07 Haziran 2013

Türk Baharı ve Umudun Doğuşu

Bu sadece bir Türk baharı değildir, bu aynı zamanda gerçek bir bahardır! Bu Arap ülkelerinde söz konusu olduğu gibi sahte bir bahar değildir!

Türk halkı sonunda, padişah-halife-ulema Recep Tayyip Erdoğan’a karşı isyan etti. Üzerine ölü toprağı serilen, yıllardır İslamcı, dinci, faşist bir baskı ve korku altında yaşayan kitleler, özellikle genç kitleler, sonunda dayanamadı ve meydanlara, sokaklara döküldü. Türk halkı sonunda gurur duyulacak bir şey yaptı, onurunu korumasını bildi.

Yaklaşık 2.5 yıldır T24’teki bu köşemizde ortaya koyduğumuz tespitler ve öngörüler teker teker doğrulandı. Keşke bizim ve bizim gibi daha birçok başka yazarın, akademisyenin, bilim insanının, düşünürün, sanatçının, siyasetçinin söyledikleri daha önce ciddiye alınsaydı. İslamcı ve dinci camianın dışında yer aldığı halde, AKP’nin “demokrasi şampiyonu” ve “statüko karşıtı” olduğunu yıllarca savunanlar ve bizim görüşlerimizi ukala bir edayla küçümsemeye kalkan enayiler herhalde şu anda utanç ve mahçubiyet duygusu içerisindedirler diye düşünüyorum. Ancak yine de, onlarla hesaplaşmak yerine, onları kendi özeleştiri mekanizmalarıyla ve vicdanlarıyla baş başa bırakmak, geleceğe bakmak en iyi seçenek gibi görünüyor.

Geçmişte olanlar bir yana, bazı insanların aklı başına geç gelmiş olsa da, sonunda Türk baharı gerçekleşti! Mısır’da, Tunus’ta, Libya’da eski diktatörler devrilip yerine seçilmiş yeni diktatörler gelirken, bu ülkelerde İslamcı ve dinci siyasetçiler seçimle iktidara gelirken ve bu bize “Arap Baharı” diye yutturulmaya çalışılırken, Türkiye’de seçilmiş İslamcı ve dinci bir diktatöre karşı halkın çok önemli bir kesimi ayaklandı, laikliğe ve özgürlüğe sahip çıktı, dinci faşizmi ve padişahlık düzenini reddetti!

Bu sadece bir Türk baharı değildir, bu aynı zamanda gerçek bir bahardır! Bu Arap ülkelerinde söz konusu olduğu gibi sahte bir bahar değildir!

Protestolar önce Taksim Meydanı’nda başladı, ancak daha sonra yurt çapında yayıldı. Bir hafta içinde 70’den fazla ilde, 1000’e yakın protesto eylemi gerçekleşti. Eylemlere yüzbinlerce insan katıldı.

AKP hükümeti eylemleri polis şiddetiyle bastırmaya çalıştı, ancak bunu başaramadı. Eylemciler polisi Taksim Meydanı’ndan ve Türkiye’nin daha birçok başka meydanından, caddesinden, sokağından kovdu, polis, büyük kitlelerin eyleme destek vermesi sonucunda, birçok yerde geri çekilmek zorunda kaldı. Böylece faşist hükümetin faşist polisi ilk defa yenilmiş oldu. Geçtiğimiz yıl ODTÜ’de yaşanan durum, tüm Türkiye’ye yayıldı.

Kendisine karşı gelen muhalif gazetecileri, yazarları, akademisyenleri, siyasetçileri, askerleri, öğrencileri sahte ve taraflı yargı süreçleriyle hapishaneye atan, zinayı hapisle cezalandırmaya kalkan, kürtajı yasaklamaya kalkan, kürtaj yaptıran kadını katil ilan eden, öpüşen genç çiftleri ahlaksızlıkla suçlayan, kadınların kaç çocuk doğurması gerektiğine dair buyruklar ortaya koyan, milli içkinin ne olduğuna dair fetva veren, içki içenlere ayyaş diyen, alkol yasaklarını devreye sokan, 19 Mayıs ve 29 Ekim kutlamalarına sınırlama getiren, “4+4+4” formülüyle dinci eğitimi geri getiren, İmam Hatip orta okullarını yeniden açan, sözde laik eğitim kurumlarında din derslerini zorunlu kılan, TÜBİTAK’ta evrim teorisini yasaklayan ve sansürleyen, ateistleri hapisle cezalandıran, medyada sansür ve işten çıkartma uygulayan, televizyon ekranlarını ilahiyatçı konuklarla dolduran, heykel yıkan, tiyatro kapatan, kitap yasaklayan diktatör Erdoğan sonunda köşeye sıkıştı.

Gerçeklikten kopan, kendi yaşam biçimini ve anlayışını herkese zorla empoze etmeye çalışan despotik insan neye uğradığını şaşırdı. Üstelik bu despotik insan mesajı hala algılayabilmiş de değil. Gerçeklikten o kadar kopmuş ki, neyin olup bittiğinin farkında değil hala. Kendi hayal aleminde kurguladığı bir fantaziye göre ülkeyi yönetiyor.

Konuyu hala birkaç ağaç meselesi sanıyor! Önce göstericileri “bir kaç çapulcu” olarak nitelendirdi, dün de göstericileri DHKP-C ile özdeşleştirdi! Diktatör gerçeklikten tamamıyla kopmuş, ayağındaki gerçeklik zemini kendi hırsları ve inadı yüzünden tamamıyla kaymış!

Hükümet üyelerinin ve Cumhurbaşkanı’nın durumu da bundan çok farklı değil! Onlar sadece Erdoğan’ın “light” bir versiyonu. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül her ne kadar, Erdoğan’dan farklı olarak, demokrasinin seçimden ibaret olmadığını vurgulamış olsa da, ayrıca protestocuların mesajının alınmış olduğunu söylese de, bu mesajı onun da alıp almadığı tam bir netlik kazanmadı. Çünkü Gül hala olayı, bir çevre, park ve ağaç meselesi olarak ortaya koyuyor. İstanbul Belediye Başkanı Kadir Topbaş da öyle, Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç da öyle.

Arınç, Taksim Gezi Parkı’nda ilk eylemi yapan çevrecilere karşı polisin uyguladığı şiddetten dolayı özür diledi, ancak özürü sadece bununla sınırlı tuttu! Yani yaklaşık yüz kişinin katıldığı ilk eylemi akladı, onun arkasından yüzbinlerce insanın katıldığı eylemleri yargıladı! Yaklaşık yüz kişiye uygulanan polis şiddetini kabul etti, onbinlerce insana sonradan uygulanan polis şiddetini akladı!

AKP’nin şu andaki taktiği, sorunu bir çevre olayına indirgemek ve Taksim Gezi Parkı ile sınırlı tutmak. İlk üç gün olayları görmezden gelen aşağılık medyanın bir kısmı da, şu anda, AKP’nin bu taktiğini pazarlıyor! Oysa olay çoktan yurt geneline ve dünya geneline yayıldı! Konu artık bir çevre sorunu olmaktan çıktı, bir ulusal ve küresel siyasi sorun haline dönüştü.

Çünkü asıl tepki Gezi Parkı’ndaki ağaçların sökülmesine, buraya alışveriş merkezi ve/veya Topçu Kışlası vs yapılmasına yönelik değil. Asıl mesele AKP’nin yıllardır uyguladığı baskıcı, dinci politikalar, AKP’nin laikliğe vurduğu darbeler, AKP’nin düşünce ve ifade özgürlüğüne vurduğu darbeler! AKP’nin bu baskıcı ve anti-demokratik politikaları sona ermedikçe, bu meydanlardaki, caddelerdeki, sokaklardaki eylemler de sona ermeyecektir! Bunu herkes böyle bilsin! Bunu dünya görüyor, Türk halkının büyük çoğunluğu görüyor, ancak Erdoğan, AKP ve onun medyadaki uzantıları hala görmüyor.

Nitekim, yıllardır AKP’nin dinci ve baskıcı uygulamalarına sabır göstermeye çalışan kitleler için bardağı taşıran son damla alkol yasakları, Mustafa Kemal Atatürk’ü ima eden “ayyaş” nitelendirmesi, 4. Köprüye “Yavuz Sultan Selim” adının konması ve Gezi Parkı’ndaki polis şiddeti uygulaması olmuştur. Olay tek başına Gezi Parkı’yla bağlantılı bir çevre eylemi değildir.

Camiye (ki Türkiye’nin her köşesinde cami vardır) ve okula 100 metre mesafedeki yerlere yeni içki ruhsatı verilmesi yasaklandı, “içeceksen evde iç veya dağın başında iç” denildi, içki reklamlarının yapılması yasaklandı, görünürde içki satılması ve içilmesi yasaklandı, içki firmalarının sponsor olması yasaklandı, filmlerde, televizyonlarda içki görüntüleri yasaklandı. Oysa bu yasakların hiçbirisi gelişmiş demokratik ülkelerde mevcut değildir.

Üstelik, hem AKP, hem de medyanın önemli bir kesimi, bunların yasaklama değil, içki tüketimine yönelik sınırlandırma ve düzenleme olduğunu iddia etti! Bu uygulamada alkolle ilgili yasaklanan bir sürü şey var, ancak ona rağmen buna “yasak değil, sınırlama” dendi, halk enayi yerine kondu! Alkol yasağından söz edebilmek için mutlaka Başbakan’ın çıkıp, “Artık alkol içmek tamamıyla yasaktır” demesi mi gerekiyor?! Bunu zaten diyemez! Dese, ertesi gün Türk Silahlı Kuvvetleri bunu söyleyen Başbakan’ı zaten devirir! O nedenle ne yapacak? Alkole yönelik başka yasaklarla alkol tüketimini dar bir alana sıkıştırmaya çalışacak, alkolü daha dolaylı yollarla yasaklamaya çalışacak. Ancak buna rağmen AKP ve bazı medya üyeleri bunun bir yasak olmadığını savundular. Ancak hesap tutmadı, halk bu yalanı yemedi! (Cumhurbaşkanı Abdullah Gül alkol yasağı yasasını onaylarsa ülke çapındaki isyan hareketleri daha da artacak ve şiddetlenecek. Bu çerçevede şu anda Abdullah Gül’e büyük bir sorumluluk düşmektedir.)

Daha sonra ne oldu? Başbakan Erdoğan, “iki tane ayyaşın yaptığı yasa muteber oluyor da, dinin emrettiği bir yasanın sizin için neden reddedilmesi gerekiyor?” diyerek, bir yandan din ilkesine göre yasa yapılmasını savundu, bir yandan da Kurtuluş Savaşı’nın liderini ve Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ü imalı ve dolaylı olarak “ayyaş” ilan etti! Milyonlarca insan bu saygısız, terbiyesiz ve seviyesiz açıklama karşısında şok oldu.

Daha sonra ne oldu? Cumhurbaşkanı Gül ve Başbakan Erdoğan, İstanbul Boğazı’na inşa edilecek yeni köprünün adının “Yavuz Sultan Selim Köprüsü” olacağını açıkladı! Yavuz Sultan Selim kimdir? Osmanlı İmparatorluğu’nda Halifelik makamını kuran, ayrıca yaklaşık 40 bin Aleviyi katleden kişidir! Tarihteki en büyük Alevi katliamını gerçekleştiren Yavuz Sultan Selim’i böylesine yüceltmek de herhalde ancak AKP hükümetine yakışan bir tavır olabilir!

Ondan sonra ne oldu? Gezi Parkı’nı rantçılara kapatmaya çalışan, oradaki parkı korumaya çalışan gençlere polis tekme tokat, copla, biber gazıyla, çadır yakarak girişince, on binlerce insan Taksim’e akın etti, polisi buradan kovaladı. CHP’nin, Kadıköy mitingini iptal ederek, mitinge katılacak olan herkesi Taksim’e yöneltmesi, CHP dışındaki sol partilerin, İP’nin, TKP’nin, ÖDP’nin de, TGB ve ADD gibi sivil toplum örgütlerinin  de Taksim’e yönelmesi, asıl önemlisi, belki de o güne kadar siyasetle hiç ilgilenmeyen, ancak AKP’nin baskılarını günlük yaşamında hisseden vicdan sahibi onbirlerce gencin Taksim’e akın etmesi, bir anda Türkiye’de yeni bir sayfanın açılmasına neden oldu. Taksim’den sonra AKP karşıtı eylemler Türkiye’nin her iline yayıldı.

Bu eylemler sırasında bugüne kadar üç kişi öldü, yüzlerce sivil ve polis yaralandı. Önce bir eylemci arabanın altında ezildi, daha sonra Abdullah Cömert adlı bir CHP Gençlik Kolları Üyesi Hatay’da eylem yaparken kafasına aldığı darbeyle öldürüldü. Bu cinayetin failleri hala yakalanamadı.

Polis darbesiyle öldürüldüğü tahmin edilen Abdullah Cömert’in sosyal medyada paylaştığı son mesajı şöyleydi: "3 günde sadece 5 saat uyudum. Sayısız biber gazı yedim, 3 defa ölüm tehlikesi atlattım. Ve insanlar ne diyor biliyor musunuz? 'Boş ver, ülkeyi sen mi kurtaracaksın.' Evet kurtaramasak da bu yolda öleceğiz. (O kadar yorgunum ki, 3 günde 7 tane enerji içeceği 9 tane ağrı kesici ile ayaktayım. Sesim kısık vaziyette ama gene saat 6'da alanlardayım sadece devrim için)"

Abdullah Cömert öldüğünde cebinden sadece bir şey çıktı: Mustafa Kemal Atatürk’ün posteri!

Abdullah Cömert artık bir devrim şehididir!

Ölenler sadece siviller de değil. Dün de Adana’da bir polis memuru, eylemcileri kovalarken, yüksek bir duvardan düşerek yaşamını yitirdi. Daha kaç sivil ve polis bu eylemler sırasında ölecek, yaralanacak, belli değil. Erdoğan’ın kurduğu dikta rejimi yüzünden Türkiye patlamak üzere olan bir saatli bombaya dönüştü!

Erdoğan ise hala hırsına ve inadına yenik düşmüş bir zavallı gibi, faşizan ruhlu diktatör özelliklerine uygun olarak, olup bitenleri görmezden gelmeye ve küçümsemeye devam ediyor, öfke dolu mesajlar veriyor! Hala 20 milyonluk seçmeninden söz ediyor, kendisine oy vermeyen 20 milyonu halk olarak kabul etmiyor, üstelik “gerekirse ben de yandaşlarımı sokağa dökerim” diyerek olası bir iç savaşın temelini atıyor, polisi halkla karşı karşıya getirdiği yetmiyormuş gibi, halkı da halkla karşı karşıya getirmeye çalışıyor, nihai aşamada Türk Silahlı Kuvvetleri’nin devreye girmesine davetiye çıkartıyor! Darbeleri önleyeceğim diye darbeye davetiye çıkartan bir Başbakan yönetiyor ülkeyi! Bu gidişle eylemlerde en çok, “Ordu-Halk El Ele” sloganlarını duyacağız.

Taksim’de ve Türkiye’nin her yerinde CHP’liler, BDP’liler, TKP’liler, İP’liler, ÖDP’liler, TGB’ller, DİSK’liler, KESK’liler, ADD’liler ve hiçbir partiye ve sivil toplum örgütüne üye olmayan ve bugüne kadar apolitik olan gençler (artık onlar apolitik değil!), AKP’nin despotizmine karşı  büyük bir koalisyon kurmuş durumdalar, ancak Erdoğan hala bunun farkında değil. Ayyaş ve sarhoş bir adam gibi, şuursuz hareketler yapmaya devam ediyor.

Bugüne kadar olup biten olayları en kapsamlı bir biçimde sansürsüz veren tek televizyon kanalı Halk TV oldu. Orada yayınlanan bir sokak röportajında, Ankara’daki bir eylemci kız şöyle dedi: “İki ‘ayyaşın’ kurduğu cumhuriyeti, bir ‘ayık’ adam yönetmeyi beceremiyor.” İşin özeti budur!

Erdoğan, tarihteki her diktatörde söz konusu olduğu gibi, fantastik hayal aleminde dolaşmaya devam ede dursun, halk gücü ve eylem gücü, demokrasinin seçim sandığından ibaret olmadığını, çoğunluk ne isterse onun olamayacağını, laiklik ilkesinin demokrasinin önkoşulu olduğunu ona gösterecektir!

Türk halkı bu uğurda, geçmişte olduğu gibi, canını feda etmeye hazırdır! Bunu herkes böyle bilsin!

Kim inançlı, kim inançsız, kim tutkulu, kim tutkusuz, kim idealist, kim çıkarcı, kim güçlünün yanında, kim hakkın yanında, kim vatansever, kim vatan haini, bunu hep birlikte göreceğiz!

Yazarın Diğer Yazıları

Mağduru oynayan zalimler

Türkiye’nin seçimle iktidara gelen padişahına karşı yürütülen protesto gösterilerine katılan vatandaşlara, terörist muamelesi yapılmaya devam ediliyor

Darbeci Erdoğan

Erdoğan da şu anda, Mısır’daki darbeyi sert ve sistematik bir biçimde eleştiren dünyadaki nadir liderlerden birisi haline geldi

Gezinin sonuçları ve yararları

İstanbul’da Gezi Parkı’nda başlayan ve daha sonra tüm ülkeye yayılan, AKP hükümetini ve Recep Tayyip Erdoğan’ı protesto gösterilerinin üç büyük yararı oldu...