19 Nisan 2023

Armudun sapı üzümün çöpü demeden…

Saplı armudu, çöplü üzümü yemem, demek lüksümüz yok. Sırat köprüsünün altında ülkeyi cehennem alevleri bekliyor; düştük mü yanarız

Cumhurbaşkanı adayları, ardından da partilerin aday listeleri açıklandı. Siyasî partilerin nasıl bir Türkiye, nasıl bir gelecek tasavvur ettikleri, seçmene neler vaad ettikleri artık biliniyor. 20 yılı aşkın süredir iktidarda olan AKP, yani Tekadam Erdoğan, muhalefetteki Millet İttifakı'nın bütün vaadlerini, kopyacı tembel öğrenci misâli zaman zaman el yükselterek tekrarlıyor. Seçmenin, "Bunca yıldır iktidardasınız, jötonunuz seçimlere bir iki ay kala mı düştü?" diye sormayacağından eminler. AKP seçmeninin ferasetini, zokayı yutup yutmayacağını en fazla bir ay sonra öğreneceğiz.

Kim muhalefet, kim şapkada tavşan?

Önce, sözde muhalefetle özde muhalefeti ayırmak gerekiyor. Günün toplumsal, siyasal koşullarında, muhalefet dediğimizde bir siyasal partinin programına, ideolojisine, tarzı siyasetine karşı olmaktan epeyce farklı bir duruştan ve durumdan söz ediyoruz. Önümüzdeki seçimlerde ülkemizin ve halkımızın kaderi, çocuklarımızın geleceği belirlenecek. Oligarşik diktatörlük mü özgürlük ve demokrasi mi; toplumsal-ekonomik aşağılanma mı hak-hukuk-adalet ortamında onurlu yaşam mı; ortak vatanda ortak yaşam, eşit yurttaşlık mı ayrılıkçılık, ayrımcılık, çatışma mı?

Oylarımızla bir cumhurbaşkanı veya bir parti seçmeyeceğiz, geleceğimizi seçeceğiz. Kısaca; kendilerini muhalefette görenler. Tekadam'a, onun rejimine ve İslamo-faşist ittifaka karşı oy kullanacaklar.

Bu açıdan bakılırsa, Millet İttifakı'nın, aynı zamanda Emek ve Özgürlük İttifakı bileşenlerince de desteklenen cumhurbaşkanı adayına yönelmeyen, onun seçilmesini riske sokan her tercih, -kendini istediği kadar muhalif saysın, ya da öyle görünsün- bilinçli ya da bilinçsiz olarak İslamo- faşist ittifakın destekçisi ve ortağıdır. Nedeni ne olursa olsun, desteğini hangi odaklardan alırsa alsın, cumhurbaşkanlığı seçiminin ikinci tura kalmasına veya yitirilmesine yol açacak her adaylık, sözde muhalefetten ibarettir.

"Tabii efendim, diğer adayların da demokratik haklarıdır, karışamayız ama…" gibisinden sözler kulakta siyasal etiğe uygun hoş bir seda bıraksa da, asla seçilemeyeceklerini bile bile ülke çıkarlarını hiçe sayan, kendi kişisel ve siyasal hırslarına geleceğimizi kurban etmekten çekinmeyen kişilerin adaylıklarını, bir yurttaş ve seçmen olarak olumlayamam, sineye çekemem. Yüzde 1'lik, 2'lik farkların dikta mı demokrasi mi tercihini belirleyeceği bir seçimde bu zevât Erdoğan'ın şapkasından çıkardığı tavşanlardan ibarettir.

Armudun sapını, üzümün çöpünü yutacağız

Millet İttifakı'nın, Emek ve Özgürlük İttifakı'nın, oyumu vereceğim Yeşil Sol Parti'nin (HDP'nin) milletvekili aday listelerine bakıyorum. Eksik adlar, fazla adlar, kazana atsanız birlikte kaynamayacağım adlar, ben merkezci tarzlarını, hamasî üsluplarını beğenmediğim adlar var.

Seçilebilir yerlerde tek bir Ermeni yokken liste dışı bırakılan, HDP'nin gerek Meclis'te gerekse kamuoyu nezdinde en başarılı milletvekillerinden Garo Paylan'ın eksikliği mesela (2. Dönem kuralı mazeret değil, gereğinde pekâlâ esnetilebiliyor)… Her konuşmasında HDP seçmenlerinin şu veya bu kesiminde, bileşenlerde, Müslüman seçmenlerde buruk tatlar bırakan Çandar mesela… CHP listesinden giren, CHP'li seçmenin tepkisini çeken, tartışma yaratan Sadullah Ergin mesela (Bu konuda Ergin'in kendisinden çok siyasî basiret ve nezaket göstermemiş olan DEVA Partisi'nin sorumlu olduğunu düşünüyorum.)… Ne hikmetse aday listesine dahil edilmemiş, ya da listelerin alt sıralarına sürülmüş, bulundukları bölgenin sevilen sayılan adlarının eksikliği mesela… Kürt fobisinden kurtulamamış Asena'lı İYİ Parti'nin bazı şoven Türk milliyetçisi adayları meselâ…

Yani hangi cinsten olursa olsun armutların, üzümlerin tümünün sapı çöpü var.. Ancak, bu yalan talan iktidarının değişmesini, hiç değilse normalleşme yoluna girilmesini isteyen, tünelin ucunda ışık görmeyi, umuda tutanmayı bekleyen muhalif seçmen, sırat köprüsünden bıçak sırtında geçerken önce bağrına taş sonra seçim pusulasına mühür basmak zorunda olduğunun da farkında.

Saplı armudu, çöplü üzümü yemem, demek lüksümüz yok. Sırat köprüsünün altında ülkeyi cehennem alevleri bekliyor; düştük mü yanarız. Karşı tarafa geçince cennete kavuşamayacağız, bunu da biliyoruz. Bolsonaro'yu iktidardan defeden Lula'nın deyişiyle: "Cennetin kapıları açılmayacak ama cehennemin kapıları kapanacak."

Tam bu noktada, 19. yüzyıl, 20. yüzyıl başı programlarını ve kafalarını değiştirmeden kıskançlıkla koruyan, Emek ve Özgürlük İttifakı'na dahil olmayı bile sapma sayan, Nuhu Nebî'den kalmış lafazanlığı devrimcilik sanan, şanlı geçmişlerinin (ki gerçekten de kahramanca ve şanlıydı) nostaljisiyle avunan marjinal sol örgütleri, kesimleri anmadan geçemeyeceğim. Onlar devrim yapmak için birilerinin cennetin kapılarını açmasını bekliyorlar. Ama, hepimiz birlikte yüklenmezsek, kenarda durup, "Aman kimse bana bulaşmasın, aman devrimciliğime krem sürülmesin, bekâretimi kıskançlıkla koruyum," diyerek en geniş muhalefet çemberinin dışında kalırsak, cennetin kapıları açılmadığı gibi cehennemin kapılarını kapamak da mümkün olmayabilir. Bu satırları Sol Parti'nin, Türkiye Komünist Hareketi'nin, Türkiye Komünist Partisi'nin seçimlere katılacağını okuduğum için yazıyorum. Evet, bu ve benzer partilerin oyları ancak bindelerle hesaplanacak kadar düşük ama birkaç yüz, birkaç bin oyun bile muhalefete milletvekilliği kaybettireceği bir seçim sisteminde bu arkadaşların hesabını anlamak, benim gibi fâniler açısından mümkün değil, velev ki mevcut düzenin devamından yana olsunlar…

Uzun lâfın kısası: Cehennemin kapılarını kapamak için armudu sapıyla, üzümü çöpüyle yiyeceğiz. Tek bir oyun heba olmaması, kişisel veya örgütsel bencilliğimiz yüzünden muhalefetin, özellikle de Emek ve Özgürlük İttifakı partilerinin tek bir milletvekili yitirmemesi için zaman zaman bağrımıza taş basarak oyumuzu akıllıca ve özveriyle kullanacağız. Bölücülük yapmayacağız ve seçmenin ferasetine güveneceğiz.

Oya Baydar kimdir?

Oya Baydar, subay bir baba (Ahmet Cevat Baydar) ve Cumhuriyet'in ilk öğretmenlerinden Behice Hanım'ın kızı olarak 3 Temmuz 1940'ta İstanbul / Kadıköy'de doğdu. Politik mücadele yıllarında içinde bulunduğu yapılara karşı da eleştirel bakışını esirgemeyen açık sözlü tavrıyla özgül bir etki yaratan; görüş, eleştiri ve önerileri her kesimde takip edilen yazar, Notre Dame de Sion Fransız Kız Lisesi'ni bitirdi.

Edebiyat hayatına esas itibarıyla 17 yaşında lise öğrencisiyken yazdığı ve Hürriyet gazetesinde tefrika edilen Umut Yolu adlı romanla atıldı. Françoise Sagan'ın Bonjour Tristesse romanından etkilenerek kaleme alınan bu roman, gazete tarafından ismi değiştirilerek Kalbimin Aradığı Erkek adıyla basıldı ve Baydar çok genç bir yazar olarak gazetedeki ilanlarda "Türkiye'nin Sagan'ı" olarak tanıtıldı. Baydar, gazete sayfalarında kalan bu romanını daha sonra kitap halinde yayınlamadı.

1960'ta lise son sınıftayken -kendisine okuldan atılma sıkıntısı da yaşatan- Allah Çocukları Unuttu romanını yayımladı. Baydar'ın ikinci romanı Savaş Çağı Umut Çağı (1963), ilk basımından yaklaşık 40 yıl sonra, 2010'da Savaş Çağı Umut Çağı: Bir Yirmi Yaş Güncesi adıyla yeniden yayımlandı.

Biri tefrika olarak Hürriyet gazetesi sayfalarında kalan, diğer ikisi ise kitap halinde basılan bu üç romanın ardından Oya Baydar, gazetecilik ve politik mücadele içinde geçen yaklaşık 30 yıl edebî eser kaleme almadı.

Hürriyet gazetesinde tefrika edilen romanından aldığı telif ücretiyle Paris'e gitti, orada sosyalist çevrelerle iletişime geçti. Paris'te kurduğu iletişimin etkisiyle sosyoloji okumaya kadar verdi.

1960'ta girdiği İstanbul Üniversitesi Sosyoloji Bölümü'nü 1964 yılında bitirdi. Aynı yıl sosyoloji bölümüne asistan olarak girdi ve "Türkiye'de İşçi Sınıfının Doğuşu" konulu doktora tezine başladı. Doktora tezinin Üniversite Profesörler Kurulu tarafından iki kez reddedilmesi üzerine, öğrenciler bu olayı protesto etmek için üniversiteyi işgal ettiler. Bu olay Türkiye'de ilk üniversite işgali eylemi oldu.

1966'da Türkiye İşçi Partisi'ne (TİP) üye oldu. Bir süre, ABD'de Columbia Üniversitesi'nde, sosyal bilimlerde istatistik yöntemleri konusunda çalıştı. 1969-70 arası Hacettepe Üniversitesi Sosyoloji Bölümü'nde asistanlık yaptı.

Toplumsal hareketliliğin yükseldiği, Türkiye'nin sosyalist düşünce ve örgütlenmeyle tanıştığı 1960'larda, edebiyatı tümüyle bırakıp toplumsal-siyasal yapı araştırmalarına yöneldi ve sosyalist hareket içinde aktif oldu. Sosyalist Parti İçin Teori ve Pratik (1970-71) dergisinin kurucuları arasında yer aldı.

12 Mart 1971 askeri darbesi sırasında Türkiye Öğretmenler Sendikası (TÖS) ile Türkiye İsçi Partisi (TİP) üyesi olduğu için tutuklandı ve üniversiteden çıkarıldı.

Bu dönemde Yeni Ortam ve Politika gazetelerinde köşe yazarlığı yaptı (1972-79). Eşi Aydın Engin ve Yusuf Ziya Bahadınlı ile birlikte İlke dergisini kurdu ve Türkiye Sosyalist İşçi Partisi'nin (TSİP) kuruluşuna katıldı.

Yazılarıyla ilgili olarak hakkında eski Türk Ceza Kanunu'nun 312, 142 ve 159. maddelerinden 30 dolayında dava açıldı. 12 Eylül 1980 askeri darbesi sırasında bulunduğu Almanya'dan Türkiye'ye dönemedi ve 12 yıl boyunca Almanya / Frankfurt'ta siyasi göçmen olarak yaşadı. Bu yıllarda Avrupa'nın çeşitli ülkelerinde, Sovyetler Birliği'nde, Moskova'da bulundu.

Baydar, sürgün yıllarının ardından 1992'de Türkiye'ye döndü. Tarih Vakfı ile Kültür Bakanlığı'nın ortak yayınları olan "İstanbul Ansiklopedisi"nde redaktör, "Türkiye Sendikacılık Ansiklopedisi"nde yayın yönetmeni olarak çalıştı.

Yeniden döndüğü edebiyatta ardı ardına yayımladığı öykü ve romanları ile çok sayıda ödül kazandı. Elveda Alyoşa ile 1991 Sait Faik Hikâye Armağanı'nı, Kedi Mektupları adlı kitabıyla 1993 Yunus Nadi Roman Ödülü'nü, Sıcak Külleri Kaldı romanıyla 2001 Orhan Kemal Roman Armağanı'nı, Erguvan Kapısı'yla 2004 Cevdet Kudret Edebiyat Ödülü'nü, Çöplüğün Generali romanıyla TÜYAP Kitap Fuarı'nda 2009 yılı Dünya gazetesi yılın telif kitabı ödülünü aldı.

İtalyan Carical Vakfı tarafından verilen "Akdeniz Kültürü Ödülü"ne 2011'de Hiçbir Yere Dönüş adlı romanıyla Oya Baydar layık görüldü.

Sıcak Külleri Kaldı romanı ile de 2016 yılının Fransa / Türkiye Edebiyat Ödülü'nün de sahibi oldu.

2001'de Türkiye Barış Girişimi'nin kurucusu ve sözcüsü olan yazar, aynı zamanda PEN Yazarlar Birliği üyesi.

Kitapları 23 dilde yayımlanan Oya Baydar, kuruluş günlerinden itibaren T24'te köşe yazıyor, İstanbul'da ve Marmara Adası'nda yazmayı sürdürüyor.

ESERLERİ

Roman

Allah Çocukları Unuttu (1960)
- Savaş Çağı Umut Çağı (1963)
- Kedi Mektupları (1997)
- Hiçbiryer'e Dönüş (1999)
- Sıcak Külleri Kaldı (2000)
- Erguvan Kapısı (2004)
- Kayıp Söz (2007)
- Çöplüğün Generali (2009)
- O Muhteşem Hayatınız (2012)
- Yolun Sonundaki Ev (2018)
- Köpekli Çocuklar Gecesi (2019)
- Yazarlarevi Cinayeti (2022)

Deneme

- Surönü Diyalogları (2016)

Öykü

- Elveda Alyoşa (1991)
- Madrid'te Ölmek
- Mırınalı Madride (2007)

Anlatı

- Bir Dönem İki Kadın: Birbirimizin Aynasında (Melek Ulagay ile, İstanbul 2011) Yetim Kalacak Küçük Şeyler (2014)
- Aşktan ve Devrimden Konuşuyorduk
- Oya Baydar ile Nehir Söyleşi (Ebru Çapa ile, 2018)
- 80 Yaş Zor Zamanlar Günlükleri (2021)

 

Yazarın Diğer Yazıları

1 Mayıs'ta Taksim'e çıkamamanın sorumlusu kim?

45 bin polisin işe koşulduğu bir ortamda, eski gücünde olmayan sendikal hareketin, uzun yıllardır pasifize edilmiş, aş-iş-ekmek derdindeki emekçi sınıfları Taksim'e çıkarmaya niyeti vardı, ama gücü yoktu

Istakoz, Maldivler, pahalı saat muhalefeti AKP'nin AK'lanmasına yeter mi?

AKP kendi içinde bir muhasebeye yönelmek istiyorsa 2002 AKP'sinden 2024 AKP'sine adım adım nasıl gelindiğini; ıstakozu, Maldivler'i bir yana bırakıp Reis'in metaformozu ve Beştepe zihniyeti üzerinden düşünmek zorunda

"Kobane düştü düşecek"ten Kobane Davası provokasyonuna

Başta CHP, demokratik muhalefet bu davaya sahip çıkmak zorundadır. Yargının ne ölçüde siyasallaştığını, sadece Beştepe'nin değil tarikatların, cemaatlerin elinde olduğunu herkesin bildiği Türkiye'de "Yargı kararıdır, ne yapalım," demek ipe un sermektir, tezgâhlanan provokasyona su taşımaktır