24 Ocak 2015

Cumhuriyet’ten um:ag’a

Vakıf kurulduğunda ilk amaç, babamın gazetecilik anlayışını gelecek nesillere yaymak için bir eğitim modeli geliştirmekti.

Babam Uğur Mumcu 24 Ocak 1993 yılında, arabasının altına konulan bir C-4 patlayıcısı ile öldürüldü. Tapu Kadastroda müfettiş olan babası Hakkı Şinasi Mumcu ile annesi Nadire Mumcu ve üç kardeşiyle yaşadığı Bahçelievler Deneme Lisesi’nden Ankara Hukuk Fakültesi’ne geçen öğrencilik yıllarında, hayatının bu şekilde sonlanacağını düşündüğünü sanmıyorum. Belki, daha sonraları, gazetecilik mesleğini seçtikten, tehditler aldıktan ve dostları teker teker öldürülürken, sonunun “normal” yollardan olmayacağını düşünmeye başlamış olabilir. “Uğur, hiç mi korkmuyorsun bu tehditlerden?” diye endişelenerek soran aile dostlarına yanıtı onu anlatır: “Demirden korkan trene binmez…”

Hayatı boyunca, terör, kaçakçılık, yolsuzluk, Türk solunun tartışmaları, sosyalizm, askeri darbeler; hepsini teker teker irdeledi. Altan Öymen ile ANKA döneminden beraber yazdıkları “Mobilya Dosyası” ile araştırma kitapları yayınlamaya başladı. Bir süre sonra bir hatıra türü olan “Sakıncalı Piyade” geldi; hala bu isimle anılmaya devam eder. Sakıncalı Piyade’yi düzinelerce kitap takip edecektir. Abdi İpekçi cinayetinin izinden önce “Ağca Dosyası” ardından “Papa Mafya Ağca” gelir… “Silah Kaçakçılığı ve Terör”, “Tüfek İcad Oldu”, “Çıkmaz Sokak”, “12 Eylül Adaleti”, “Devrimci ve Demokrat” “Aybar ile Söyleşi”, “Bir Uzun Yürüyüş” kitapları ayrı ayrı türk siyasi hayatının, hem terör olgusunun hem de solun içindeki tartışmalara bir ışık tutmak amacını da güder. Ardından Cumhuriyet tarihindeki “sakıncalı” sayılan olayları ele aldığı kitaplara gelir sıra… “Gazi Paşa’ya Suikast”, “Kazım Karabekir Anlatıyor”, “Kürt – İslam Ayaklanması” bu dönem ilgisiyle, dosya haberciliğini bir araya getiren çalışmalarıdır. 12 Eylül 1980 darbesinin ardından yaşanan ekonomik ve ideolojik değişimleri de ele alır: “Liberal Çiftlik”, “Rabıta” ve “Tarikat, Siyaset, Ticaret” bu kitapları arasında yer alır… Burada değindiğim ve değinmediğim kitaplarının yanı sıra, her gün bir başka konuyu ele aldığı; hafta 6 gün Gözlem köşesinde yer alan yazıları… Biz, um:ag’da, bu yazıları 40 kitaba sığdırabildik. Bunlar ise, bugün dahi açıp okuduğunuzda, kuramsal dil ve gündelik siyasi olaylarla kurduğu bağlantılarla insanı hayrete düşüren makaleler dizisidir.

Babam, hayatının büyük çoğunluğunu, “faili meçhul” kalan cinayetleri araştırmaya adamıştı. Abdi İpekçi, Doğan Öz, İlhan Erdost, Cavit Orhan Tütengil, Bahriye Üçok, Çetin Emeç, Muammer Aksoy, Musa Anter; yani kendisi öldürülene kadar öldürülen herkesin cinayetinin izini sürüyordu. Ailelere de, hukuk bilgisiyle de destek oluyordu. Ve bir yazısında şu sözleri söylerdi: “Biz unutkan bir ulusuz. Unutuyoruz olan biteni. Ve anaları, çocukları, gözleri yaşlı bırakıp gidiyoruz…” Uğur Mumcu Araştırmacı Gazetecilik Vakfı, “Unutmayacağız” diyerek annem (Güldal), ağabeyim (Özgür) ve bendeniz tarafından kuruldu. Ne Uğur Mumcu’yu ne de O’nun gibi öldürülen insanlarımızı unutmamak, belleğimizi diri tutmak için kuruldu. Ve elbette ki, O’nun yaşamına mal olan gazetecilik idealini, düşüncelerini yaşatmak için ayakta kalmaya çalışma mücadelesi de veriyor.

Vakıf kurulduğunda ilk amaç, babamın gazetecilik anlayışını gelecek nesillere yaymak için bir eğitim modeli geliştirmekti. Bu yıl, 18. “Araştırmacı Gazetecilik Kursu” bursiyerlerimizi kabul ettik ve eğitimlerine başladık. Bugüne kadar, 110’u aşkın “Araştırmacı Gazetecilik Kursu” bursiyerimiz oldu. Medyanın iç karartıcı koşullarına rağmen, 50 bursiyerimiz sektörde çalışmaya devam ediyor; iyi haberler yazıyor ve ödül kazanıyorlar. Bunların yanı sıra, üretmek, yazmak, kısaca kendi öykülerini ifade etmek isteyen bir çok insan seminerlerimize katılıyor; bugüne kadar 6000’e yakın öğrenciyi ağırlamışız bile… Belgesel gösterimleri, film gösterimleri ve söyleşiler düzenliyoruz sürekli. Ayrıca bir de yayınevimiz var; oradan Uğur Mumcu’nun tüm yazıları, yapıtları, röportajları, derlemeleri, hepsini yayınladık. Ardından, babamın izini sürdüğü cinayetleri de derleyen, Orhan Tüleylioğlu’nun kaleminden araştırma dizileri yayınladık. 24 Ocak 1993’ten sonra yaşananları anlattığı bir kitap olan annemin kaleminden “İçimden Geçen Zaman” ını da geçtiğimiz yıllarda yayınladık.

Bugün, dünyada yayınlanan birçok ifade özgürlüğü raporu, Türkiye’nin otoriterleşen bir eğilim içinde olduğunu gösteriyor. Bugün, medyada, yolsuzluk haberlerinin yayınlanması maddi yaptırımlarla engelleniyor, Dink cinayeti gibi soruşturmalar, cemaat – hükümet tartışmaları altında gölgeleniyor. Araştırma haberinin getirdiği bedeller, sızıntı haberciliğini de öne çıkarıyor. Toplumsal kutuplaşmanın artması, karamsarlığı da her geçen gün arttırıyor. 

Yazıya babamın, hem biraz umutsuz hem de umudu dürten bir yazısıyla son veriyorum.

“Ne yazayım bugün?

Çevrenize şöyle bir bakın. Bir bakın akıp geçen olaylara, bir bakın tanık olduğunuz ya da duyduğunuz olaylara, bakın. Kimi zaman, onur çiçekleri ile, inanç çiçekleri ile bezenmiş insanlarla karşılaşırız. Kimi zaman da bin bir yalanın belini bükmüş, yolsuzlukların saçaklarına tutunup, sirk cambazları gibi sıçrayıp durmuş insan müsveddeleri ile….

Ve hep onlar kazanmış; hep onlar günlerini gün etmiş. Para mı? Onlarda. Pul mu? Onlarda. Hep bir elleri balda, bir elleri yağda, öyle yaşamışlar. Kaplumbağa gibi, bin bir yalanın sığdığı başlarını, gerekince kalın kabuklarının içine çekerek, yılan gibi kıvrılarak, bukalemun gibi kondukları, yerleştikleri yere uyarak yaşamışlardır.

Ne yazsam bugün?

Eski dosyaları mı çıkarsam? Hayır çıkarmayacağım! Geçmiş olaylardan vicdan muhasebelerine sayfalar mı açsam? Hayır, açmayacağım! Düne, önceki güne, daha öncesine mi uzansam?  Hayır uzanmayacağım!

Ne yazsam bugün?

Canım bir dağ başında kır çiçekleri toplamak istiyor. Kıbrıs’tan kopup gelen ılık güney rüzgârları ile, Ege’nin güneşli sabahlarından kaçamak gelen ışıklarla, ülkemin dört bir yanından toplayacağım kır çiçeklerini bir vazoya yerleştirip “İşte” desem, işte yıllarca yazmak isteyip de yazamadığım bunlar, işte bunlar…

Çiçekler yan yana, çiçekler aynı topraktan gelme ve aynı suyun içinde; biri “İnanç” biri “Erdem”, biri “Onur…””

 

Yazarın Diğer Yazıları

Uğur Mumcu’nun ardından; dün ve bugün...

Her ırkçı ve şoven duygu, bir başka şoven ve ırkçı düşüncenin düşman kardeşidir

Çünkü yanan bilir

Ülkenin yeniden kendi eski dosyalarını açıp kendi geçmişiyle yüzleşmesi gerekiyor. Bastırılan her olay, misliyle günümüze geri geliyor.

Demokratikleşme mi seçim stratejisi mi?

Günün muhtemel 203. demokratikleşme paketi yazısını okuyorsunuz. Eğer bu yazıyı tıklayıp okumaya başladıysanız

"
"