Taraflar ve taraftarlar günlerden beri çözüm sürecini kimin bitirdiğini, çatışmazlık halini kimin sona erdirdiğini, savaşı ve şiddeti kimin başlattığını birbirlerini suçlayarak tartışırken canlar gidiyor beyler, farkında mısınız!? Çoluk çocuk, kadın erkek, asker polis, gerilla sivil halk ölüyor, öldürülüyor, kan akıyor, farkında mısınız? Hanelere kor düşüyor, evler, mahalleler, köyler, dağlar, ormanlar, meralar barındırdıkları hayvanlarla birlikte cayır cayır yanıyor. İnsanlar köylerinden, yerlerinden, topraklarından çıkarılıyor, göçe zorlanıyor, farkında mısınız, farkında mıyız? Sözde pek önemsediğiniz vatanın doğusu, güney doğusu kan ve ateş içinde. Kürt insanı, yükselen alevlerden ve dumanlardan artık batıyı göremez hale geliyor, görebildiği tek şey bombalanan toprakları, yakılan ülkesi, öldürülen evlatlarının parçalanmış cesetleri, postallarla ezilen kimliği, haysiyeti. Sizler bu cinnet ortamının sorumlusunun kim olduğunu tartışıp dururken, Türküyle Kürdüyle, bütün bileşenleriyle ülkenin geleceği yok ediliyor, farkında mısınız, farkında mıyız?
Kim başlattı sorusuyla oyalanmak yerine…
Tartışmaya bile gerek yok, bu şiddet ortamının ve dökülen kanın baş sorumlusu iktidardır. Çünkü siyasal iktidarlar iç savaş körüklemekten değil, karşısındaki güç kim olursa olsun, toplumun huzurundan, halkının esenliğinden, barışçı adımları demokratik yöntemlerle atmaktan sorumludur. Sorunu; kanlı provokasyonlarla, halkları birbirine düşürerek, askerini polisini savaşa sürerek, dört bir yanı bombalayarak, önüne geleni terörist ilan edip tutuklayarak, barışın şu sıradaki en önemli aktörü olabilecek HDP’yi bitirmeye çalışarak çözmeyi amaçlayan devlet, terör devletidir. Ayrıca sorunu çözmek gibi bir niyetinin olmadığı, aksine savaştan çıkar devşirmeye çalıştığı, bizzat devletin en tepesindeki zat tarafından, defalarca açıkça dile getirilmiştir. (Savaş son terörist bitirilene kadar sürdürülecek, bu topraklar için şehitler verilecek, Kürt sorunu yoktur, vb., vb.)
Erdoğan müzakere masasını devirene ve artık çözümün ancak filmini yaparlar türünden açıklamalara kadar, Kürt silahlı hareketinin Türkiye içinde ‘rutin dışı’ şiddet eylemlerine, çatışmalara giriştiğini söyleyemeyiz. Kimse, Demirtaş’ın ‘seni başkan yaptırmayacağız’ beyanı ve 7 Haziran sonuçlarına kadar hâlâ masada olan çözümün 8 Haziran’da bitirilmesini açıklayamaz.
Öte yandan, PKK/KCK başkanlarının, eşbaşkanlarının, kurmay heyetlerinin çeşitli açıklamalarının tarihlerine bakılacak olursa, onların da ‘halk savaşı’ için bir elleri tetikte bekledikleri, kadrolarını hazırladıkları görülür. Kısa ve öz konuşursak, Erdoğan iktidarı da PKK de, çözüm sürecinin başladığı o umutlu günlerden beri barışa hazırlanmak yerine savaşa hazırlanmış; barış planları yerine savaş planları yapmıştır. Bunca kan döküldükten, bunca acı yaşandıktan sonra barışa gerçekten inanan ve tarihe Kürt barışını sağlayan lider olarak geçmek isteyen Abdullah Öcalan’ın neden tecritte tutulduğunun, neden susturulduğunun cevabı da buradadır zaten.
Şimdi geldiğimiz uçurum kenarında, savaşı kim başlattı sorusuyla oyalanmanın anlamı yoktur.
Silahı kim bırakırsa o kazanacak
Sorulması ve çok acil cevaplandırılması gereken soru, "Savaşı kim sonlandıracak, kim elini tetikten çekecek, kim silah bırakıp çatışmalara, şiddete, misillemelere son verecek?" sorusudur.
Bu aşamada Erdoğan iktidarının savaştan medet umduğu, devlet terörünü yoğunlaştırarak sürdürme niyetinde olduğu, ahlaksız bir şehitlik propagandası eşliğinde gencecik insanları ölüme göndermekten çekinmeyeceği, bizzat kendi beyanları ve uygulamalarıyla ortadadır. Gözlerini kan bürümüş, psikolojik durumları hastalık sınırına varmış, korkularının esiri olmuş bir kadro var karşımızda. Ne ortak vatanın bölünmesi (ki adım adım oraya gidiliyor), ne milletin gönül bağlarının kopması (asıl acı bölünme), ne ekonomik çöküş umurlarında.
İktidardan umut kalmadığı bu noktada, Kürt silahlı hareketi, acilen ‘ama’sız, fakat’sız ateşkes’ yapma sorumluluğuyla karşı karşıya. Bu talep sadece HDP Eşbaşkanı Demirtaş’ın değil, bir avuç gözü dönmüş dışında Türkü ile, Kürdü ile bütün Türkiye insanlarının çığlığıdır, talebidir. Türkiye barış ve demokrasi güçlerinin ve de tarihin talebidir. Kandildekiler, uçaklar tepelerine bomba yağdırırken, ölüm kusarken, çatışma sesleri arasında, sıradan insanlardan, halktan uzakta bu güçlü talebi duymuyor olabilirler. Bu talep Öcalan tarafından Newroz meydanlarından milyonlara duyurulmuş, umut olmuştu. O günlerden bu güne halkların çığlığı ve talebi değişmedi, aksine daha da güçlendi. Türkü Kürdü, ‘Yeter, barış istiyoruz!’ diye bağırıyor duyan kulaklara. ‘Öcalan’ın iradesi irademizdir’ diyenler, bu çığlığa, bu talebe sağır kalırlarsa halkların ve tarihin önünde sorumlu olacaklardır.
Yarın, hemen yarın PKK tek taraflı ateşkes ilan ederse, Türkiye içindeki güçlerini çatışmasızlığa ve ellerin tetikten çekilmesine çağırırsa ve bunu tüm dünyaya duyuracak şekilde, yüksek sesle yaparsa, yenilen değil kazanan taraf olacaktır. Böyle bir durumda Türkiye ve dünya kamuoyu savaşın hesabını Erdoğan iktidarından soracaktır.
Bırakın, bırakalım bu aşamada ilk kıvılcımı kim çaktı tartışmalarını. Halkların ve tarihin kahramanı savaşı bitirenler, ellerini tetikten çekip, biz artık savaşmıyoruz, diyenler olacak. ‘Savaşa devam’ diyenler ise haklılıklarını ve halklarını kaybedecekler.
Bir kez daha HDP ve Demirtaş’la birlikte, tarihsel haklılığa sahip olanlardan ama’sız, fakat’sız silah bırakmalarını, tek taraflı ateşkes ilan ederek bu kirli savaşın gerçek galibi olmalarını isteyelim. En yüksek sesimizle, her yerde, Türk, Kürt, bütün halklar bir ağızdan, hep birlikte.