Şiddet ve terör, Türkiye de dahil, Orta Doğu’da birçok insan tarafından olağan ve rutin bir olay olarak algılansa da, uygar dünyada böyle bir durum söz konusu değildir.
Örneğin, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin 2004 tarihli 1566 sayılı kararına göre, sivil olsun veya olmasın, herhangi bir kişiye yönelik öldürme, yaralama ve kaçırma eylemleri terör eylemleridir ve bu tür eylemler hiçbir siyasi, felsefi, ideolojik, etnik, dini ve benzeri gerekçe ile haklı çıkartılamaz.
Nitekim PKK’yı terör örgütü olarak niteleyen de sadece Türkiye Cumhuriyeti devleti değildir. Başta Almanya, Britanya ve Fransa olmak üzere, Avrupa Birliği ülkeleri ve Amerika Birleşik Devletleri de PKK’yı resmen bir terör örgütü olarak nitelendirmektedirler.
Ancak nasıl oluyorsa Türkiye’de, sadece PKK’lılar, KCK’lılar ve BDP’liler değil, medyanın bir kesimi de, PKK’yı, Kürt halkının özgürlüğü için mücadele eden bir gerilla örgütü olarak görüyor.
Bu kafayla ne terör sorunu çözülür, ne de Kürt sorunu çözülür. Terör ve şiddet sorunu çözülmeden Kürt sorununun çözüleceğine inanmak için ya gerçekten çok saf olmak lazımdır ya da kötü niyetli olmak lazımdır. Kürt sorununun da, terör sorununun da çözülmesinin önkoşulu, PKK’nın terör örgütü olduğunun kabul edilmesi ve PKK’nın terörü bırakmasıdır. PKK’yı, Türk Silahlı Kuvvetleri ile aynı kategoride savaşın eşit tarafı olarak göstermek, PKK ile yapılan görüşmeleri de bu çerçevede haklı çıkartmaya çalışmak, Kürt sorununun çözülmesiyle ilgili süreci baltalamaya çalışmaktan başka bir şey değildir.
Eğer bugün 12 Eylül askeri yönetimi hala devam ediyor olsaydı, PKK bir terör örgütü olarak değil, bir gerilla örgütü olarak görülebilirdi. Eğer bugün hala, Kürt kimliği tanınmıyor olsaydı, Kürtçe konuşmak, Kürtçe şarkı söylemek, Kürtçe kaset ve CD yapmak, Kürtçe gazete, radyo ve televizyon yayını yapmak, Kürtçe dil kursları düzenlemek yasak olsaydı, devlet televizyonunda Kürtçe yayın yapılamasaydı, Kürtlerin haklarını savunan siyasi parti kurulamasaydı, Kürt milletvekilleri TBMM’de temsil edilemeseydi, PKK yine bir terör örgütü olarak görülmeyebilir, özgürlük savaşçısı bir gerilla örgütü olarak görülebilirdi.
Eğer Türkiye, uluslararası hukuka göre tanınmış kendi yasal sınırları içinde terörle mücadele etmek yerine, adı Kürdistan olan başka bir ülkeyi işgal etmiş olsaydı, PKK yine bir terör örgütü olarak değil, bir gerilla örgütü olarak görülebilirdi. Örneğin, Türkiye Cumhuriyeti kurulurken, bu cumhuriyet farklı sınırlar içinde kurulmuş olsaydı, Doğu Anadolu’nun bir kesiminde ve Güneydoğu Anadolu’da da Kürdistan adında başka bir ülke kurulmuş olsaydı, Türkiye Cumhuriyeti de adı Kürdistan olan bu ülkeyi işgal etmiş olsaydı, örneğin, ABD’nin Vietnam’ı veya Irak’ı işgal etmesi, İsrail’in Filistin’i, Batı Şeria’yı, Gazze’yi işgal etmesi gibi bir durum söz konusu olsaydı, PKK yine bir terör örgütü olarak görülmeyebilir, özgürlük savaşçısı bir gerilla örgütü olarak algılanabilirdi.
Tüm bu durumlarda, Birleşmiş Milletler’in, Avrupa Birliği’nin, Amerika Birleşik Devletleri’nin terör tanımları ve terör hakkındaki yargıları sorgulanabilirdi. Ancak Türkiye’nin bugünkü koşullarında, PKK’yı ısrarla bir terör örgütü olarak görmeyip, terörü ve şiddeti meşrulaştıran bir anlayışı savunmak nasıl bir ilkelliktir?!
Bugün Che Guevara’yı terörist olarak gören kaç kişi var? Neredeyse hiç yok. Çünkü Che, tüm dünyanın saygısını kazanmış, insanların hayranlık duyduğu bir kahraman haline gelmiştir. Neden? Çünkü Che, Küba’daki Batista diktatörlüğüne karşı mücadele etmiş, askeri bir diktatörlüğün geçerli olduğu bir ortamda gerilla mücadelesi vermiştir. Che’nin Guatemala’da, Angola’da, Bolivya’da verdiği gerilla mücadeleleri de aynı koşullarda verilmiştir.
Che bugünkü koşullarda Brezilya’da, Arjantin’de, Venezuella’da, Bolivya’da, Ekvator’da gerilla mücadelesi verseydi komik durumlara düşmez miydi? Che aynı mücadeleyi bugünkü koşullarda bu ülkelerde verseydi, özgürlük savaşçısı bir gerilla olarak değil, bir terörist olarak anılmaz mıydı? Che zaten, bunu yapmayacak kadar uygar, akıllı, hassas ve insan sevgisi taşıyan birisiydi; dolayısıyla bu örneği düşünmek bile garip; ancak bunu hayali bir örnek olarak düşünecek olursak, bu durumda Che, dünyadaki tüm itibarını ve saygısını yitirmiş birisi olmaz mıydı?
Türkiye’deki Kürtlerin belli bir kesiminin, bu kişilerin sayısı ne kadar çok olursa olsun, PKK lideri Abdullah Öcalan’ı, Che Guevara gibi bir kahraman olarak görmeleri, traji-komik bir durumdur. Bu içi boş temelsiz bir fantazidir. Bu kişiler özgür iradelerini ve akıllarını, PKK propagandasına emanet etmişlerdir.
Che Guevara yaşasaydı, Abdullah Öcalan’ı ve PKK’yı lanetleyecek ve kınayacak kişilerden birisi olurdu. Che Guevara, sadece, PKK terör ve şiddet yöntemini benimsediği için değil, para kaynaklarını uyuşturucu kaçakçılığı, insan ve mal kaçakçılığı, haraç gibi yasa dışı yollardan elde ettiği için değil, sosyalizm adı altında etnik milliyetçilik yaptığı için de, Kürt milliyetçiliğini bir fetişizme dönüştürdüğü için de, enternasyonalist değil nasyonalist olduğu için de, ABD ve AB içindeki bazı emperyalist odakların maşası haline geldiği için de, Abdullah Öcalan’ı ve PKK’yı lanetlerdi ve kınardı.
Nitekim Che Guevara’nın dava arkadaşı, Küba devriminin öncüsü ve eski Devlet Başkanı Fidel Castro da, PKK’yı değerlendirirken, “PKK ABD’nin petrol bekçisidir” demişti. Che’yi örnek aldıklarını iddia eden PKK’lılar bu sözler karşısında şok geçirmişlerdi!
Bugün Türkiye Cumhuriyeti devletinin yapması gereken şey, hem Kürt sorununu, hem de terör sorununu çözmektir. Devlet, PKK ile hiçbir pazarlığa girmeden, PKK’dan tamamıyla bağımsız olarak, sadece temel insan haklarının uygulanması kaygısıyla; üniversitelerde Kürt dili, kültürü ve tarihi üzerine araştırmalar yapan ve eğitim veren enstitüler ve bölümler kurmalıdır; Kürtlerin yoğun olarak yaşadıkları bölgelerde, İlkokul’da ve Lise’de Kürtçe derslerini zorunlu kılmalıdır; aynı bölgelerde Kürtçe eğitim olanaklarını sağlamalıdır; Kürtçe olan köy, kasaba ve kent adlarını iade etmelidir, Kürt köy, kasaba ve kent adlarının Türkçeleştirilmesi uygulamasına son vermelidir; üniter yapı içinde de, Kürt kültürünün asimilasyona uğramasının önlenebileceğini göstermelidir; TBMM’deki yüzde 10 barajı uygulamasına son vermelidir.
Bunları yapmak için, PKK lideri Abdullah Öcalan ile görüşmeye gerek yoktur! Bunlar zaten, koşulsuz olarak yapılması gereken, Kürt halkının doğal hakkı olan şeylerdir.
Bir şeyi terör örgütü istedi diye yapmak, terörü ortadan kaldırmaz, aksine, terörü arttırır. Çünkü terörle istediğini elde ettiğini gören bir örgüt, elindekinden daha fazlasını elde etmek için, yine teröre başvurur.
Türkiye’nin, terörü sonlandırmak için teröristlerle müzakere yapmaya ihtiyaç duymayacak bir Başbakan’a ihtiyacı vardır.
Türkiye’deki Kürtlerin de, Kürt haklarını Abdullah Öcalan’dan ve PKK’dan daha iyi savunan liderlere ihtiyacı vardır.