Diyebilirsiniz ki, 29 Haziran tarihi itibariyle ekşi sözlüğe girilen entry’i dikkate alırsak “uzun şort tercihleri, xl formalar, bakımsız saçlar, problemli ciltler ile sınıfta kal”an, “çalım denemeleri az ve başarısız, uzaktan şut için kaslar çok zayıf, röveşata, trivela ömürlerinde görmemişler eeeee ne kaldı geriye yüz güzelliği mi? gülen yok yahu. hırstan kasılmış kırmızı suratlar”ın olduğu bir turnuva neden izlensin ki.
Oysa Lale Orta’nın araştırmasına göre kadın dünya kupalarının final maçlarında yapılan faul ve gösterilen sarı – kırmızı kart ortalaması düşük, topun oyunda kalma süresi ve atılan gol ortalaması yüksek. Biliyor musunuz; FIFA Kadınlar Dünya Kupası final turnuvalarında 180 maçta toplam 625 gol atılmış. Maç başına düşen gol ortalaması 3,47.
2019 FIFA Kadınlar Dünya Kupası maçları TRT-Spor ekranlarından yayınlandı
Daha ne olsun diyenler için ifade edelim; dahası da var. Outsport sitesine göre; 2019 yılı Kadınlar Dünya Kupası, 38 açık eşcinsel oyuncuyla FIFA turnuvaları tarihinde rekor kırdı. Anlaşılan erkek futbolcuların aksine kadınlar, onları yok sayan bir spor zemininde var olabilmenin gücü sayesinde kendilerini daha özgür ifade ediyorlar.
Ancak az faullü ve bol gollü maçlara rağmen erkeklerin dünya kupası kadar izlenmiyorlar. Öte yandan gelecek için ümit var. Çünkü FIFA’nın verilerine göre son kadın dünya kupasında stat bilet satışları 950.000’e ulaşmış.
Kadın ve Erkek Futbolu
İlk kez 1991 yılında Çin’de düzenlenen FIFA Kadınlar Dünya Kupası’nda maçlar iki devre olarak toplam 80 dakika oynanmış. 1995’ten itibaren ise süre 90 dakikaya uzatılmış.
Kadın futbolunda da oyuncu değiştirme hakkı erkeklerdeki gibi üç ile sınırlı.
İstatistikler kadın futbolunun daha yavaş ve toplama oynama sürelerinin daha düşük olduğuna işaret ediyor. Kadın kalecilerin havadan gelen topları kurtarma oranı da erkek kalecilere göre daha düşük. Serbest vuruş ve estetik çalımlarda ise bir fark gözlenmiyor. Kadın futbolunda daha az faul olması nedeniyle oyunun sık kesilmesi sorunu ise yaşanmıyor.
Kadın ve erkek futbolu arasındaki asıl farklılık kültürel alanda: Çünkü egemen toplumsal normlar uyarınca kadınlar erkeklere kıyasla daha geç futbol oynamaya başlıyor ve yine erkeklere kıyasla çok daha az kazanıyorlar. Örneğin Lionel Messi 5 yaşında forma giyme şansı bulmuşken, kadın futbolunun yıldızlarından olan Alex Morgan topa 13 yaşında vurmaya başlamış. Benzer biçimde Messi yıllık 40 milyon Euro kazanırken, kadın futbolunun “Pele”si Marta senelik ancak 400 bin Dolar’a imza atabilmiş durumda.
Sözün kısası; bu dünya hâlâ eril. Ve ne yazık ki bu erillik sadece erkeklerle kadınlar arasında değil, kadınların kendi arasında, hem de siyahi olanı dışlayarak hiyerarşi ve ayrımcılığa yol açıyor. Hem de tıp kurumunun gücü ve meşruiyetini kullanarak... Nasıl mı?
Kadın Kim?
FIFA Kadınlar Dünya Kupası’na hangi kadınlar katılabilir sizce? Heteroseksüel kadınlar mı? Lezbiyenler mi? Doğuştan vajeni olanlar mı? Translar mı? İnterseksler mi?...
Hasılı kelam: Kadın dediğin kimdir?
Birkaç yıl önce bir onur yürüyüşünde kimi kadınlar tarafından, trans kadınların doğuştan kadın olmadıkları için yürüyüşten çıkmalarının talep edildiğini hatırlarsak, rekabet ve kazanmaya dayalı egemen spor anlayışında yaşanan sorunun ne kadar can yakıcı olduğunu daha iyi anlayabiliriz.
Martina Navratilova ve Julia Lemigova
Yıllar öncesinde bir lezbiyen olarak cinsiyetçiliğe karşı verdiği mücadeleyle gönlüme taht kuran tenisin yıldız ismi Martina Navratilova’nın, “Bir penise sahip olup aynı zamanda kadınlarla yarışamazsınız” diyerek, trans kadınların, kadın sporlarında yarışmasına karşı çıkışı ise konunun ne kadar çetrefil olduğunu vurguluyor. Benzer biçimde Navratilova’nın, trans kadınlarla muhataplık konusunda sorun olmadığının altını çizerek, “Ama onlara karşı yarışmak istemem” açıklaması da zımnen testesteron hormonunun etkisini vurgulaması ve hegemonik biyomedikal tıp iktidarının olumsuz sonuçlarını hatırlatması açısından çok önemli.
Bununla birlikte yaşanan sorun, Navratilova gibi kadınların LGBTİ örgütlerinden ihraç edilmesi ile çözülebilecek kadar basit bir konu değil.
Cinsiyet Ne?
İki kere olimpiyat, üç kere de dünya şampiyonu olmuş Caster Semenya’nın yaşadıkları aslında cinsiyetin ne olduğunu sorgulamamızı sağlamalı.
Bilenler biler, Semenya’nın kanındaki testesteron düzeyi, kadınlar için öngörülen “normal” sınırların üzerinde. Bu patoloji nedeniyle kadın olduğunu beyan eden ve yaşamını bu gerçeklik üzerine kuran Semenya’ya inanmıyor ve bedeninin doğal durumunu tedavi etmesini istiyoruz uygar dünya olarak.
Caster Semenya
Gerçekten de Uluslararası Atletizm Federasyonları Birliği’nin (IAAF) kararları uyarınca, 400 metreden daha uzun yarışlara katılacak kadınların testeteron seviyesi normal addedilen düzeyin üzerindeyse; bu anormalliği düzeltmek için bu kişiler ya ilaç kullanmak ya da erkekler kategorisinde yarışmak zorundalar.
Yani IAAF’ya göre kadınlığı belirleyen ölçüt kandaki testeteron seviyesi!
Biyomedikal tıp kurumunun iktidarı bundan daha güzel nasıl idrak edilebilir ki...
Küresel elitler, sporun endüstrileşmesine, kazanmanın tek amaç haline getirilmesine, doğayı ve insanı yok eden şirketlerin sponsorluk sayesinde ellerini temizlemesini dert etmezken; Semenya’nın doğallığına, “kadın atletizminin bütünlüğünü korumak” amacıyla kafayı takmış durumdalar. Bu nedenle Semanya’nın, “Sadece doğal bir şekilde, doğduğumda nasılsa o şekilde koşmak istiyorum. Bana değişmem gerektiğinin söylenmesi haksızlık” çığlığını duymuyorlar.
Testesteron karşısında gözler kör, kulaklar sağır, dil lal olmuş bir vaziyette. Zaten IAAF’nın Genel Sekreteri’ne göre Semenya’nın “kadın olduğu açık, ama belki yüzde 100 değil”!
Kadınlığı, niceliksel olarak ölçmeye hakkı ve haddi olduğunu zanneden bir erilliğin vardığı son pespayelik...
Kutsal Erkek Bedeni
Ne garip ki, yeterince kadın olduğunu ispat etmek için insafsızca cinsiyet doğrulama testine tabi tutulan, tıp kurumunun normları uyarınca kendi doğallığı anormal olarak kabul edilerek sürekli ilaç kullanmaya mahkûm edilip hasta olarak etiketlenen ve garabet hukuk tarafından biyomedikal tıp kuralları uyarınca erkek olarak belgelenen Semenya’nın başına gelenlerle, cinsiyeti ve derisinin rengi arasında kopmaz bir ilişkinin var olduğunu görmek gerekiyor.
Bu dünya öyle bir erillik çıkmazına saplanmış ki; siyah kadın Semenya’nın doğallığını tedavi edilmesi gereken bir hastalık olarak kodlarken, olimpiyatlarda en fazla madalya kazanmış beyaz adam Michael Phelps’in bedenini adeta kutsallaştırıyor.
Michael Phelps
Oysa Phelps, boyundan uzun kolları ve ellerinin görece büyük olması nedeniyle çok etkili kulaçlar atmakta, ayakları anormal olarak çift eklemli olduğu için daha fazla bükülerek adeta yüzgeç görevi görmekte, vücudu anormal olarak normal bir insanın yarısı kadar laktik asit ürettiği için daha geç yorulmakta ve kalbi normal bir insanın üç katına kadar kan pompalayabilmekte.
Gelin görün ki, doğuştan gelen bu özellikleri nedeniyle Michael Phleps’i kimse ameliyata zorlamadı. Laktik asit üretimini arttırmak için onu ilaç kullanmaya mahkûm etmedi. Semenya’nın aksine yarışmalardan ihraç etmedi. Çünkü Phelps, beyaz bir erkekti.
Çözüm Nerede?
Aslında tüm bu sorunların çözümü uzaklarda değil. Biyoloji ve tıp kurumunda hiç değil. Aksine çözümler yanımızda, yanı başımızda, hayatın tam içerisinde...
Biliyor musunuz; eşcinsel ve biseksüel kadınlar tarafından kurulan Türkiye’nin ilk LGBTİ spor kulübü Sportif Lezbon’a katılmak için kadın olmanız şart değil. Çünkü kulüp, kadınlara ve LGBTİ bireylere dışlandıkları dünyanın parçası olma şansını vermeyi amaçlıyor. Irkçılığa, milliyetçiliğe, cinsiyetçiliğe, homofobi ve transfobiye karşı alternatif futbol ligi olan Özgür Lig’de mücadele ediyor.
Tıpkı Gazoz, Efendi ve Karşı Lig gibi... Tıpkı Atletik Dildoa ve diğerleri gibi...
Kaptansız, efendisiz, hırssız, küfürsüz, nefretsiz...
Kaos GL’nin dediği gibi: Eşcinsellerin Kurtuluşu Heteroseksüelleri de Özgürleştirecektir