02 Ekim 2019

Deprem vergilerimizin nereye gittiğini soranlara...

Halkın satın alma gücünün düşmesinin, en önemli ama en fazla suskunlukla geçiştirilen neden, savaşçı militarist siyasetin yol açtığı yıkımdır

Bazen, gözümüzün önündeki apaçık gerçekleri görmekte direniyoruz ya da görüyoruz, biliyoruz da dile getirmekten çekiniyoruz.

Şimdilik ucuz atlattığımız 5.8’lik Marmara depreminin ardından sorulan sorulardan biri de “Deprem vergileri nereye gitti?” sorusuydu. Öyle ya, 1999 depremi sonrasında getirilen, amacı depreme karşı kentsel dönüşümden tutun da deprem eğitiminin, amaca uygun toplanma yerlerinin hazırlanmasının, kamu binalarının, özellikle de hastane ve okulların depreme dayanıklı hale getirilmesinin finansmanını sağlamak olan bu verginin amacına uygun kullanılmadığı geçtiğimiz günlerde apaçık ortaya çıktı. İktidardaki yetkililer önce sustular sonra, muhalefetin sorusunu, “Vergiyi toplarız, paşa gönlümüz nasıl, nereye isterse öyle harcarız” anlamına gelen pişkinlikle cevapladılar.

En küçük bir özel bilgi kaynağına, hiçbir istihbarata sahip olmayan ben, sorunun cevabını hemen açıklayayım. Akıl almaz plansızlık ve kayırmacılıkla verilen inşaat ihalelerinde yandaş müteahhitleri palazlandırmaya, itibardan tasarruf olmaz gibi saçma gerekçelerle yeni sultanlara saraylar inşa edip, uçaklar alıp ultra-lüks yaşamlar sağlamaya, ama asıl savaşlara, komşu ülkelerin topraklarında hükümranlık kurma çabalarına ve de savunma harcamaları kamuflajı altında savaş sanayiine, silah alımına gitti.

Sadece şu meşhur S-400’lerin Türkiye’ye 2,5 milyar dolara patladığını; ABD ile F-35 cilveleşmesinin maliyetinin bunun çok üzerinde olduğunu; bezirgân Trump’ın Türkiye’ye milyarlarca dolarlık yeni ölüm techizatı satmak için Suriye toprakları üzerinden pazarlık yürüttüğünü, diğer silah tacirinin, “ondan alma, benden al” diyerek pazarlığı kızıştırdığını hatırlamak yeter.

Son Sayıştay raporundaki şu bilgi fazla söze gerek bırakmadan her şeyi açıklamaya yetiyor: Raporda bildirildiğine göre, Savunma Sanayii Destekleme Fonu’ndan yapılan harcamalar 2017’de 13,4 milyar TL’den 2018’de 22,5 milyar TL’ye yükselmiş, yani yüzde 70 artmış. 2019 yılı sonunda bu artış yüzde 100’ü aşacaktır.

Bu, meselenin görünen, açıklanan yüzü, devede kulak rakamlar. Bir de, yok beka sorunu, yok teröre karşı güvenli bölge oluşturma, yok terörle savaş diye sınırlarımızın dışında sürdürülen -ve biz fanilerin nerelerde ne haltlar karıştırıldığını çok az bildiğimiz- askerî harekâtların, operasyonların, hava saldırılarının maliyetini düşünün. Birliklerin sınıra ve sınır ötesine sevkiyatının, yabancı topraklarda üsler kurulmasının, Afrin gibi Münbiç gibi adeta fetih esprisiyle yerleşilen bölgelerdeki Türk askerî ve –utangaç- mülkî varlığının neye mal olduğunu hesaplayın. Cumhur İttifakı’nın savaş tamtamları çalmakta birbirlerini aratmayan ortakları; pahalılıktan şikâyet edenleri, geçinemiyoruz, yoksullaşıyoruz diyenleri, “Oralara fıstık leblebi atılmıyor, savaşın maliyeti var” diye susturmamışlar mıydı birkaç ay önce!

İktidardakiler, bugün herkesin hatta kendilerinin bile kabul ettiği büyük bir aymazlıkla, bölge hakimiyeti ve Osmanlı sınırları nostaljisiyle, Şam’da Emevî Camii’nde namaz kılma hayaliyle Suriye arı kovanına çomak sokmasalardı; Kürt korkusu ve düşmanlığıyla kendi beka’larından başka bir şey olmayan bir beka yutturmacasının zırhına bürünüp savaş naralarıyla Suriye topraklarına girmeselerdi bugün varılan çözümsüz noktaya gelinmeyecekti.

İçinde debelenip durduğumuz ekonomik krizin, kitlelerin gün be gün yoksullaşmasının, -uyduruk enflasyon rakamlarına aldırmayın siz, enflasyon hesaplarına balık oltası ve tenis topu bile giriyor-, halkın satın alma gücünün son iki yılda yarı yarıya düşmesinin, vb. çeşitli nedenleri arasında en önemli ama en fazla suskunlukla geçiştirilen neden, savaşçı militarist siyasetin yol açtığı yıkımdır.

Özellikle son altı yılda, doğrudan ya da dolaylı olarak savaşa harcanan kaynaklar ile depremin yol açacağı yıkım ve kaybın en aza indirgenmesi için mümkün olan önlemler büyük ölçüde alınabilirdi. Rantsal değil kentsel dönüşüm gerçekleştirilebilir, teknik donanım sağlanabilir, okullar, hastaneler, fabrikalar, alt yapı güçlendirilebilirdi. Kitlelerin bilincine yerleştirilmeye çalışılan sahte beka yerine, gerçek beka sorununa eğilip bu yönde bilinçlendirme, eğitim, hazırlık çalışmalarına ağırlık verilseydi, şimdi depremi korku ve çaresizlik içinde beklemezdik.

Kendilerini muhalif olarak adlandıran ve konumlandıranlar deprem vergilerinin nereye gittiğini sorarken, işin bu boyutunu görmek, görmekle yetinmeyip dile getirmek, irdelemek zorundadırlar. Yıllardır; “millî çıkarlar”ı saldırgan dış politikaya kalkan yapan, savaşı, kanı, ölümü, komşu ülkelerin topraklarına girmeyi, oralarda demografik yapıyı kendi tasavvurları ve ideolojileri çerçevesinde değiştirmeyi vatanseverlik diye, beka diye pazarlayan zihniyete teslim olan, en azından savaş ve silahlanma harcamalarını açıkça gündeme getirip karşı çıkmayan bir muhalefetin gelinen noktada gücü ve inandırıcılığı kalmayacaktır. “Vergileri toplar, istediğimiz gibi kullanırız. Yerseniz!” cevabı, sadece iktidarın pervasızlığının değil, muhalefetin aymazlığının ve devletçi-ulusalcı önyargıları aşamamasının da sonucudur.

Türkiye’ye saldıran falan yok, S-400’lerin kullanım ihtiyacı ve alanı yok. Belli siyasal-ekonomik çıkarlar peşinde olmayan, şoven milliyetçi önyargıların esiri olmayan herkes bunu biliyor. Siz saldırganlık yapmazsanız kimse durup dururken size saldırmaz. Ülkenin ve halkın beka’sı; saldırgan, savaşçı, militarist siyasette değil, gerçek “millî çıkar” olan barış siyasetinin benimsenmesinde, savaş harcamalarının kısıtlanmasında, çatışma değil uzlaşma zihniyetindedir. Bu konuda iktidarın söyleminin kuyruğuna takılmış veya sesini çıkarmaktan çekinen bir muhalefet inandırıcı olamaz.

Hiç unutmayalım; Suriye’den Türkiye’ye tehdit geliyorsa, terör saldırısı kuşkusu varsa bu mevcut iktidar koalisyonunun yanlış politikaları yüzündendir, savaşı diyaloğa ve çözüme yeğlediğindendir. Suriye sorununun sarpa sardığı şu günlerde Erdoğan’ın, “Fırat’ın doğusuna girdik, gireceğiz, sabrımız taşıyor, artık oyalanmayacağız,” vb. söylemine karşı, muhalefet “Girin de görelim, giremiyorsunuz işte, bir an önce girin” kışkırtması yerine, “Komşumuzun topraklarında işimiz yok, savaşı değil barışı zorlayalım” diyemedikçe,  sadece deprem vergisi değil, bütün varımız yokumuz savaşa aktarılacak ve biz gelecek depremlerde yine toprağın altında kalacağız.

Yazarın Diğer Yazıları

Desteğim DEM Parti'ye, oyum İmamoğlu'na

İstanbul Büyük Şehir'de İmamoğlu'na verilmemiş her oy Cumhur İttifakı'na, özünde Erdoğan'a gidecek

Vicdanını yitirmiş dünyanın vicdanını, ahlakını yitirmiş siyasetin ahlakını savunmak 

Ahlakını yitirmiş siyaset ve onun kadroları aşılmadıkça toplumdaki çürümenin önüne geçmek mümkün değil...

CHP, kuş mu deve mi olacağına karar veremezse…

Tek adam rejiminin yol açtığı toplumsal-siyasal çürümeyi engelleyecek, ortak vatanda hak, hukuk, adalet içinde ortak yaşamı sağlayıp ülkeyi yaşanabilir kılacak güçlü ve -sözde değil özde- demokratik bir muhalefete ihtiyaç var. Ana muhalefet partisinin kendini toparlaması ve demokratik güçleri kendi etrafında toplaması (6'lı Masa gibi değil, turnusol kağıdı Kürt meselesi olan gerçek demokratik güçler) bu yüzden önemli