Türkiye Cumhuriyeti’nde yaşayan Kürt kökenli vatandaşların oranı konusunda verilen istatistikler %15 ile %20 arasında değişiyor. Terör örgütü PKK’ya endeksli ve PKK’ya yakın siyaset yapan BDP’nin oy oranı ise yaklaşık %7. Türkiye’deki Kürt kökenli vatandaşların tamamı BDP’ye oy vermiyor ve PKK taraftarı bir bakış açısı taşımıyor.
Kürt kökenli vatandaşların nüfusun büyük çoğunluğunu oluşturduğu Güneydoğu Anadolu’da ve bazı Doğu Anadolu illerinde bile BDP oyların tamamını alamıyor. Bu bölgelerde oylar AKP ile BDP arasında bölünmüş durumda.
Diğer bölgelerde, yani Marmara’da, Trakya’da, Ege’de, Akdeniz’de, İç Anadolu’da ve Karadeniz’de yaşayan Kürt kökenli vatandaşların oylarının ise AKP, CHP ve BDP arasında bölündüğü tahmin ediliyor.
Sonuçta BDP ve PKK tek başına Türkiye’deki Kürtleri bir bütün olarak temsil etmiyor. Buna rağmen BDP ve PKK kendisini Kürtlerin Türkiye’deki temsilcisi olarak görüyor.
Bir terör örgütü ile müzakere yapmanın ve bir terör örgütünü muhatap kabul etmenin taşıdığı risklerin yanı sıra, şu anda yaşadığımız sözde barış sürecinin sorunlarından bir tanesi de bu.
Ancak Türkiye’deki Kürtlerin tamamının, BDP’ye oy vermemiş olsalar bile, PKK ile müzakere sürecini desteklediklerini varsaysak bile, bununla da yetinmeyerek, Kürtlerin nüfustaki oranıyla ilgili en yüksek tahmin olan %20’yi kabul etsek bile, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının bir bütün olarak bu süreç hakkında ne düşündüğü de, Türkiye nüfusunun büyük çoğunluğunun ne düşündüğü de dikkate alınması gereken en önemli unsurlardan birisi olarak karşımıza çıkmaktadır.
Bunun da ötesinde, Türkiye’deki Kürt kökenli vatandaşların tamamının “Türk milleti” sözünden rahatsız olduklarını varsaysak bile, geriye kalan %80’in hakları ve beklentileri ne olacak? Bu da en az %20’nin beklentileri kadar önemli bir unsur değil mi acaba? Yoksa, Türkiye’de %20’lik bir kesim, büyük çoğunluğu oluşturan %80’in haklarını mı gasp edecek? Türkiye’de %80, azınlık olan %20’nin vesayeti altına mı girecek?
Söz konusu %80 içinde elbette Boşnak, Çerkez, Laz, Arnavut, Arap, Rum, Ermeni kökenli vatandaşlar da var. Ancak sonuçta, etnik kökenleri ne olursa olsun, bu kesimler, “Türk milleti” kavramı ile kavgalı bir durumda değiller. “Türk milleti” kavramı ile kavgalı olan, bu kavramla barışık olmayan sadece Kürtlerin bir kesimi ve onların az sayıdaki destekçileri. Sayısı az, ama gürültüsü çok bir kesimden söz ediyoruz.
“Türk milleti” ve “Türk halkı” ve “Türk” kavramları Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş ilkelerinde ve Anayasa’da neye işaret ediyor? Vatandaşlık bağlamında, yurttaşlık bağlamında, Türkiye Cumhuriyeti’nin bir parçası olmaya, Türkiye Cumhuriyeti’nin bir üyesi olmaya işaret ediyor. Yoksa burada, etnik kimliğe yönelik başka etnik kimlikleri dışlayıcı ve ırkçı bir anlayış yok.
Cumhuriyet tarihinde, uygulama boyutunda elbette sorunlar yaşanmış ve bu çerçevede Kürt sorunu dediğimiz sorun ortaya çıkmıştır. Kürtler ve diğer etnik gruplar asimilasyona uğramıştır. Ancak üniter yapı korunarak ve Türkiye’nin bir iç savaşa sürüklenmesinin önüne geçilerek de, asimilasyon sorununu çözmek olanaklıdır. “Türk milleti” ve “Türk halkı” ve “Türk” kavramı Türk etnik kimliğine referans yapmadığı sürece, bu kavrama etnik kimlik üstü hukuksal, anayasal, vatandaşsal bir anlam yüklendiği sürece, asimilasyon sorununu çözmek her zaman olanaklıdır. Asimilasyon sorununu çözmek için illa “Türk milleti”, “Türk halkı” ve “Türk” gibi kavramlardan vazgeçmek gerekmez.
Nitekim demokratik ülkelerde de durum bundan farklı değildir. Almanya’da, Fransa’da, Britanya’da, İtalya’da, İspanya’da ana dili Almanca, Fransızca, İngilizce, İtalyanca, İspanyolca olmayan milyonlarca vatandaş yaşamaktadır. Buna rağmen bu vatandaşlar, kökenleri ne olursa olsun, o coğrafyaya göçmen olarak da gelmiş olsalar, o coğrafyada uzun süredir yerleşik konumda da olsalar, Alman halkının/milletinin, Fransız halkının/milletinin, Britanya halkının/milletinin, İtalyan halkının/milletinin, İspanyol halkının/milletinin bir parçası ve üyesi olarak sayılırlar. Konu etnik kökene, ana dile gelince, buradaki azınlıklar, kendilerini farklı tanımlayabilirler, ancak ulusal düzeyde herkes kendisini o ulusun, o halkın, o milletin bir parçası olarak tanımlar.
Amerika’da da, ister Çin kökenli olsun, ister İtalyan kökenli olsun, ister İrlanda kökenli olsun, ister Yunan kökenli olsun, ister Küba kökenli olsun, herkes kendisini sadece etnik kimliği ve ana dili ile tanımlamaz, herkes aynı zamanda kendisini Amerikan ulusunun bir parçası olarak görür.
Söz konusu vatandaşlar bu nedenle “Ben Amerikalıyım”, “Ben Almanım”, “Ben Fransızım”, “Ben Britanyalıyım”, “Ben İtalyanım”, “Ben İspanyolum” der.
Nitekim ABD’de farklı etnik gruplar olsa da, “Amerikan ulusu” diye bir kavram anayasada var ve kimse de bunu bir sorun haline getirmiyor. Fransa’da, Almanya’da ve İspanya’da da farklı etnik gruplar mevcut, ancak buna rağmen Fransa anayasası “Fransız halkı”, Almanya anayasası “Alman halkı” ve “Almanlar”, İspanyol anayasası “İspanyol ulusu” ifadelerini kullanıyor ve kimse de bunu bir sorun haline getirmiyor.
Ülkede yaşayanların çoğunluğunun ana dili Fransızca olduğu için ülkenin adı Fransa’dır ve bu ülkenin tüm vatandaşları “Fransız ulusunun” ve “Fransız halkının” bir parçasıdır; ülkede yaşayanların çoğunluğunun ana dili Almanca olduğu için ülkenin adı Almanya’dır ve bu ülkenin tüm vatandaşları “Alman ulusunun” ve “Alman halkının” bir parçasıdır; ülkede yaşayanların çoğunluğunun ana dili İspanyolca olduğu için ülkenin adı İspanya’dır ve bu ülkenin tüm vatandaşları “İspanyol ulusunun” ve “İspanyol halkının” bir parçasıdır.
Aynı şekilde, ülkede yaşayanların çoğunluğunun ana dili Türkçe olduğu için ülkenin adı Türkiye’dir ve bu ülkenin tüm vatandaşları “Türk ulusunun” ve “Türk halkının” bir parçasıdır.
Bu durum, söz konusu ülkelerde, herkesin etnik kimlik ve ana dile bağlı kimlik bağlamında Fransız, Alman, İspanyol, Türk olduğu ve olmak zorunda kalacağı anlamına gelmez. Vatandaşlık bağlamında Fransız, Alman, İspanyol, Türk olmak farklıdır, etnik kimlik bağlamında Fransız, Alman, İspanyol, Türk olup olmamak farklıdır.
Bir Almana, Fransıza, Amerikalıya, İtalyana, İspanyola “Sen nerelisin?” diye sorulduğunda, “Ben Almanım”, “Ben Fransızım”, “Ben Amerikalıyım”, “Ben İtalyanım”, “Ben İspanyolum” diye yanıt verir. Eğer yanıt İngilizce veriliyorsa, “I am German”, “I am French”, “I am American”, “I am Italian”, “I am Spanish” der. Eğer ayrıntılara girilirse kişiler etnik kökenleri hakkında da bilgi verirler.
Bir Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı yurt dışına çıktığında ve kendisine “Sen nerelisin?” diye sorulduğunda da, “Ben Türküm” demesi kadar doğal, eğer İngilizce yanıt veriyorsa, “I am Turkish” demesi kadar doğal bir şey olamaz.
Bazı Türklerin bu ezikliği, bazı Türklerin bu kompleksi, bazı Türklerin bu kendi ülkesinden bu kadar nefret etmesi nereden kaynaklanıyor? Elbette bu yabancılaşma sürecinde devletin ve hükümetlerin de sorumluluğu büyük. Ancak artık öyle bir noktaya geldik ki, olay öyle abartıldı ki, Türkiye Cumhuriyeti’nin adı Kürtiye Cumhuriyeti olarak değişse, bazı ezik, kompleksli, hınçlı, kin ve nefret dolu insanlar sokağa çıkıp bayram yapacak hale geldiler!
Bu kişiler, içinde “Türk” sözcüğü olan her şeyi silerek, bir yandan Türk etnik kimliğine ve ana dili Türkçe olan büyük çoğunluğa, bir yandan da Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığı kavramına hakaret ediyorlar!
Etnik kimlik bağlamında konuyu ele alacak olursak, bazı kişiler için Kürt etnik kimliği olumlu bir çağrışım yapıyor, Türk etnik kimliği ise olumsuz çağrışım yapıyor! Bu durumda, Kürt milliyetçiliğini kayıran zihniyetin, Kürtçülüğün, kendisini Türkçü olarak tanımlayan ırkçı ve faşist zihniyetten ne farkı kalır? Bu durumda, sadece BDP’lilerin ve PKK’lıların değil, BDP ve PKK hayranlarının da, MHP’lilerden ve BBP’lilerden ne farkı kalır?
%20’nin haklarını savunacağım derken, %80’in haklarını gasp etmek, hatta %20’nin haklarını savunmak kamuflajı altında, %100’ün haklarını ihlal etmek ve geleceğini tehlikeye atmak, temel insan hak ve özgürlükleriyle ilgili bir konu değildir. Bunun adı ya şapşallıktır ya da vatana ihanettir! Vatana ihanet, vatandaşa ve vatandaşlığa ihanetle aynı şeydir! Vatanı oluşturan, vatandaşlık kavramı etrafında bütünleşen vatandaşlardır!
Elbette ideal düzen, sınırların olmadığı, dünyada tek bir devletin olduğu, dünya vatandaşlığının olduğu bir düzendir. Ancak şu anda, binlerce ve yüzlerce yıl önce var olan kent-devlet, beylik ve imparatorluk gibi daha da ilkel modellere dönemeyeceğimize göre, dünya-devlet diye bir model de daha yüzlerce yıl kurulamayacağı için, belki de hiçbir zaman kurulamayacağı için, bazıları tarafından “ulus-devlet” olarak etiketlenen modeli yerden yere vurmak yerine, bu modeli geliştirmek ve temel insan hak ve özgürlüklerine uygun hale getirmek, onu aşırı milliyetçilikten, ırkçılıktan ve şovenizmden arındırmak, yapılacak en iyi şeydir.
Onun dışında medyada aylardır duyduğumuz her şey bir kandırmacadan, aldatmacadan ve safsatadan ibarettir.
Onun dışında söylenen her şey sorumsuzluktan başka bir şey değildir! Onun dışında söylenen her şey Türkiye’yi bir iç savaşa sürükler!
Her zaman olduğu gibi, bu anlaşıldığında, artık çok geç kalmış olacağız.