05 Haziran 2013

Biberle poker

3 Haziran günü saat 8 civarında Kenedi ve Bestekar’ın köşesindeyiz. Kalabalık bir grup Kenedi’den Atatürk Bulvarı’na doğru sloganlarla yürüyor...

 

3 Haziran günü saat 8 civarında Kenedi ve Bestekar’ın köşesindeyiz. Kalabalık bir grup Kenedi’den Atatürk Bulvarı’na doğru sloganlarla yürüyor. Pankart açılıyor “Burada pasif direniş var.” Grup gerçekten TOMA’ların önünde bağdaş kurarak oturma niyetinde. Polis helikopterleri geçiyor, helikopter yuhalanıyor ve giderek alçak uçuş yapmaya başlıyor. Gruptakilerden biri yere helikopter pisti çiziyor; alkışlar, sloganlar devam ediyor…

Yürüyüşteki şenlik havası 15 dakika sonra atılan gaz bombalarıyla dağılıyor. Herkes bir yerlere kaçmaya çalışıyor. Bir süre sonra cadde bomboş kalıyor. TOMA’lar geliyor. Gördüğümüz TOMA, Diyarbakır’dan gelmiş durumda. Polis etrafı akaryakıt istasyonlarıyla dolu caddede kontrolsüzce gaz bombası atıyor. Bir gaz bombası bulunduğumuz apartmanın alt balkonuna düşüyor. Ses bombaları ile gaz bombaları birbiri ardına atılıyor. Kimsenin kalmadığı yere atılan bombalar kahvehanedeki amcaları “yeter artık” dedirterek yerinden çıkarıyor: bir tartışma başlıyor. Kazanan yine gaz bombası. Akrepler de geliyor. Bulunduğumuz yerden çıkmayı göze alamıyoruz. Perdeleri de açamıyoruz. Polisin olayları seyreden ve fotoğraf çeken herkesi hedef aldığı sözüyle, perde kapalı, ışık kapalı duruyoruz.

Bir süre sonra sloganlar yükseliyor. Kenedi ile Tunalı ve Bestekar’a barikatlar kuruluyor. Göstericiler gaz maskeleriyle daha hazırlıklı. Yine TOMA, su, gaz bombası ve fişek. Camlardan uzak duruyoruz. Saat 8.15’te gece 1.15’e kadar durum bu şekilde devam ediyor. Polis gitti sanırken yeniden TOMA ve akreplerle geliyor… Evin içine sekip bir gaz bombası giriyor. Bir başka fişek evin perdelerini yakmaya başlıyor; yangın çıkmaması için kovalarla su boşaltılıyor. Göstericilerden TOMA’ya bir iki taş atılacak oluyor; biri avaz avaz bağırıyor: “taş atmayın” diye. Taş sesleri kesiliyor.  

\

Bir süre sonra mahalleden bangır bangır bir 10. Yıl Marşı yükseliyor. Kenan Doğulu söylüyor; polis gaz atıyor; “direne direne kazanacağız” sloganları birbirine karışıyor. Tüm sembollerin birbirine karıştığı, gerçek üstü bir film sahnesinde gibiyiz. Öksürerek ve gözlerimiz evde yanarak dumanların içinden geçerek Bestekar’a doğru çıkmayı başarıyoruz. Bestekar ise sakin. Tüm restoranlar, kafelerin masaları dışarıda, servis kapanmış insanlar orada oturuyor. Bir yere kadar çöpler yanıyor. Bir yerden sonra ise insanlar yerdeki çöpleri toparlamaya başlıyor. Sabah, Tunalı’da son kalanların da gaz ile dağıtıldığı haberini alıyoruz.

Ankara’da durum bir süredir bu şekilde devam ediyor. Başbakan’ın her demeci, göstericilerden gelen öfkeyi de arttırıyor. Biber gazı insanları sindirmiyor, daha çok örgütlüyor.

Göstericilere “marjinal”, “çapulcu” demek poker oynamak gibi. Haftasonu televizyonlarda yapılan her konuşmada sanki el arttırıyor.  Durumun pokerden tek farkı insan hayatlarının oyuna sürülmüş olması.

Biraz önce anlattığım sahnelerin çok benzerleri ve çok daha ağırları ülkenin her yanında yaşanıyor. Dün gece itibariyle Antakya’dan acı bir ölüm haberi geliyor.Parktakiler twitter’dan haberi takip ediyor ve öfkeleniyor…

Sonuçta olan bitene ve maruz kalınan şiddete, göstericiler daha da öfkeleniyor, daha da çok bir araya gelmeye çalışıyor. Mahallelerde göstericilerle dayanışma daha da çok artıyor.

Elbette polisler de bu hengamede yaralanıyor. Ancak göstericilerle aralarındaki ayırıcı fark: güç onların elinde. Gücü onların eline veren de bu ülkenin çeşitli kademedeki otoriteleri.

Kamuya verilen zarar laflarının yanında, insanların mallarına mülklerine isabet eden bombaların da bir mali yükümlülüğü olmalı elbette.

İktidara yakın konumdaki aydınlar ise bunlar hep “ideolojik” olduğunun altını aynı anda çizmeye başlıyor; yine Ergenekon ve darbe laflarıyla geçmiş karşı saldırılarıyla bugünü anlatmaya çalışıyor. Ama bugün o sözler de geçersiz. Akademisyenlerin uzun zaman inceleyeceği bir sivil direniş söz konusu. Gazın içine girmeyenlerin dışarıdan ahkâm kesmelerine aldırmamak en doğrusu.

Cuma ve cumartesi günü İstanbul’da da, kademe kademe biber gazına karşı insanların örgütlenmeye başladığı söylenebilir. Biberi yedikçe alışıyorsun zaten. Şu anda bu satırları boğazımda dün yediğimiz 4 saatlik biber gazı iziyle yazıyorum. Açıkçası CHP, BDP ve MHP’nin alanla ilgili çekişmeleri de, bir vatandaş olarak, umurumda değil. Bu noktadan sonra olayların varacağı noktanın belirsizliği umurumda. Belirsizliği belirleyen de polisin şiddet kullanımı.

Yanıtlanması gereken sorular var:

1. Bu kadar yaralanmaların olduğu bir ortamda ve kanıtlarıyla nasıl şiddet uygulandığı ortadayken, polisin bir kamu hizmeti sergilediğini söyleyebilir miyiz?

2. Biber gazına ayrılan bütçe ne kadardır? Biber gazı alımının ihalesi hangi şirketlerdedir?

3. Kademeli olarak insanların öfkesini arttırmak hangi demokratik siyaset anlayışıyla bağdaştırılır?

4. Biber gazını kullandıkça insanların öfkesinin de direniş gücünün de arttığı bir sosyal haldeyiz. Bu duruma kim nasıl dur diyecek?

5. Çoğumuz bu işin varacağı noktalardan tedirginiz. Çığırından çıkması ihtimali hepimizin aklında.

Daha biriken çok soru var. Elbette bunlara yanıtları da hep beraber arayacağız.

 

Yazarın Diğer Yazıları

Cumhuriyet’ten um:ag’a

Vakıf kurulduğunda ilk amaç, babamın gazetecilik anlayışını gelecek nesillere yaymak için bir eğitim modeli geliştirmekti.

Uğur Mumcu’nun ardından; dün ve bugün...

Her ırkçı ve şoven duygu, bir başka şoven ve ırkçı düşüncenin düşman kardeşidir

Çünkü yanan bilir

Ülkenin yeniden kendi eski dosyalarını açıp kendi geçmişiyle yüzleşmesi gerekiyor. Bastırılan her olay, misliyle günümüze geri geliyor.