08 Ocak 2014

'Peki, biz bu kadar b.ku neden yedik Ağam?'

Son günlerin cinnet ortamında ben de aynı soruyu sorup duruyorum kendime

Hikâyeyi biliyorsunuzdur ama duruma öyle cuk oturuyor ki kısaca hatırlatmadan edemiyorum.

Maraba ile ağa, ağanın arabasında tıngır mıngır kasabaya gidiyorlar. Yolun yarısında, arabayı çeken hayvan patır kütür yola pisliyor. Ağa marabasının arabada gözü olduğunu biliyor. Hem marabayı küçük düşürmek hem de eğlenmek için, “Üle Memo! Şu boku yersen, arabayı sana verecem” diyor. Bizimki bir an düşünüyor, kararını veriyor, koşumları ağaya uzatıp arabadan iniyor ve taze at pisliğini yiyor. “Tamam”, diyor ağa “araba senin” Bizimkinin midesi dönmüş, gururu çiğnenmiş, kendinden iğreniyor. Ağa ise bir dakikalık bir eğlence uğruna arabasından olduğuna pişman, kendi budalalığına yanıyor. Dönüş yolunda ikisinin de ağzını bıçak açmıyor, ikisi de kurdukça kuruyorlar. Tam marabanın pislik yediği noktaya geldiklerinde ağa dayanamıyor; “Üle Memo! Bir halt ettim, şaka uğruna araba elden gitti, b.k yemenin ederini vereyim, arabayı geri alayım.” Memo’nun genzinde, ağzında, yüreğinde, öfkesinde hâlâ pislik tadı var. “Olur Ağam” diyor, “olur ama bir şartla: sen de aha şu kalan kurumuş b.kları yiyeceksin ki ödeşelim.” Ağanın gözü kararmış, iniyor bir miktar pislik de o yiyor. Çiftliğe yaklaşırlarken, Memo düşünceli, kederli soruyor: “Ağam, araba giderken de senindi dönerken de senin, peki biz bu kadar b.ku neden yedik?”

Son günlerin cinnet ortamında ben de aynı soruyu sorup duruyorum kendime.

 

Darbeciler, çeteler, suikastler, cinayetler hep uydurma mıydı?

 

Orduya kumpas kurulduğunu kendi pislikleri eşelenmeye başlayınca itiraf edenler, gerçekten bir kumpas (komplo) varsa, “paralel devlet” ya da “çete” diye adlandırdıklarıyla suç ortağı olduklarının farkında değiller mi? Peki, kumpasın mağduru oldukları iddia edilenlerin (Ergenekon, Balyoz ve benzer davaların sanıklarının) siyasî-ideolojik destekçileri, yandaşları şimdi hem F-tipi “çeteciler”le hem de kumpasın suç ortağı iktidarla ittifak kurarken vicdanî ve ahlakî açıdan ve demokratik siyaset açısından nerede duruyorlar, farkındalar mı?

Hatırlayalım: AKP’nin iktidara geldiği 2000’ler başından itibaren, ülkenin vesayetçi-darbeci güçlerinin meşru seçimlerle iktidara gelmiş Erdoğan ve kadrosuna karşı şu veya bu şekilde bir darbe teşebbüsü içinde olduklarını inkâr edebilecek olan var mı? Her şey gözlerimizin önünde olup bitti. Böyle bir tehdit altında olduğumuzu her an gözlüyor, yazıyor, çiziyor, söylüyorduk. AKP’yi, ister klasik bir askeri darbe, ister 28 Şubat’varî bir müdahale, ister başka bir şekilde alaşağı etmeye niyetli ve kararlı olanlar, mıntıka temizliği için yoğun bir psikolojik harekât sürdürüyorlardı. Bu harekâtta Ergenekon davası sanıklarının bir bölümünün içinde bulunduğu derin devlet çeteleri kullanılıyordu. Faili meçhuller, Kürtleri hedef alan provokasyonlar, gayrimüslimlere yönelen suikastlar, cinayetler, JİTEM, Danıştay cinayeti ve benzerleri, daha niceleri asker-sivil darbeci odakların kullandığı, yer yer de bağımsızlaşmış derin çetelerin işiydi. Yaşayarak biliyoruz.

İnsan hafızası unutkandır. Burada uzatmak yersiz; açın dönemin gazetelerini, arşivlerini; buram buram müdahale hazırlığı kokan, üstelik de kanlı olan (Hrant’ı bizden alan cinayet tek değildi) o kâbus ortamını hatırlamaya çalışın. Ben çok iyi hatırlıyorum; üstelik müdahale heveslisi kimilerini ya da darbeci generallerin sivil akıldanelerinin bazılarını tanıdığımdan, neyin peşinde olduklarını da biliyorum. Kullandıkları çeteler bir yana, asker-sivil üst düzey darbeciler kuşkusuz vatanı kurtarmak istiyorlardı. Bu onların yüz yıllık misyonuydu. Ama cehennem iyi niyet taşlarıyla döşenmiştir ve darbeciye darbeci demek de demokrasiye asgarî inancı olanın siyasî olduğu kadar vicdanî görevidir. Bildiklerim, izlediklerim, yaşadıklarım karşısında, kimse beni Ergenekon, Balyoz, vb. davalarının özünün düzmece olduğuna, orada yargılanan asker-sivil rütbelilerin tümünün birer demokrasi abidesi olduğuna inandıramaz. Yüzlerce suçsuzun mağdur olduğunun da altını çizerek söylüyorum bunu.

 

Gelelim gerçek kumpasa

 

Söz konusu davaların açılışında, yürütülüşünde, kesilen cezalarda, verilen hükümlerde; “İşin özü doğruysa varsın olsun. Kötü ama ne yapalım, kurunun yanında yaş da yanar” demenin, sadece hukukî değil vicdanî, ahlâki suç olduğu; gözünü yandaşlık, husumet, intikamcılık bürümemiş herkes tarafından altı yılı aşkın dava süreci boyunca öğrenildi, kabul edildi. Yüzlerce insanın gece baskınlarında alınıp hapishanelere doldurulması; düzmece suçlamalar, hîleli deliller, gizli tanıklar, savunma hakkının kısıtlanması, intikama ve infaza dönüşen uzun tutukluluklar, ilgisiz kişilerin ana davalara katılması (Oda TV, Ahmet Şık, Devrimci Karargâh), vb...vb... bencileyin bu davaları darbeciliğe karşı demokratikleşme uğruna destekleyenler açısından adım adım uyarıcı oldu. O zamanlar “davaları bizzat kendiniz (AKP-Cemaat koalisyonu) itibarsızlaştırıyorsunuz, karartıyorsunuz” diye yazmışım. Bugün kendi kumpas itiraflarına da dayanarak, sadece orduya değil tüm ülkeye, özünde demokrasiye kumpas kurulmuşsa, o komploya ortaksınız, diyorum. İstediklerinde bir saatte, bir gecede özel yasa çıkarabilen Erdoğan ve destekçileri, bu davalar ve KCK davaları söz konusu edildiğinde, “Mesele yargıya  havale edilmiştir, yargı kararlarını bekleyelim, yargıya güvenelim”den başka söz etmemişler; üsteleyenleri Ergenekoncu, Balyozcu, bölücü terör örgütü destekçisi ilan etmişlerdi.

 

Şimdi herkes debeleniyor   

 

Şimdi herkes, bütün siyasal kanatlar debeleniyor. Hükümetin hâli ortada; altını ıslatan çocuğun pipisini gösterip ben yapmadım miki yaptı demesine benzer şekilde eski suç ortağını işaret ediyor. Böylece “Ergenekoncuları, Balyozcuları” yanına alarak yolsuzluk soruşturmalarını birlikte karartmayı hesaplıyor. Söz konusu davaları manipüle eden Cemaatçi yargı, ileri gittiğinin farkında operasyon üzerine operasyon düzenlerken, o da CHP’nin, ulusalcıların, davaların mağdurlarının desteğini arıyor; alıyor da. İki hafta öncesine kadar Cemaati düşman ilan etmiş, Ergenekon- Balyoz savcılarını, hakimlerini F-tipi yargı diye damgalamış olanlar, şimdi MHP’sinden CHP’sine aynı savcıları, hakimleri neredeyse kahraman ilan ediyor, toz kondurmuyorlar.

Özetle; şimdi savcılar avukat, avukatlar savcı, suçlular suçsuz, suçsuzlar suçlu oldu. Ve bu durumdan çıkış yolu aranıyor. Ama çıkış yolu arayışı da aynı ilkesizlikle, hukuksuzlukla, kendi adamını kurtarma telaşıyla, bir yandan adalete hîle karıştırıp suçlu îmal etmek, öte yandan demokrasiye kasteden gerçek darbecileri aklama çabalarıyla sürüyor. Yolsuzluk soruşturmalarından paçayı kurtarmaya çabalayan Hükümet, 12 Eylül referandumu’nda kabul edilen anayasal hükümleri değiştirip eski haline getirme çabasında. Bu konuda da “Ergenekoncu (!)” larla uzlaşmaya razı. Dönen devrandan maksimum yararlanmaya çalışan muhalefet, ulusalcılar ve etki alanlarındaki kurumlar Ergenekon-Balyoz davaları sanıklarını kurtarmak için öneri üzerine öneri getiriyorlar.

Belki bu arada özel yetkili yargı kurumlarında, Terörle Mücadele Kanunu’nda, benzer konularda kimi değişiklikler, geçici tavizler koparılır. Ama dikkat edin: hazırlanan tasarılarda, Hükümetle yapılan pazarlıklarda KCK davaları, o davalardan tutuklu binlerce insan yok, devlete karşı işlenmiş suçlar bağlamında hiçbir şey yok, meselâ Türk yargısının en büyük skandalı sayılması gereken Pınar Selek davasında adalet sağlayıcı bir şey yok. Kimsenin umuru da değil zaten. Birileri paçalarını, diğerleri kendi adamlarını kurtarmaya çalışıyor ve pek güzel ortaklaşıyorlar. Çünkü herkes kendine demokrat, hukuk ve adaleti her kesim kendisi için talep ediyor.

 

Tek çözüm siyasal af

 

Kovadaki su bu kadar kirlenmişse, tek çözüm kabı boşaltmaktır. Kirli suyun üstüne biraz temiz su ilave etmek anlamına gelecek bazı davalarda yeniden yargılama ve benzer yolların büyük sorunlara ve karışıklıklara yol açacağını şimdiden görmek mümkün. Adının af olması gerekmez; yeni sayfa, temiz sayfa da denebilir; bütün teknik sorunların demokratik ve saydam şekilde çözümlenebileceği alternatifler yaratılabilir. Ancak, davalar arasında ayrım yapmayan, devlete karşı işlenmiş suç davalarının ve benzerlerinin tümünü içeren böyle bir adımın normalleşmeye yol açabileceğini düşünüyorum. Böyle bir affa karşı olan kimi kesimlerin temel itirazı KCK davalarından tutuklu veya hükümlü olanların ve Abdullah Öcalan’ın da böyle bir aftan yararlanma ihtimali olması. İşte tam da bu yüzden, barış sürecinin canlanması, toplumun normalleşmesi için asıl ihtiyacımız böyle bir adımdır. Yoksa sadece darbe- vesayet davaları sanıklarını kurtarmaya yönelik bir pazarlık ve uzlaşma huzur değil daha büyük sıkıntı getirir. Bana da başlıktaki soruyu sordurur: “Bizi bu b.ku neden yedirdiniz ağalar?”

Yazarın Diğer Yazıları

Bir yazamama yazısı

Yazıyoruz, söylüyoruz, bağırıyoruz, feryat ediyoruz da ne oluyor, ne değişiyor! Anlamsızlık, yetersizlik, boşuna çaba duygusu

Çocukları kefene sokan ruh hastası ilkel zihniyet

ÇEDES'in amacı çocuklarda çevre duyarlılığını geliştirmek ise, ormanlarımızın, tarım topraklarının, doğal zenginliklerimizin nasıl yok edildiğini, açgözlü vahşi talan düzeninin doğal yaşamı nasıl katlettiğini öğretin

Devletin birliğini bütünlüğünü bozan hainler kimler?

Dikkatimi çeken, Demirtaş'a devletin birliğini ve ülke bütünlüğünü bozmaktan, Figen Yüksekdağ'a da devletin birliğini ve ülke bütünlüğünü bozmaya yardımdan ceza kesilmiş olması. Soruyorum: Devletin bütünlüğünü, milletin birliğini bozanlar Kobane davasında mahkûm edilenler mi, onları mahkûm ettirenler mi?