26 Nisan 2021

"Ama siz de Kızılderilileri öldürmüştünüz!"

1915'te, ulus devletin kurulma adımlarının atıldığı İttihat ve Terakkî döneminde bir halka: Ermeni halkına karşı işlenmiş bir suç var ortada. Bunun sorumlusu ben değilim, siz değilsiniz, dünkü, bugünkü iktidarlar değil. Ama 1915'i inkâr ederseniz, Türk'ün tarihinde suç yoktur, derseniz başkalarının suçunu, günahını gizlemiş, kabullenmiş, üstlenmiş olursunuz

Sovyetler döneminde bir fıkra anlatılırdı. Bir Amerikalı ile bir Rus tartışıyor. Amerikalı, "Muhalifleri Sibirya'da sabun yaptınız, bunca muhalifi yok ettiniz" diye başlıyor, Stalin dönemi cinayetlerinden geçip Gulaglar'dan çıkıyor. Rus'un inkâr edecek hâli yok, kıvranıp duruyor. "Ama siz de Kızılderilileri öldürmüştünüz" diye patlıyor sonunda.

Bugünlerde, Biden eşyayı adıyla çağırıp soykırım sözcüğünü telaffuz etti diye milletçe hop oturup hop kalkıyoruz. Cumhur İttifakı ile Millet İttifakı, her zamanki gibi tek ses, tek yumruk: "Tarihimizde utanacağımız hiçbir leke yoktur", "Soykırım Türk'e düşman iç ve dış hainlerin uydurmacasıdır", "Amerika Kızılderililere yaptıklarına baksın", "Böyle bir yalan yüce milletimize hakarettir", "Türk kıyım yapmaz", vb. vb…

Hemen söyleyim: Birkaç istisna dışında  tarihinde etnik, dinî, kültürel azınlıklara karşı bu türden suçlar, günahlar işlememiş ulus devlet yoktur. Özellikle kuruluş evresinde, ulus devletin ekonomik, siyasal, kültürel bütünlüğünü sağlamak için egemen çoğunluk etnik ve dinsel azınlıkları asimile etmek, asimile edemediklerini de dışlamak, yok etmek, mallarına mülklerine el koymak için baskıya, zorbalığa, tehcire, soykırıma başvurur. 1915 Ermeni tehciri bu sürecin tipik örneğidir, ne ilktir ne de tektir. İmparatorluğun parçalandığı, çeşitli ulusların Osmanlı'dan koparak bağımsızlığını ilan ettiği 20. yüzyıl başlarında Sünnî Türk ulus devleti kurulurken ilk ağızda kurtulunması gerekenler bu toprakların kadim halkı olan, Osmanlı'nın millet-i sadıka (sadık millet) diye adlandırdığı Ermenilerdi.

Başta Taner Akçam'ın kitapları, araştırmaları olmak üzere konuyla ilgili pek çok güvenilir kaynak ve geniş bir literatür var, burada benim uzatmama hiç gerek yok. Sadece, "tehcir"in hem amaç hem de sonuçları bakımından bir halkın zorla yerinden yurdundan çıkarılması, topraklarından koparılması, yok edilmesi olduğunu, tehcire uğrayan Ermeni nüfusun mallarına mülklerine el konulduğunu bilelim. Özellikle Akdeniz bölgesi, Doğu, Orta Anadolu kökenli büyük sermayenin kökenlerinin zorla el konmuş veya devletçe verilmiş emvalî metrukede olduğunu da unutmayalım, yeter.

Sözcükler gerçekleri değiştirmez

1915 Ermeni tehciri, yaşlı genç, kadın erkek, çoluk çocuk en az 650 bin (resmî verilere göre), bazı kaynaklara göre 1 milyon 600 bin insanın öldüğü, öldürüldüğü bir faciadır. Ermeniler Büyük Felaket, büyük kırım, kesim, kıyım diye ifade ederler başlarına geleni. 1915 kıyımını kim inkâr ederse, ya dünyadan habersiz cahildir ya da bile bile yalan söylemekte, bile bile suç ortaklığı yapmaktadır.

Belgeleriyle, tanıklarıyla apaçık olan böyle bir olaya ister büyük kıyım, ister büyük felaket, ister soykırım deyin, gerçek değişir mi? Gerçeği sözcüklerle oynayarak, hukukî kılıflar bularak saklayamazsınız. Tıpkı "öldürüldü" demek yerine "etkisiz hâle getirildi" dendiğinde ölüler canlanmadığı gibi.

Soykırım (génocide) kavramı ve sözcüğü ilk kez 1948'de Birleşmiş Milletler tarafından suç olarak kabul edildiğinde kullanılmış. Öncesinde sonrasında etnik, ırksal, dinsel grupların soylarının kırıldığının çok örneği var. Uygur Türkleri son örneklerden biri. Şimdi, sözcük oyunlarıyla veya 1948'den öncekilere soykırım denemez gerekçesiyle 1915'te olanları yok sayabilir miyiz, hadi diyelim ki kendi halkımızı uyuttuk, dünyayı, hele de mağdurları inandırabilir miyiz?

Tarihsel gerçekler inkâr edilerek yok olmuyor. Aksine, red ve inkâr hem kırıma uğrayanların hem de kırımı gerçekleştirmiş olanların bireysel ve toplumsal hafızalarında onarılmaz tahribata, kin ve düşmanlığa, vicdan çürümesine yol açıyor.

Tarihimizde ve günümüzde utanacak çok şey var

Türk milletinin tarihinde utanacak hiçbir suç yoktur, diye kösteklen Türk şoven milliyetçilerini izlerken kendi kendime şu soruyu soruyorum: İnsanları kitlesel olarak çoluk çocuk öldürmek, sürmek, yerlerinden yurtlarından etmek, suçlu suçsuz ayırmadan asmak, kesmek suç değil midir, bir millet için utanç vesilesi değil midir?

Bırakalım uzak geçmişi, modern devletlerin kurulduğu, ulus devletlerin oluştuğu yakın tarihe, öncelikle kendi tarihimize bakalım. Dersimlilerin tertele dedikleri 1937-38 Dersim kırımını hatırlayalım. Diyelim ki isyandı, diyelim ki eşkiyalıktı, mağaralara sığınan kadınların asker yerlerini bulmasın, içeriye gaz bombası veya ateş atmasın diye kırk günlük bebelerini boğmalarına, yaşlı, kadın, çoluk çocuk mısır tarlalarında makineli tüfekle taranmalarına, analarının etekleri altında sağ kalan çocukların yetiştirme yurtlarında veya evlatlık verildikleri ailelerin yanında Müslümanlaştırılmalarına, Munzur'un kan akmasına, ırmakların günlerce ceset taşımasına ne kulp bulacağız, ne diyeceğiz? Rumların, gayrimüslim azınlıkların evlerine girilip kadınların ırzına geçildiği, Hıristiyan din adamlarının saldırıya uğradığı, sünnet edildiği, evlerin ibadethanelerin ateşe verildiği 6-7 Eylül olaylarını düşünün (ki Dersim'in ikinci elden ve belgelerden, 6-7 Eylül'ün ise birinci elden görgü bilgi tanığıyım). Bu suçları uzaydan gelen yaratıklar mı işledi? Bunlar devlet eliyle işlenmiş insanlık suçları değil midir?

Bütün halkların, bütün milletlerin, bütün ulusların tarihlerinde ve bugünlerinde utanılacak suçlar vardır. Ve Türk devleti ile Türk milleti de bu suçlardan muaf değildir, hatta heybesi epeyce yüklüdür.

Halklara karşı işlenen suçlara devletler azmettirir

İster holokost olarak da bilinen Yahudi soykırımı olsun, ister Fransa'nın Cezayir'de, Almanların, İngilizlerin Namibya'da (ve Afrika'nın diğer ülkelerinde), İngilizlerin Aborjinlere karşı Avusturalya'da yaptıkları olsun, ister Amerikalıların Kızılderililere ve siyahîlere karşı uyguladıkları soykırım, kıyım, tehcir, (adını ne koyarsanız koyun) olsun, ister 1915 Ermeni tehciri/kırımı, 37-38 Dersim tertelesi olsun, tümünde olayın baş faili, esas suçlusu devlettir, iktidardır. Planlama, emir, telkin, teşvik merkezden gelir. 1915, İttihat ve Terakki'nin; Dersim, Cumhuriyet döneminde Halk Partisi iktidarının; 6-7 Eylül Demokrat Parti iktidarının suç hanesinde kayıtlıdır. Bu suçlar, egemen sınıf ve zümrenin çıkarları doğrultusunda, "devletin ve milletin yüce çıkarları" söylemiyle topluma mâl edilir.

Ancak halklar da masum değildir. Soykırımlar, kırımlar, zulümler kitlelerin desteğiyle uygulanır. Suç yaygınlaşır, anonimleşir, çoğunluğa mâl olmanın meşruiyetine bürünür. İnsanların kendinden olmayanı ötekileştirme, şeytanlaştırma, yok etme güdüsü, çıkar sağlama,  ötekinin malından mülkünden pay kapma hırsıyla birleşince, üstüne bir de din, iman, vatan, millet duygularının kışkırtması eklenince halklar soykırımların, kırımların işbirlikçisine, suç ortağına dönüşür. Bu yüzden soykırım veya benzeri devlet kaynaklı kolektif suçları kabullenmek, yüzleşmek, özür dilemek güç olur.

1915'i inkâr çabası bizi yüceltmez

Soykırım mı değil mi, Biden ne dedi, Putin ne kelam etti, bütün bunlar olanı değiştirmiyor. Meseleyi sözcüğe, terminolojiye indirgemek konunun bütün tarafları açısından çözüme, barışa, halklar arasında diyaloğa, yumuşamaya yardım etmiyor. 1915'te, ulus devletin kurulma adımlarının atıldığı İttihat ve Terakkî döneminde bir halka; Ermeni halkına karşı işlenmiş bir suç var ortada. Bunun sorumlusu ben değilim, siz değilsiniz, dünkü, bugünkü iktidarlar değil. Ama 1915'i inkâr ederseniz, Türk'ün tarihinde suç yoktur, derseniz başkalarının suçunu, günahını gizlemiş, kabullenmiş, üstlenmiş olursunuz.

Bu gibi durumlarda onlarca, hatta yüz yıl sonra bile olsa, devletlerin özür dilemelerinin anlamı kendilerinden öncekilerin işledikleri  suça ortak olmadıklarını, bu suçu üstlenmediklerini ifade etmektir, halkları işlemedikleri bir suçtan aklamaktır.

Bir devleti ve milleti suçu inkâr değil, o suça ortak olmadığını göstermek için sembolik de olsa başkaları adına özür dilemek yüceltir. Bunu yapabildiğimizde, ne Biden'ın sözlerinin hükmü kalır ne de dedelerin günahlarının ağırlığı.

Yazarın Diğer Yazıları

Romanını yazamadığım kahramanım Nazar

İnsan benim yaşıma gelip de birlikte yol yürüdüğü,  onlarla zenginleştiği dostlarını, arkadaşlarını yitirdiğinde sadece onların matemini tutmuyor, sadece onlara ağlamıyor. Her giden bizden bir parça koparıp gidiyor. Eksiliyoruz

Bir yazamama yazısı

Yazıyoruz, söylüyoruz, bağırıyoruz, feryat ediyoruz da ne oluyor, ne değişiyor! Anlamsızlık, yetersizlik, boşuna çaba duygusu

Çocukları kefene sokan ruh hastası ilkel zihniyet

ÇEDES'in amacı çocuklarda çevre duyarlılığını geliştirmek ise, ormanlarımızın, tarım topraklarının, doğal zenginliklerimizin nasıl yok edildiğini, açgözlü vahşi talan düzeninin doğal yaşamı nasıl katlettiğini öğretin

"
"