1 Eylül Dünya Barış Günü’nde, yedi iklim dört bucakta barış türküleri ve gökkuşağı bayraklarımızla alanlara çıkıp bayram etmek yerine; ülkelerimizin, Ortadoğu’nun, dünyanın, milyonlarca değil milyarlarca insanın kaderini ellerinde tutan sizlere seslenmek içimi acıtıyor, kendimi aşağılanmış hissediyorum.
Ama heyhat! Günler bayram edilecek günler değil. Ve de savaşların yıkımını engelleyebilmek için aşağılanmaya; daha fazla ölüm, daha fazla yıkım, daha fazla acı yaşanmaması için iblisin önünde bile diz çöküp yalvarmaya hazırım.
Suriye’nin ve bölgenin bu acıları yaşamasının başlıca sorumlusu olan Beşşar Esad, size sesleniyorum! Bunca ölüme, bunca yıkıma, bunca acıya değer miydi diktatörlüğünüz? “Kendim için bir şey istiyorsam nâmerdim. Her şeyi vatanım için, insanlarım için yapıyorum, bölge barışı için direniyorum” dediğinizi duyar gibiyim. İnanmayacaksınız ama doğru söylediğinizi de düşünüyorum. Çünkü kimse “ben cellatım” demez, cellatlar bile mesleklerini saklarlar çoğunlukla. Kimse ben eli kanlı, zalim bir diktatörüm de demez; namussuzun tekiyim de demez. Herkesin cinayet için bir nedeni vardır kendince; bütün diktatörler, bütün zalimler halklarının iyiliği için çalıştıklarına kendilerini inandırırlar, başkalarının da inanmasını beklerler.
Bana sorarsanız iktidar, koltuk, taht bir tek bebeğin, bir tek çocuğun, tek bir masum insanın hayatına bile değmez, değil ki milyonlarcasına... Bu 1 Eylül gününde size sesleniyorum: Çok geç kaldınız ama hâlâ mümkün; iktidar koltuğunuza, tahtınıza bir tekme vurun; muhalif ya da müttefikiniz, Suriye’nin bütün “yerli” güçlerinin katılacağı bir barış masasında ülkenizin yeniden kuruluşuna olanak tanıyın. İktidardan çekildiğinizi açıklamanız ve barış müzakerelerine yol vermeniz yeter. İşte o zaman, muhalefetin gerçekten özgür bir Suriye isteyip istemediği, çözüme hazır olup olmadığı, gözlerini kan bürümüş kökü dışarda cihatçıların gerçek niyetleri iyot gibi ortaya çıkar; kazanan Suriye olur, bölge olur.
Size sesleniyorum Sayın Erdoğan! Suriye’de çakan kıvılcımın ülkemizi de, bölgeyi de saracak bir yangına dönüşmesinden sorumlusunuz. Komşu ülkedeki gelişmeleri yanlış okumakla kalmadınız, sünnî ayaklara dayanan bir bölge gücü olma hayalleri ve fütuhat rüyalarıyla daha fazla kan akmasına, daha fazla acıya, daha fazla yıkıma yol açtınız. Bırakın Ortadoğu’yu, dünyaya hâkim olsanız değer miydi? Cevabınızı duyar gibiyim: “Suriyelileri korumak için, Suriye’ye özgürlük, demokrasi getirmek için, insanî amaçlarla yaptım.” Esad’a inandığım kadar size de inanıyorum. Daha fazla kan dökülsün, daha fazla insan ölsün, komşu Suriye yanıp yıkılsın, diyecek haliniz yoktu ya! İktidar hırsı, insanı sadece halka değil kendine karşı da yalan söylemeye iter. Her kötülüğün, her savaşın bir ama’sını buluverirsiniz.
Bir an durun, vicdanınıza dönün, kendinize sorun, iki yılı aşkın süredir olup bitenlerin yalansız bir muhasebesini yapın. Esad diktatörlüğünü düşürmek için giriştiğiniz, desteklediğiniz hamleler sonucunda Suriye’nin geldiği noktaya, Türkiye’yi, hatta partinizi ve kendinizi getirdiğiniz noktaya bakın. Görün maddi manevi yıkım tablosunu, görün bir koyup yüz kaybettiğinizi. Bunca akıldâneniz varken bana düşmez ama yine de kavrayamadığınız bir gerçeği gözünüze sokmak isterim. Türkiye halkı, şu sizin millî irade dediğiniz yüzde 50 de dahil (öteki yüzde 50 neyin iradesiyse!), Suriye’ye müdahale de istemiyor, savaş da istemiyor, yabancı askerlerin ülkemiz topraklarında konuşlanmasını, ülkemizden geçip Suriyelileri öldürmesini de istemiyor. Sorun savaşa sürdüğünüz Ceylanpınarlılara, sorun sınırlarda kimyasal silah tehdidine maruz bıraktığınız insanlara, sorun bütün Türkiye’ye... Müslüman, hıristiyan, laik, sünnî, Alevî, sağcı, solcu, Türk, Kürt, Arap, vb., başka hiçbir konuda bu kadar geniş ve güçlü bir mütabakat olmamıştır. Türkiye hep bir ağızdan Suriye’de savaşa hayır diyor, duymuyor musunuz?
Batılı güçlere, ABD’ye, müttefikiniz saydıklarınıza Suriye’ye karşı askeri güç kullanmaları için baskıda bulunurken, El Kaideci cihatçı teröristlere her türlü yardımı sağlarken, -ve en çok içimi acıtan, midemi en çok bulandıran- “muhalif güçler(!)” CİA ve benzeri emperyalist odaklara Şam’da nerelerin bombalanması gerektiğin İstanbul’da yapılan toplantılarda gammazlarken, lafını çok ettiğiniz ahlâki ve insanî değerleri nasıl unutuyorsunuz? Bırakın her şeyi bir yana; Obama’yı, AB’yi neredeyse taciz ederek zorladığınız dış müdahalenin Esad’ı daha da güçlendireceğinin ve Türkiye’yi sandığınızdan daha derin diplomatik, ekonomik, siyasal çıkmazlara sürükleyeceğinin farkında değil misiniz?
1 Eylül barış gününde, önünüzde hâlâ bir imkân var. Yanlıştan, bir devlet adamına yaraşır şekilde cesurca, namusluca dönmek. İnsanî yardımlar dışında (ki fazlasıyla yaptınız) savaşa bulaşmamak. Barış, özgürlük, Suriye halkı zerre kadar umurlarında olmayan, Esad’dan bile gaddar ve özgürlük düşmanı radikal İslamcı çetelerden desteğinizi açıkça çekmek. İnanın ve güvenin, halk tümüyle sizin yanınızda olacaktır. Korkmayın oyunuz düşer, iktidar elden gider diye; böyle cesur bir adım olsa olsa sizi güçlendirecektir.
Ve size sesleniyorum Obama! Hayatı boyunca emperyalizme, güçlünün güçsüzü dize getirmesine, sömürmesine karşı çıkmış şu 73 yaşındaki Türkiyeli yaşlı kadına kulak verin. Seçildiğinizde siyahların zaferi adına bayram ettim. Savaşçı Bush politikaları karşısında yumuşak güç olma adımlarınızı umutla izledim. Sistemin bağrından çıkmıştınız, biliyordum. Emperyalizmin kendini dönüştürerek var olduğunu, dünyayı dizayn etmekten vaz geçemeyeceğini de biliyordum. Ama her sistem kendi sürekliliğini sağlamak için bile değişime uğrar. Emperyalizmin globalizme evrildiği teknoloji çağında, artık yeni birşeyler söylemek gerekliliğini anladığınızı, dünyaya ve Ortadoğu’ya Bush’gillerden farklı bakmak gereğini kavradığınızı görüyordum. Ve biliyor musunuz, size acıyordum da, çünkü adım adım bu günlere geleceğinizi seziyordum. Şimdi, başta Türkiye’ninkiler, çok çeşitli baskılar altında ve hepsi birbirinden kötü seçenekler karşısında, birkaç yılda beyazlaşmış saçlarınızı karıştırarak, pek de niyetli olmadığı bir suçu işlemeye hazırlanan çocuk gibi kıvrandığınızı seyrederken, DUR, YAPMA, O ADIMI ATMA, SURİYE’YE TEK BİR BOMBA BİLE ATMA, diye haykırmak istiyorum. Hele de, “Maksadımız Esad rejimini değiştirmek değil, birkaç caydırıcı bomba atarız alt tarafı” gibisinden çaresizce saçmaladığınızda, inanın sizin adınıza hayıflanıyorum. Esad’ı devirmeyecek o birkaç bombanın bölgede neleri devireceğini bilmediğinize, bunun umurunuzda olmadığına inanamıyorum.
Sizin gücünüz elimde olsaydı, 1 Eylül Dünya Barış Günü’nde Suriye’deki yangını söndürecek formülü mutlaka bulurdum. Üstelik o formül hiç de karışık karmaşık değil. Konuyla ilgili ya da müdahil bütün ülkelerle acil müzakere, barış için bol taviz ve optimum dengelerde anlaşma. Biliyor musunuz; bölgede de, dünyada da herkese yer var, herkesin kendi çıkarını ötekinin çıkarını da gözeterek koruyabileceği imkân var.
Erdoğan, Obama, Esad! Barışa bir şans tanıyın, en azından daha fazla kan dökülmesini engelleyin diye hepinize yalvarıyorum. Ve çok, çok öfkeleniyorum. Ne hakkınız var çocuklarımın, küçük torunumun, benim, yurdum insanlarının, Suriyelilerin ve milyarlarca insanın kaderlerini tayin edip yaşamlarıyla oynamaya. Sanırım üçünüz de inançlısınız; kendinizi Tanrı yerine koyduğunuzu hiç düşündünüz mü? Ve kendi Tanrınızı öldürdüğünüzü...