13 Nisan 2023

Siyasî af, demokrasi iddiasının samimiyet testi olacaktır

Genel siyasî af çıkarılmadıkça, Millet İttifak'nın demokrasi vaadi gibi Kılıçdaroğlu'nun helalleşme ve barışma söylemi de boşluğa düşecek, kulaklara çalınmış bir hoş sedadan ibaret kalacaktır

Seçimler yaklaştıkça vaadler havada uçuşuyor. AKP'nin seçim beyannamesinden çıkan yeni tavşanlar aslında Millet İttifakı'nın ve Kılıçdaroğlu'nun torbasından çalınıp alelacele şapkaya tıkılmış vaadler. Kılıçdaroğlu'nun, KPSS'de mülakat kaldırılsın, sadakate değil liyakata bakılsın, aile sigortası getirilsin gibi en az iki yıldır ısrarla tekrarladığı talepler, seçimlere bir ay kala 20 yıldır iktidara çökmüş tek adam Erdoğan'ın vaadi oluvermiş! Bu zevat yalancılıktan olduğu kadar intihalcilikten de utanmıyor.

Erdoğan'ın son tavşanlarından birinin genel af olabileceğini, Millet İttifakı'nın bu konuda önalması gerektiğini, birkaç ay önce iki ayrı yazıda dile getirmiştim. (17 Ocak tarihli, "Muhalefet şapkasından tavşan değil aslan çıkarabilir" ve 25 Ocak tarihli "MHP terörle arasına mesafe koymalıdır")

O yazılarda Erdoğan'ın önemli seçim kozu olarak kullanabileceği af vaadinin: uyuşturucu tacirlerini, çocuk istismarcılarını, kadına şiddet, hatta cinayet faillerini, onbinlerce insanın ölümüne neden olan müteahhitleri, rüşvetçileri, soyguncuları, vurguncuları, mafyaları, çeteleri, suça bulaşmış cemaat-tarikat erbabını, vb. kapsayacağını yazmıştım. Bahçeli'nin kendi dava arkadaşı çete başlarının tahliyesini sağlamak için Erdoğan'a çıkarttırdığı infaz yasası kılıflı affı hatırlatmıştım.

Şu sıralarda Saray'a yakın, kulağı delik zevat, af konusunu yeniden ufak ufak dile getirmeye başladı. Uyanık olmak ve ön almak gerektiğini düşünüyorum.

Demokrasi vaadi siyasî af olmadan eksik kalır

Millet İttifakı demokrasi vaad ediyor. Seçimlere doğru giderken cumhurbaşkanı adayı Kılıçdaroğlu halkın en önemli sorununun kilosu 30 liraya çıkan soğan, yani geçim derdi; toplumun en önemli sorununun demokrasi ve özgürlük olduğunu vurguluyor, haklı olarak…

Demokrasinin olmazsa olmazlarının başında inanç, düşünce ve ifade özgürlüğü gelir. Millet İttifakı bütün bileşenleriyle inanç, fikir ve ifade özgürlüğünü savunma iddiasında. Savunmakla kalmıyor, vaad ediyor. Ancak vaadleri ete kemiğe büründürmek, somutlaştırmak gerek.

Bugün ülkemizde her kesimden onbinlerce siyasî tutuklu ve hükümlü, bir o kadar da özgürlüklerinden mahrum kalmamak için yurtdışına gitmek zorunda bırakılmış olanlar var. Sürmekte olan onbinlerce siyasî davayı da hatırlayalım. Bu insanların ezici çoğunluğu, iktidarın keyfî kararları ve yargıya müdahalesiyle özgürlüklerinden mahrum bırakıldı. İlk akla gelenler HDP'nin eski eşbaşkanları Figen Yüksekdağ, Selahattin Demirtaş, HDP'nin seçilmiş belediye başkanları, binlerce Kürt siyasetçi, aktivist, yazar çizer, gazeteci, Osman Kavala ve sözde Gezi davası tutukluları: Sevgili Mücella, Çiğdem Mater, Can Atalay ve diğer arkadaşlarımız. Bir de adlarından söz etmediklerimiz, "bizim mahalle!"den olmadıklarından belki, hatırlamadıklarımız, fazla ilgilenmediklerimiz, vah vah diyip geçtiklerimiz var. Mağdura kimlik sorulmaz, deriz de gereğini çoğunlukla yerine getirmeyiz. (Bu da benim vicdan borcum ve özeleştirim olsun!) FETÖ yaftasıyla haklarında davalar açılmış, tutuklanmış, KHK'larla hayatları karartılmış binlerce insan var. Yok Cumhurbaşkanı'na hakaretten, yok gözünün üstünde kaşı var dediği için, iktidar aleyhine iki satır yazı yazdığı, eleştiride bulunduğu, hatta sadece görevini yaptığı için onbinlerce insan, tutuklu tutuksuz yargılanıyor.

Genel siyasî af çıkarılmadıkça, Millet İttifak'nın demokrasi vaadi gibi Kılıçdaroğlu'nun helalleşme ve barışma söylemi de boşluğa düşecek, kulaklara çalınmış bir hoş sedadan ibaret kalacaktır.

Siyasî af lutuf değil devletin özrüdür

Dil alışkanlığıyla, kavram böyle yerleştiği için "af" diyorum. Hakkın, hukukun, bağımsız yargının kalmadığı, tek adam keyfiliğinin kol gezdiği günümüz Türkiyesi koşullarında siyasî af, devletin yaşamlarını çaldığı, ömürlerine el koyduğu, hayatlarını gasp ettiği, yaşayan ölü haline getirdiği yurttaştan özür dilemesidir. Lütuf değil hak iadesidir.

Siyasî affı mutlaka içeren iyi düşünülmüş, hakkaniyetli, ayrım yapmayan, kamu vicdanını yaralamayacak, aksine onaracak bir genel af topluma iyi gelecek, toplumsal barışın yolunu açacaktır.

Millet İttifakı ve Cumhurbaşkanı adayı Kılıçdaroğlu'nun topluma genel siyasî af vaadiyle seslenmesinin önünde iki güçlük/engel olduğunun farkındayım. Birincisi, "devlet ne eylerse güzel eyler" zihniyeti; daha açık söylersem: bireyi değil devleti korumaya koşullanmış faşizan, devletçi, vesayetçi zihniyet. İkincisi de, aslında bu zihniyetin türevi olan şu ünlü "irtibatlı, iltisaklı" meselesi.

TCK'nın 220. Maddesinde yer alan, "Örgüte üye olmamakla birlikte bilerek, isteyerek yardım etmek" fiili 15 Temmuz sonrasında OHAL kararnamesiyle, "irtibatlı, iltisaklı" olmak gibi son derece belirsiz, keyfî, yoruma açık şekilde tarif edildi. Amaç AKP'nin kendisine rakip/düşman gördüğü, tasfiye etmek ve gözdağı vermek istediği herkesi siyaset ve hayat sahnesinden silmekti. Buna bahane sağlayan darbe girişimi Erdoğan için gerçekten de "Allahın lütfu"ydu. Böylece; bir sözcük, bir yorum, bir satır, bir tweet, bir retweet, bir kuşku veya ihbar bu maddeden mahkûmiyet için yeterli oldu. (Söz konusu maddenin Venedik Komisyonu, AHİM, Avrupa Konseyi gibi uluslararası hak ve adalet kuruluşlarınca antidemokratik olarak nitelendiğini ve kaldırılmasının talep edildiğini de hatırlayalım.)

Hatırlatmadan geçemeyeceğim bir başka konu, bırakın irtibatlı, iltisaklı olmayı düpedüz terör örgütü üyesi olan ve ağır suçlara karışmış Mafya reislerinin, cinayet işlemiş ya da cinayete teşvik etmiş terör örgütü mensubu Hizbullahçıların, kendileri için adrese teslim çıkartılan infaz düzenlemeleri veya yasalarıyla birer birer hapisten çıkarılmış oldukları. Bu suç örgütü mensupları bugün Cumhur İttifakı'nın içinde ya da hizmetindeler.

Cumhuriyet'in 100. yılında çıkarılacak af, göstermelik bir "kader kurbanları!" affı değil, 100. yılda cumhuriyetin demokratikleşmesi belgisinin anlamına uygun bir siyasî af, ya da başka bir deyişle siyasî affı içeren bir genel af olmalıdır.

Konunun çok acil olduğunu, büyük olasılıkla Erdoğan'ın seçim tavşanı/ havucu olarak kullanmayı planladığı af vaadinin, onun elinden hemen alınarak bir iç barış vaadine dönüştürülmesi gerektiğini düşünüyorum. Tam zamanıdır.

Oya Baydar kimdir?

Oya Baydar, subay bir baba (Ahmet Cevat Baydar) ve Cumhuriyet'in ilk öğretmenlerinden Behice Hanım'ın kızı olarak 3 Temmuz 1940'ta İstanbul / Kadıköy'de doğdu. Politik mücadele yıllarında içinde bulunduğu yapılara karşı da eleştirel bakışını esirgemeyen açık sözlü tavrıyla özgül bir etki yaratan; görüş, eleştiri ve önerileri her kesimde takip edilen yazar, Notre Dame de Sion Fransız Kız Lisesi'ni bitirdi.

Edebiyat hayatına esas itibarıyla 17 yaşında lise öğrencisiyken yazdığı ve Hürriyet gazetesinde tefrika edilen Umut Yolu adlı romanla atıldı. Françoise Sagan'ın Bonjour Tristesse romanından etkilenerek kaleme alınan bu roman, gazete tarafından ismi değiştirilerek Kalbimin Aradığı Erkek adıyla basıldı ve Baydar çok genç bir yazar olarak gazetedeki ilanlarda "Türkiye'nin Sagan'ı" olarak tanıtıldı. Baydar, gazete sayfalarında kalan bu romanını daha sonra kitap halinde yayınlamadı.

1960'ta lise son sınıftayken -kendisine okuldan atılma sıkıntısı da yaşatan- Allah Çocukları Unuttu romanını yayımladı. Baydar'ın ikinci romanı Savaş Çağı Umut Çağı (1963), ilk basımından yaklaşık 40 yıl sonra, 2010'da Savaş Çağı Umut Çağı: Bir Yirmi Yaş Güncesi adıyla yeniden yayımlandı.

Biri tefrika olarak Hürriyet gazetesi sayfalarında kalan, diğer ikisi ise kitap halinde basılan bu üç romanın ardından Oya Baydar, gazetecilik ve politik mücadele içinde geçen yaklaşık 30 yıl edebî eser kaleme almadı.

Hürriyet gazetesinde tefrika edilen romanından aldığı telif ücretiyle Paris'e gitti, orada sosyalist çevrelerle iletişime geçti. Paris'te kurduğu iletişimin etkisiyle sosyoloji okumaya kadar verdi.

1960'ta girdiği İstanbul Üniversitesi Sosyoloji Bölümü'nü 1964 yılında bitirdi. Aynı yıl sosyoloji bölümüne asistan olarak girdi ve "Türkiye'de İşçi Sınıfının Doğuşu" konulu doktora tezine başladı. Doktora tezinin Üniversite Profesörler Kurulu tarafından iki kez reddedilmesi üzerine, öğrenciler bu olayı protesto etmek için üniversiteyi işgal ettiler. Bu olay Türkiye'de ilk üniversite işgali eylemi oldu.

1966'da Türkiye İşçi Partisi'ne (TİP) üye oldu. Bir süre, ABD'de Columbia Üniversitesi'nde, sosyal bilimlerde istatistik yöntemleri konusunda çalıştı. 1969-70 arası Hacettepe Üniversitesi Sosyoloji Bölümü'nde asistanlık yaptı.

Toplumsal hareketliliğin yükseldiği, Türkiye'nin sosyalist düşünce ve örgütlenmeyle tanıştığı 1960'larda, edebiyatı tümüyle bırakıp toplumsal-siyasal yapı araştırmalarına yöneldi ve sosyalist hareket içinde aktif oldu. Sosyalist Parti İçin Teori ve Pratik (1970-71) dergisinin kurucuları arasında yer aldı.

12 Mart 1971 askeri darbesi sırasında Türkiye Öğretmenler Sendikası (TÖS) ile Türkiye İsçi Partisi (TİP) üyesi olduğu için tutuklandı ve üniversiteden çıkarıldı.

Bu dönemde Yeni Ortam ve Politika gazetelerinde köşe yazarlığı yaptı (1972-79). Eşi Aydın Engin ve Yusuf Ziya Bahadınlı ile birlikte İlke dergisini kurdu ve Türkiye Sosyalist İşçi Partisi'nin (TSİP) kuruluşuna katıldı.

Yazılarıyla ilgili olarak hakkında eski Türk Ceza Kanunu'nun 312, 142 ve 159. maddelerinden 30 dolayında dava açıldı. 12 Eylül 1980 askeri darbesi sırasında bulunduğu Almanya'dan Türkiye'ye dönemedi ve 12 yıl boyunca Almanya / Frankfurt'ta siyasi göçmen olarak yaşadı. Bu yıllarda Avrupa'nın çeşitli ülkelerinde, Sovyetler Birliği'nde, Moskova'da bulundu.

Baydar, sürgün yıllarının ardından 1992'de Türkiye'ye döndü. Tarih Vakfı ile Kültür Bakanlığı'nın ortak yayınları olan "İstanbul Ansiklopedisi"nde redaktör, "Türkiye Sendikacılık Ansiklopedisi"nde yayın yönetmeni olarak çalıştı.

Yeniden döndüğü edebiyatta ardı ardına yayımladığı öykü ve romanları ile çok sayıda ödül kazandı. Elveda Alyoşa ile 1991 Sait Faik Hikâye Armağanı'nı, Kedi Mektupları adlı kitabıyla 1993 Yunus Nadi Roman Ödülü'nü, Sıcak Külleri Kaldı romanıyla 2001 Orhan Kemal Roman Armağanı'nı, Erguvan Kapısı'yla 2004 Cevdet Kudret Edebiyat Ödülü'nü, Çöplüğün Generali romanıyla TÜYAP Kitap Fuarı'nda 2009 yılı Dünya gazetesi yılın telif kitabı ödülünü aldı.

İtalyan Carical Vakfı tarafından verilen "Akdeniz Kültürü Ödülü"ne 2011'de Hiçbir Yere Dönüş adlı romanıyla Oya Baydar layık görüldü.

Sıcak Külleri Kaldı romanı ile de 2016 yılının Fransa / Türkiye Edebiyat Ödülü'nün de sahibi oldu.

2001'de Türkiye Barış Girişimi'nin kurucusu ve sözcüsü olan yazar, aynı zamanda PEN Yazarlar Birliği üyesi.

Kitapları 23 dilde yayımlanan Oya Baydar, kuruluş günlerinden itibaren T24'te köşe yazıyor, İstanbul'da ve Marmara Adası'nda yazmayı sürdürüyor.

ESERLERİ

Roman

Allah Çocukları Unuttu (1960)
- Savaş Çağı Umut Çağı (1963)
- Kedi Mektupları (1997)
- Hiçbiryer'e Dönüş (1999)
- Sıcak Külleri Kaldı (2000)
- Erguvan Kapısı (2004)
- Kayıp Söz (2007)
- Çöplüğün Generali (2009)
- O Muhteşem Hayatınız (2012)
- Yolun Sonundaki Ev (2018)
- Köpekli Çocuklar Gecesi (2019)
- Yazarlarevi Cinayeti (2022)

Deneme

- Surönü Diyalogları (2016)

Öykü

- Elveda Alyoşa (1991)
- Madrid'te Ölmek
- Mırınalı Madride (2007)

Anlatı

- Bir Dönem İki Kadın: Birbirimizin Aynasında (Melek Ulagay ile, İstanbul 2011) Yetim Kalacak Küçük Şeyler (2014)
- Aşktan ve Devrimden Konuşuyorduk
- Oya Baydar ile Nehir Söyleşi (Ebru Çapa ile, 2018)
- 80 Yaş Zor Zamanlar Günlükleri (2021)

Yazarın Diğer Yazıları

Bir yazamama yazısı

Yazıyoruz, söylüyoruz, bağırıyoruz, feryat ediyoruz da ne oluyor, ne değişiyor! Anlamsızlık, yetersizlik, boşuna çaba duygusu

Çocukları kefene sokan ruh hastası ilkel zihniyet

ÇEDES'in amacı çocuklarda çevre duyarlılığını geliştirmek ise, ormanlarımızın, tarım topraklarının, doğal zenginliklerimizin nasıl yok edildiğini, açgözlü vahşi talan düzeninin doğal yaşamı nasıl katlettiğini öğretin

Devletin birliğini bütünlüğünü bozan hainler kimler?

Dikkatimi çeken, Demirtaş'a devletin birliğini ve ülke bütünlüğünü bozmaktan, Figen Yüksekdağ'a da devletin birliğini ve ülke bütünlüğünü bozmaya yardımdan ceza kesilmiş olması. Soruyorum: Devletin bütünlüğünü, milletin birliğini bozanlar Kobane davasında mahkûm edilenler mi, onları mahkûm ettirenler mi?

"
"