12 Haziran’da Türkiye genel seçime gidiyor. Bu seçim AKP’nin sivil diktatörlüğünden ve ekonomik sömürü düzeninden kurtulmak için çok önemli bir fırsattır. Son 5-10 yıldaki genel ve yerel seçim sonuçlarıyla birlikte son aylardaki anket sonuçlarını bir arada değerlendirdiğimizde, AKP ile yarışabilecek tek partinin CHP olduğu görülmektedir. AKP yönetiminden kurtulmanın tek yolu CHP’den geçmektedir. Diğer partilerin seçim kazanmak gibi bir şansları yoktur. Hatta CHP’nin de AKP’ye en yakın parti olmakla birlikte, şimdilik AKP’nin gerisinde olduğu tahmin edilmektedir. Bunu herkesin görmesi ve 12 Haziran’da sandık başına giderken ona göre düşünmesi, çok ciddi, sorumlu bir değerlendirme yapması, her şeyden önce mutlaka sandık başına gitmesi, oyunu kullanması ve oy kullanırken de oyların AKP lehine bölünmemesine dikkat etmesi gerekmektedir.
Madalyonun öteki yüzünü, yani CHP’yi son yıllarda yönetenlerin ne kadar büyük yanlışlıkların içine düştüğünü elbette biliyoruz. Bu doğrultudaki eleştirilerimizi zaman zaman gündeme getirdik. Deniz Baykal’ın Genel Başkan olduğu dönemde, partinin programındaki kurumsal kimlikten sık sık sapılarak sağ siyasete açılımlar yapılmış, kadro ve söylem bağlamında ideolojik zemin kaymaları yaşanmış, sol, sosyal demokrat, halkçı, devrimci söylemler ve politikalar arka planda kalmış, partinin 1976 Program Kurultayı ile resmileşen demokratik sol-sosyal demokrat kurumsal kimliğinden uzaklaşılmış, parti bir düzen partisi görüntüsü vermiş, parti içi demokrasi mekanizması çalıştırılmamış, tüzük anti-demokratik bir hale getirilmiş, tabandan tepeye doğru değil, tepeden inme bir örgütlenme modeli geliştirilmiş, Parti Meclisi’nin tüzükte belirtilen işlevlerini yerine getirmesi ve bu çerçevede parti politikalarını belirlemesi engellenmiş, parti içi eğitim büyük ölçüde askıya alınmış, sağlıklı bir üye yapısı oluşturulmamış, parti kapılarını gençlere kapatmış, kadrolarını yeterince yenilememiş, Türkiye’nin sorunlarına yönelik çözüm önerilerini ve projelerini yeterince anlatamamış, halkla kalıcı bir temas sağlayamamış, sağlıklı bir iletişim kuramamış, halkın ekonomik ağırlıklı gündeminin gerisinde kalmıştır. Sonuç olarak CHP Baykal ile girmiş olduğu tüm seçimleri, yani toplam sekiz genel ve yerel seçimi, her seferinde açık bir farkla kaybetmiştir.
Baykal’ın istifa etmesinden sonra, 2010 yılında, Kemal Kılıçdaroğlu CHP Genel Başkanı olmuş, Kılıçdaroğlu sol, sosyal demokrat, halkçı, devrimci söylemi yeniden canlandırmış, ancak bu söyleme uygun tutarlı kadroları oluşturmakta ve bu söyleme uygun somut projeler geliştirmekte yetersiz kalmış, siyasetini, bir önceki dönemde yönetimin yaptığı gibi, ağırlıklı olarak retorik ve polemik üzerine kurmuştur. Söz konusu dönemde ayrıca, verilen tüm sözlere rağmen, parti içi demokraside hiçbir gelişme sağlanmamış, tüzük değişikliği yapılmamış, tüzükteki anti-demokratik maddeler kaldırılmamış, Parti Meclisi’nde, İl, İlçe kongrelerinde çarşaf liste ile seçime gidilmesi, milletvekilliği adaylarının belirlenmesinde önseçim uygulanması, genel başkanlık için adil bir seçim yapılabilmesi doğrultusunda bir tüzük değişikliği gerçekleşmemiştir. Kılıçdaroğlu geçen yıl, sadece kendisinin ve çalışma arkadaşlarının belirleyeceği Parti Meclisi üyelerini seçmek için değil, demokratik bir tüzük yapmak için Kurultay toplasaydı, arkasından da bu tüzükle Parti Meclisi’ni ve milletvekili adaylarını belirleseydi, 12 Haziran seçimlerine çok daha güçlü bir biçimde girebilirdi. Böylece CHP’de siyaseti yönlendirenler yarışarak, hak ederek bir yerlere gelmiş olan kişiler olurdu; son yıllarda ve halen olduğu gibi, yanlışlar karşısında yıllarca susarak, bir arkadaş grubunun üyesi olarak, birinin adamı ya da kadını olarak, birilerine yağ çekerek, yalakalık yaparak, torpille, paraşütle bir yerlere gelinmez, herkes ideolojisiyle, siyasi düşünceleriyle, projeleriyle yarışarak bir yerlere gelmiş olurdu.
Her şeye rağmen, Kılıçdaroğlu’nun sadece bir yıl önce Genel Başkan olduğu dikkate alınarak, parti içi demokrasinin sağlanması, tüzük değişikliğinin yapılması, partinin kadrolarının yeniden belirlenmesi, Türkiye’nin sorunlarına yönelik somut ve ikna edici çözüm önerilerinin geliştirilmesi, sosyal demokrasinin ve sol kimliğin sadece sözde ve söylemde kalmaması, CHP’nin düzen partisi olmaktan çıkması yönünde atılımlar yapacağına dair bir umut, CHP tabanında, kısmen de olsa, hala varlığını sürdürmektedir. Kuşkusuz CHP tabanı bu konularda yönetimi yakından takip etmeye devam edecek, bu alanlarda bir gelişme sağlanmaması durumunda yönetime karşı tepkisini göstermeyi ve CHP’ye sahip çıkmayı bilecektir.
Ancak tüm bunlara rağmen, şu anda, hem CHP tabanının hem de tüm Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının gündeminde daha öncelikli olması gereken bir konu vardır: AKP’nin sivil diktatörlüğünden ve ekonomik sömürü düzeninden kurtulmak. Bu da sadece ve sadece seçimle olabilecek ve olması gereken bir şeydir.
Türkiye’de resmi sayılara göre çalışabilecek her on kişiden birisi, gayri resmi verilere göre her on kişiden ikisi işsizdir. Çalışanlar ise ciddi boyutlarda geçim sıkıntısı yaşamakta, gelir dağılımındaki dengesizliğin kurbanı olarak, sömürülerek çalışmak zorunda kalmaktadır. Vatandaşlar nitelikli ve ücretsiz eğitim ve sağlık hizmeti alamamakta, sadece imkanı olan çok küçük bir azınlık doğru dürüst eğitim ve sağlık hizmeti alabilmektedir. Seçmenler büyüme hızı, düşük enflasyon, kavşak, köprü, tünel, yol gibi kişisel ekonomiyi doğrudan hiç ilgilendirmeyen sayılarla, projelerle uyutulmakta ve uyuşturulmaktadır. Büyüme hızına rağmen işsizlik neden çözülemiyor, gelir dağılımındaki dengesizlik neden giderilemiyor, düşük enflasyona rağmen halkın alım gücü neden artmıyor, bunu sorgulayan yok.
İnsan hakları, düşünce ve basın özgürlüğü açısından bakacak olursak, gazeteciler, yazarlar, öğretim üyeleri, siyasetçiler, sivil toplum örgütü liderleri, “Ergenekon” adını taşıdığı öne sürülen bir terör örgütüne üye oldukları iddiasıyla tutuklanmış, binlerce insanın telefonu dinlenmiş, gerçek darbeciler, gerçek yasa dışı çeteler, kontr-gerilla, gladio yargı önüne çıkartılacağına, fatura bazı gazetecilere, yazarlara, öğretim üyelerine, siyasetçilere, sivil toplum örgütü liderlerine kesilmiş, uzun yargılama süreciyle tutuklu yargılama uygulaması birleştirilerek, suçlu mu suçsuz mu olduğu, hatta ne ile suçlandığı hala bilinmeyen kişiler, yıllarca hapiste yatmak zorunda bırakılmış, Türkiye 12 Eylül askeri darbesinden sonraki en karanlık, en baskıcı dönemine girmiştir.
Şu anda öncelik AKP’nin sivil diktatörlüğünden ve sömürü düzeninden kurtulmaktır. Bu nedenle, daha önce hangi partiye oy vermiş olursa olsun, oy vermemiş vatandaşlar olsun, tüm vatandaşların sandıkta CHP’ye oy vermeleri, Türkiye’nin geleceği açısından CHP’de birleşmeleri, en doğru yoldur. Şu anda kimsenin, hiçbir şeyi beğenmemek, CHP’nin bazı çok önemli sorunlarından dolayı CHP’ye küsmek ve kızmak gibi bir lüksü yoktur. En azından şu kadarı açıktır ki, gelebilecek olan bir CHP gidebilecek olan bir AKP’den daha kötü olamaz. Öncelik dibe vurmuş olan Türkiye’ye bir nefes aldırmak, Türkiye’ye bir yol açmaktır. Yine Türkiye’nin sorunlarıyla ve geleceğiyle yakından ilgili olan CHP’nin iç sorunlarına da ondan sonra elbette sıra gelecektir.