Suriye siyasetinin Osmanlı esinli fütuhatçı mimarları açıkça kabul etmeye yanaşmayacaklardır ama Türkiye’nin Suriye’de batağa saplandığını artık kendileri de fark ediyorlar. Üstelik biz yurttaşlardan saklanan verilerin tümü ellerinde olduğundan, bu batağın ne kadar derinleştiğini ve çamurun nasıl yapıştığını hepimizden iyi biliyorlar. Bakmayın Başbakan’ın ve adamlarının yağıp gürlemelerine; Suriye politikasını eleştirenleri milli menfaatleri hiçe saymakla, zalim Beşar Esad’ı desteklemekle, insani-vicdani görevlerden yan çizmekle itham ederken öfke ve saldırı dozu ne kadar yüksekse, bilin ki kuyrukları o kadar sıkışmış durumdadır. Cilvegözü sınır kapısındaki son patlamaya ilişkin video kayıtlarına gizlilik getirilmesi, CHP milletvekillerinin bile görmelerinden korkulması, Hatay’da, sınıra yakın bölgelerde çocukların bile bildiği bomba-silah- mücahit üretim merkezlerinden söz etmeye kalkışanların şu veya bu biçimde susturulması, yanlış hesapların bu defa Bağdat’tan değil Şam’dan, Halep’ten döndüğünün göstergeleri.
Bütün kamuoyu yoklamaları, bırakın anketleri bir yana sokağın havası, yazılıp çizilenler, duyduklarımız gördüklerimiz, Türkiye halkının ezici çoğunluğunun Suriye’ye müdahaleye karşı olduğunu açıkça ortaya koyuyor. Antep’ten Hatay’a, Mardin’den Diyarbakır’a, vb. ticaret erbabı, esnaf, sınır ticaretiyle uğraşanlar, Suriye ile ekonomik ve insani açıdan yoğun ilişkili ve bağlantılı kim varsa kan ağlıyor. İktidara bağımlı veya iktidar yalakası mahallî kurumlar, kişiler dışında Antakya’da, Ceylanpınar’da, Reyhanlı’da, Viranşehir’de sıcak savaşla içiçe yaşamak zorunda bırakılan, evlerine bomba düşen, yaşamları alt üst olan, üstelik “ne şehittir ne gazi, hiç uğruna gitti Niyazi” deyimini hatırlatan şekilde kurbanlar veren insanların, “Ah ne güzel Suriyeli Sünni kardeşlerimizi Esad’ın zulmünden kurtarıyoruz!” diye düşünmedikleri ortada. Üstelik kurtulan falan da yok. Suriye yanıyor, yıkılıyor, bir ülke bütün dünyanın ve asıl bizlerin gözleri önünde, katkımız olan yanlış siyasetlerin de etkisiyle yok oluyor. İnsanlar eskiden bir zulüm görüyorlarsa şimdi on ayrı yerden on zulümle, bir ölüyorlarsa, yüz ölümle karşı karşıyalar. Suriye Özgürlük Ordusu, Suriye Muhalefeti veya benzer adlarla anılan güçler içinde, hak ve özgürlükler için mücadele edenler yanında Allah-u Ekber nidalarıyla kıtır kıtır adam kesen, nereye bağlı oldukları, neyi amaçladıkları son derece muğlak terörist gruplar var. Bunlar ve benzerleriyle kazanılacak bir özgürlüğün ne menem özgürlük olacağı, aslında Türkiye’nin de çekindiği ama saplandığı batakta elinin mahkûm olduğu bu türden “mücahitlerle” nereye varılacağı büyük soru işareti.
Acemi büyücü çırağı olmayın
İktidarın Suriye politikasının vardığı noktayı, masaldaki acemi büyücü çırağının macerasına benzetiyorum. Çırak, ustasından suları akıtacak sihri öğrenmiş ama akan suları durduracak duayı henüz tam öğrenememiştir. Bir gün ustası yokken denemeye karar verir. Şelaleler gibi, azgın nehirler gibi sular akıtır; gel gör ki suları durduracak sihirli sözcükler bir türlü aklına gelmez ve çevresindeki her şeyle birlikte kendisi de sulara kapılıp gider. Bizim Suriye politikasının mimarları, sonları benzemesin, acemi büyücü çırağına benziyorlar.
Türkiye dış politikası Suriye gelişmelerinin yol açtığı ama Suriye’den ibaret olmayan bir batağa saplanmış durumda. Tüürkiye, Kürt sorunu başta, kendisinde de tam anlamıyla yerleşmemiş hak ve özgürlükleri sınır ötesine ihraç etmeye kalkışınca inanılırlığını, güvenilirliğini yitirdiği gibi, dünyadaki saygınlığı açısından da ciddi tökezliyor. Başbakan Erdoğan bir öfke küpü gibi herkese dil uzatıp, herkesi hizaya getirmeye yeltenip yağıp gürledikçe, çıkmazı daha iyi anlaşılıyor.
Oysa bir çıkış var, bataklıktan sıyrılmak hâlâ mümkün. Dış siyaset uzmanı değilim, stratejlik benden uzak. Uzman değilim ama antenleri on yıllardır dünyaya açık, zaferleri de yenilgileri de bizzat içinde yaşamış ya da gözlemlemiş biri olarak, çıkış yolunu sezebiliyorum. Öncelikle hükümetin zirvesinin, Suriye politikasını komplekse kapılmadan, ülke yönetmenin inatlaşmak ve zart zurt etmek değil gereğinde esnek politikalar uygulamayı, uzlaşmayı bilmek olduğunu kabul ederek, baştan gözden geçirmesi gerekiyor. Bunu yaparken Sayın Erdoğan’la Sayın Dışişleri Bakanı’nın ve birkaç danışmanın görüş ve ufkuyla sınırlı kalmadan, sadece iktidar partisi olarak değil diğer siyasi odakların da görüşlerine başvurmak gerekiyor. Tabii muhalefetin de, “Oh olsun, çuvalladınız” yaklaşımıyla değil, iktidarı köşeye sıkıştırmak için hiç değil, çözüm için yola çıkması ön şart.
Suriye gelişmelerinin bugün vardığı noktada, ABD’den Rusya’ya, bölgedeki önemli aktörlerin yavaş yavaş üzerinde uzlaştıkları, Esad muhaliflerinin ülkelerinde barış ve özgürlük isteyen kesimlerinin de kabule yanaştıkları Esad iktidarıyla masaya oturma, görüşme önerilerine Türkiye’nin şiddetle karşı çıkması ülkemizin bölgede barış ve istikrarı tehlikeye sokan bir güç olarak algılanmasına ve öyle de olmasına yol açıyor. Bu noktada Erdoğan ve Davutoğlu’nda siyasetçi esnekliğiyle, devlet adamlığı sorumluluğuyla bağdaşmayan, durumu kişiselleştiren, çözüm adımlarını desteklemeyi kişisel başarısızlık olarak gören, tutarlılık olarak adlandırılamayacak bir direnme var. Bir süre önce gazetecilerin Davutoğlu’na sordukları Esad’la görüşmeyi düşünüp düşünmeyeceği, Suriye politikasından pişmanlık duyup duymadığı sorusuna, Dışişleri Bakanı yüzüne yapıştırdığı gülümsemesinden bile vaz geçerek, kızgınlıkla “Allah göstermesin, ölürüm de yapmam” gibisinden bir cevap vermişti, komşusuyla küsüşmüş inatçı bir kişinin üslubuyla.
Ama, büyük konuşma, derler; gidişat ve hayat insanı bazen yemin bozmaya zorlar; tıpkı şu günlerde Kürt sorununun çözümü için İmralı’dan medet umulduğu gibi.
Bunlar bir yana Suriye batağından gecikmeden çıkmanın asıl anahtarı artık bölgeselleşmiş olan Kürt sorununun çözümünde bana göre. Yine çizmeden yukarı çıkıyorum galiba ama, konuyu iyi bilen, bölgeyi ve Kürt hareketini iyi tanıyanlara bakarsak -ki bakmalıyız- kendi Kürtleriyle barışmış, sorunun çözümünde adım atmaya konjonktürel olarak değil gerçekten kararlı, bu adımları atmaya da başlamış bir Türkiye’nin, Irak ve Suriye Kürtlerini ve buralardaki Kürt siyasi hareketlerini kendi müttefiki kıldığı ölçüde hem Suriye çıkmazından kurtulması hem de kendi iç sorunlarını çözmesi mümkün, en azından denenmeye değer görünüyor.
Etnik, dinsel, mezhepsel özellikleriyle Bölge’nin, bu bölgedeki Kürt gruplarının ve siyasetlerinin ne kadar karışık ve karmaşık olduğunu, hassas dengeleri, uzlaşmaz çelişkileri bilmez değilim. Bildiğim bir şey daha var: Önümüzdeki on, bilemediniz yirmi yıl içinde nasıl olsa gerçekleşecek gelişmelere bugünden hazır olunursa, hazır olmakla kalmayıp tarihin akışı yönünde adım atılırsa sorunlar daha kolay çözülür. Ancak kendi Kürtlerinin haklarını eşit yurttaşlık temelinde sağlamış, Irak Kürdistanı ve Suriye Kürtlerinin de güvenini kazanmış bir Türkiye’nin bölgenin demokratikleşmesine ve özgürleşmesine katkısı olur, yoksa Suriye’yi özgürleştirmek ve benzeri niyetler sadece boş sözler ve temelsiz böbürlenme olarak kalır. Ve bataklıktan kurtulmak da kolay kolay mümkün olmaz.