Afrin’de olup bitenler; bol yalan, bol haber kirliliği, bol hamaset ve propaganda eşliğinde, sağduyunun unutulduğu, gerçeklerin katledildiği bir hezeyan ortamında tartışılırken iktidarın niyet ve amacı da seçimlere “Afrin Fatihi” olarak gitmeyi planlayan Tayyip Erdoğan’ın konuşmaları ile belirginleşiyor.
Bir gece ansızın Afrin’e gireceklerini bildiren Erdoğan’ın ve AKP iktidarının, bu “operasyon”un ülkemize tehdit oluşturan terör örgütlerine karşı bir savunma harekâtı olduğunu söyledikleri günler geride kaldı. ABD’nin ve Rusya’nın; kaderlerini süper güçlere bağlama hatasını bir kez daha tekrarlayan Kürtleri, her zaman olduğu gibi yine satacaklarının belli olmasıyla birlikte ağızlar da amaçlar da değişti. Dur-çüş diyebilecek bütün ülkeleri çok milyar dolarlık silah alımlarıyla yemleyen Türkiye, köyü köpeksiz bulunca niyetini sözüyle de fiiliyle de açık etti. Cumhurbaşkanı “Afrin’in fethi yakın” diyerek meydanlardan defalarca müjde verirken, “Şöyle mehter marşı tarzında/tadında bir Afrin marşı bestelenmeli” derken, “Bu daha başlangıç, sırada Münbiç, Sincar, Kandil, vb., vb. var” diye sıralarken, harekâtın boyutları değil özü ve hedefi değişmişti artık.
ÖSO’nun yağmacılığını eleştirmeye ne hakkınız var!
TSK’ya müttefik kılınan ÖSO’nun Afrin merkezine girince yıkım ve yağmaya başladığı haberleri önce yalanlanmak istendiyse de videolarıyla, fotoğraflarıyla ortaya çıkınca mızrak çuvala sığmadı. Pes perdeden, utangaç cık-cık-cık’lar duyulmaya başladı. İktidar pek renk vermese de, vatan haini ilan edilmekten ödü kopan ve suça iştirakte sakınca görmeyen muhalefet, işin özüne itiraz falan değil, imajımız bozuluyor kaygı veya gerekçesiyle ürkek itirazlar yükseltti.
Oysa, iktidarın yere göğe koyamadığı; IŞİD’cilerden El Kaide’ye bölgeyi ateşe veren şer odaklarından devşirme lümpen güruhu olduğunu îma edeni neredeyse vatan haini ilan ettiği ÖSO’yu eleştirmeye kimin ne hakkı var? ÖSO fıtratını inkâr edecek değil; ve siz fetih dedikten, Afrin’i fethetmekten söz ettikten sonra fetihin kuralı olan yağmaya neden itiraz ediyorsunuz?
Afrin’deki gelişmeler konusunda Fehim Taştekin’in Gazete Duvar’daki 21 Mart tarihli yazısının ötesinde bir şey yazmak benim harcım değil. Ama onun yazdığı, benim de ilkokul tarih derslerinden hatırladığım fethedilen topraklarda belli bir süreyle sınırlı yağma hakkını (mesela İstanbul’u fetheden Fatih Sultan Mehmet askerlerine üç gün yağma hakkı tanımıştı) kullanmış olan ÖSO’yu eleştirmek neden? Eğer sıkıyorsa 21, yüzyıldaki bu fetih zihniyetini ve nevzuhur fatihlerin siyasetini eleştirin.
Demirci Kawa heykelini yıkmak
Bu işe dinî, etnik, mezhebî kinleri yanında yangın yeri olmuş ülkenin damarlarında kalan son kanı emmek için de girmiş paralı savaşçıların yağma yapmalarına şaşmamak gerek. Bölge halkının, özellikle de Kürtlerin kutsallarını, değerlerini yakıp yıkmaları da beklenen bir şey. Onlarla aynı zihniyeti taşıyan biraz daha yontulmuş modelleri yanı başımızda değil mi? Az heykel mi kırılır, az kutsal mekân mı tahrip edilir, az bayrak mı ateşe verilir çoğunlukla Allah-u Ekber nidaları ve kurt başı işaretleri eşliğinde…
Afrin’de Demirci Kawa heykelinin kurşunlanması ve parçalanmasına cık-cık’lananlar, ordumuzun, askerimizin imajı bozuluyor diye hayıflananlar Diyarbakır’ın kalbi Sur’un, barındırdığı bütün kutsallarıyla yıkımını Kürtlere iyi bir ders verilsin diyerek desteklememişler, en azından susmamışlar mıydı?
Demirci Kawa heykeli sadece Afrin Kürtleri’nin değil bütün Kürtlerin değeridir. O heykeli parçaladığınız zaman Kürt halkının kutsalına, değerine, kimliğine tecavüz etmiş olursunuz. Tıpkı Atatürk heykellerine el uzatılması gibi, bir caminin yıkılması, bir türbenin tahribi gibi…
Demirci Kawa heykelinin bir heykelden çok fazla olduğunu, hele de böyle çatışma ve yangın günlerinde sembollerin kendilerinin çok üstünde önem kazandığını ÖSO’nun çapulcuları bilmez, anlamazlar ama Afrin’i fethetmekle övünenlerin bilmeleri, sonuçlarını hesaplamaları gerekmez mi?
Emekliliği gelmiş bir vali, videosunu seyrederken bir komedi filmi sahnesi sandığım veda konuşmasında, kafasına ay yıldızlı takke ile kalpak arası bir şey geçirmiş, elindeki Zülfikâr’ı sallayarak böğürüyor: “Afrin’i de alacağız, Münbiç’i de alacağız, Musul’a da gireceğiz, Kudüs’e de gireceğiz” diye bağırıyor Allah-u Ekber nidaları arasında. Din iman sosuna bulanmış fetihçilik, savaşçılık, yayılmacılık… En ilkeli, en süflisi ÖSO’cularda yansıyan zihniyet daha utangaç, biraz daha yontulmuş şekilde, valisinden iktidarın tepelerine doğru kademe kademe yükseliyor.
Bayrak diktiğiniz yer sizindir!
Henüz Afrin merkezine girilmemişti. TSK tarafından ele geçirilen bir yerleşmede Suriye bayrağının indirilip ayaklar altında çiğnendiğini, yerine ÖSO ve Türk bayrağı dikildiğini gördük ekranlarda. “Mıntıkayı teröristlerden temizliyoruz” dendiği, henüz fetih sözcüğünün telaffuz edilmediği günlerdi. Muhalefetten “Orası Suriye toprağı, Suriye bayrağının indirilmesi yanlış anlamalara yol açar” minvalinde cılız birkaç ses çıktığını ve hemen bastırıldığını hatırlıyorum.
Kendi ülkemizde bazı bölgelere bayrak diktiğimiz olmuştur. Oraları düşman saydığımız kendi vatandaşlarımızdan kurtardığımız için… Ama yabancı bir ülkenin toprağına bayrak dikmek pek de alışık olduğumuz bir durum değil, çünkü bayrak dikmek burası artık benim demektir, oranın işgal edildiğini dosta düşmana açıklamaktır: bu kadar basit.
Afrin’de ÖSO amblemli bezle Türk bayrağının birlikte dalgalandırıldığını gördüğümde ülkem adına utandım ve yüreğim sızladı. Her türlü şiddete, teröre, savaşa karşı olan ben, ülkemin; zaferi ölen ve öldürülen insanların sayısıyla ölçen, komşu halkların topraklarına bayrak dikmeyi güçlülük sayan, silah ve savaş sanayiini kalkınmanın motoru olarak gören fetihçi, savaşçı bir ülkeye dönüşmesini, dünyada böyle anılmasını ve tarihe böyle geçmesini vicdanıma, ahlakıma yediremiyor, kabullenemiyorum.