliliğine; onu esasında yaralı, kocasından eziyet gören bir Banu'ya evirdiler.
Son günlerde, ayrılmadıklarını, bakın da nasıl MUTLU olduğunu cümlemize bildiren, topaç gibi tatlıcan oğlu ortalarında, kocasıyla kameralara ''gülümseyen'' Amsterdam pozuyla; hep aklımda!
Yara gibi gülümsüyor. Zorla.
Rehine Gülümseyişi: Ancak böyle tasvir edebilirim, yüzündeki taklidi.
Geçen gün de alışverişte, yine aynı acıklı zoraki gülümseyişiyle, magazincileri savuşturmaya çalışıyordu.
''Sürekli oğluylaymış.'' Yine, bir nevi içimizi rahatlatma gayreti.
Evliliğim sürüyor, üstüme gelmeyin yalvarması, gözlerinde.
Geri çektiği boşanma dilekçesi, nasıl da hepimizin malumu oldu; anlamış değilim.
ÖZEL HAYAT'a girmiyor mu boşanma dilekçeleri?
Geri çektiniz ya da çekmediniz, eşinizden boşanırken söyledikleriniz yalnızca, sizleri alakadar etmiyor mu?
Benim mevzum Bade İşçil'in (geri aldığı) iddiaları olmayacak bu yazıda.
Beni ilgilendiren; yılların playboy'u kocasıyla tanıştığında, evlenecekleri kesinleştiğinde (ki, çabucak karar verdiler) kameralar onları habire tespit ettikçe gösterdiği aşırı sevinç.
Gözlerinde, yüzündeki havai fişek gösterileri.
Nasıl ama nasıl mutluydu Bade İşçil!
Hatırlamamak elde değil.
Sonunda, o da Kutsal Kase'yi, yani onu sonsuza dek mutlu edecek, güven, refah ve aşk içinde yaşatacak (varsıl) Beyaz Prensi'ni bulmuştu!
Başarmıştı. Kurtulmuştu. Sınıfta kalmayacaktı.
Biyolojik saatinin tiktaklamaları, zonklama kıvamını almadan, yavrusunu doğuracak, o lanetli ''tek kadın'' statüsüzlüğünden, evli barklı çocuklu (ana kraliçelik) tahtına terfi edecekti.
Pek tabiidir ki, tüm bunları böylesine gıcık ve rahatsız edici tanımlamalarla, düşünmüyordu.
Hesap, kitap değil; aşk ve mutluluk peşindeydi.
(Bunları, 1 nevi İnatçı Bilinçaltı Sesi olarak söyleyen, benim!)
Aşka düşmüş, aradığı fevkalade erkeği bulmuş; eforik bir haleti ruhiyeye, hevesle teslim olmuştu.
Bade İşçil'in o aşırı mutluluğunun geçmiş görüntüleri, aklıma; 2 Beyaz Prens bulup aşka düşünce, mutluluktan çatlamak üzere fotoğraflarıyla, kadın nüfusumuzun hatırı sayılır bir kısmını, kıskançlıktan (orta yerinden) çatlatan 2 Diğer İsmi: Meltem Cumbul ve Ayşe Özyılmazel'i getirdi.
Meltem Cumbul, tek taşını kameralara neşe içinde gösterdi diye, ne Kezban'lığı kalmıştı, ne şımarıklığı!
(Canına TAK etmiş, alın size pırlanta! yapmıştı. Neşe içindeydi. Ne vardı yani?)
Ayşe Özyılmazel de öyle!
Handiyse, naklen, sahne saniye bizlere yaşattığı düğün coşkusu, ne kadar çabuk ağır bir düş kırıklığına ve kaçıp kurtulma arzusuna dönüşüverdi!
Hakikaten hazindi.
O Meltem Cumbul ki; Gezi'nin faturası üstüne yıkılmaya çalışılarak, Çamur Havuzu Medyası'nın akıl almaz linç girişimine maruz kalmış olan, şahane insan Memet Ali Alabora'dan Oyuncular Sendikası Başkanlığı'nı devralmış.
O Meltem Cumbul ki, şöhretinin zirvesinde çekip Amerika'da oyunculuk okumaya gitmiş, döner dönmez de kendini oyuncu yetiştirmeye, örgütlemeye adamış.
(Yakın zamanda, denizden çıkan arkadaşına havlu tuttu diye, son derece ilginç bir psikolojik taciz bombardımanına da uğratıldı! Kalıpların dışına çıkma arzusunu, fena ödetmek üzere aport bekliyor anlaşılan, birileri.)
Demem o ki; bu kızlar aşırı sevinip, buldum buldumcuk oldularsa, ''Aman Yarabbim, sonunda evlendim!!!'' diye coşup fotoğraflara taştılarsa, bu kat'i surette suç değil. Kabahat değil, ayıp değil.
Sonra tabanları nasıl yağlayacaklarını bilememeleri de, öyle.
Zaten Meltem'le Ayşe'nin son sürat evlilik mahallinden uzaklaşmaları, nasıl da 1 Beklenmeyen Civciv'le (namı diğer: Mr. Hyde) karşılaştıklarının kanıtı.
Benim asıl altını çizmeye çalışacağım husus: Kadının, evlenmesi, barklanması ve de çocuk doğurması için olagelen baskının, kati surette hız kesmeyip, yeni ve sinsi bir formda, daha da nefes kesiyor olması hali.
Geleneksel ve kırsal Kına Gecesi adetinin, son 10 yılda nasıl da hortlatılması, mesela.
Kadın Kabileleri, histerik bir coşkuyla aralarından birinin ''yırtmış'' olması halini kutluyorlar manyakça.
Amerika'daki sakil Bekarlığa Veda partilerinin, Türk folkloruyla harmanlanmış bu versiyonunda, bir de katılımcılar, (ordakinden farklı olarak) ağlayıp zırlıyorlar.
''Yüksek yüksek tepelere'' filan da çalıyor (Ajda şarkılarının yanı sıra) ve kimse kimseden 1 Instagram öteye taşınmadığına göre -Kimbilir, belki de HALA EVLENEMEMİŞ OLAN (''loser'') kızların öz-durumlarına ağlayabilmeleri için, bir vesile doğmuş oluyor.
Ve sarhoşken arayıp mevcut erkek arkadaşlarını ''Biz ne zaman evleniyoruz pardon?'' diye sıkıştırabilmeleri/ duygusal baskılayabilmeleri için müthiş bir vesile.
Neden yani tüm o gözyaşları? Böyle nedenleri olmalı.
Kadınların; başka kadınlar için, ana babaları için, ''loser'' (eskiden: evde kalmış denirdi) telakki edilmemek için, mutlaka evlenmeleri gerekiyor!
Psikolojik ve belli bi saatten sonra biyolojik, saatli bomba habire tikliyor. Tik tik tik.
Ünlü Kadınlarınsa, üstüne bir de magazin basını için! Tüm o amansız teşhirden kurtulmak için!
1 an önce ve de zengin, yakışıklı, yüksek profilli biriyle evlenip, ''Zavallı: Ünlü ama Yapayalnız'' satır arası tacizinden, sürek avından paçayı bir an önce kurtarmaları gerekiyor.
Ünlü Kadın sokağa adım atmıyor ki, ''Evlilik ne zaman?'' sorusuna muhatap olmasın.
Ünlü Kadınlara yapılan bu biteviye taciz, ''normal'' kadınların da bilinçaltı/üstünde, sonsuz bir tehdit ve taciz olarak karşılığını/yansımasını buluyor.
Halka halka, bu adı/niteliği çarpıtılmış baskı, popüler kültür aracılığıyla, tüm kadınlara yağdırılmış oluyor.
Evlenip o soruyu savuşturduğu andan itibaren de, yeni STOK SORU hazır: ''Bebek ne zaman?''
Yani, mahallelerdeki Meraklı Şukufe Teyzelerin, korkunç akraba/yengelerin yerini, Ünlü Kadınların hayatında, magazin basını aldı!
Birinci bebeğin ardından ise, öyle bir ''Kardeş var mı?'' baskısı başlıyor ki, sanırsınız, Magazinciler devletten doğurttukları ünlü çocuğu başına, üç yüz lira maaş alıyor!
Ve Ünlü Kadınlar üstündeki bu tarz evlendirtme/çocuk doğurtturma baskıları, her açıdan örnek aldığımız Amerika'da da aynen mevcut.
Jennifer Aniston'ı kıl nişanlısıyla bi türlü evlendiremediler diye, elem ve keder içinde Amerikalı Magazinciler.
Geçenlerde ''Nişanlılıkta NE kadar uzun, çok uzundur?'' diye sahte-bilimsel makale gördüm Aniston'ın durumunu irdeleyen. Tahayyül edin!
Jennifer Aniston'ın Brad Pitt'ten ''kazığı yiyip de'' çocuk sahibi olamadan üstelik ayrılmış olması, büyük bir dram!
Kadın Amerika'nın en çok kazanan oyuncularından biri, mutluluktan ışıyor; yetmiyor, gözleri doymuyor.
Evlenip çoluğa çocuğa karışmadığı sürece Magazincilerin gözüne uyku girmeyecek!
Yani, son model (sinsi) bir muhafazakarlık, kadınları mutlaka ama mutlaka evlenmeye, tek taşını (mümkün olduğunca büyük) parmağına geçirdiği gibi, çocuk sahibi olmaya, sonra bir tane daha doğurtmaya, itekliyor da itekliyor.
YALNIZSA o kadından başarısızı yok, acıklısı yok, ''loser''ı yok!
Bi zamanlar (inanmazsınız evlatlarım!) kaybeden olmak, modaydı.
Değerliydi. Beğenilirdi.
Ama ''Kaybedenler Kulübü'' dahi sırf erkek üyelerden oluşuyor! Du.
Kadınların, tüm bu ittirmeye, baskılara karşı, kendilerini ve tek başınalığın değerini, önemini, hakkını tanımlamaları gerekiyor.
Yoksa, apar topar itildikleri Beyaz Prens'le kutlu evlilik havuzunda boğulmaları, işten bile değil.
Ne kadar kısa ya da uzun sürse de, boğulma boğulmadır!
Temennimiz, bir an önce suyun üstüne çıkmalarıdır.
Ayrıca kurtulma kayıkları tek kişilik ve kendi imalatları olmak zorunda.
Benden söylemesi.