Türkiye’deki birçok gazeteci, yazar, akademisyen, siyasetçi ve sanatçı PKK’yı bir terör örgütü olarak değil, bir gerilla örgütü olarak görüyor. PKK’nın asker, polis, sivil on binlerce kişiyi öldürmüş olması, onun terör örgütü kategorisine girmesine yetmiyor.
Kürtlerin çoğunluk olduğu bölgelerde Kürtçe dilinde eğitim alınabilmesi, devlet okullarında Kürtçe dersinin verilmesi, devlet üniversitelerinde Kürt Dili ve Edebiyatı bölümleri ile Kürt kültürü üzerine araştırma birimleri kurulması ve Kürt yerleşim birimlerinin Kürtçe adlarının iade edilmesi konularında hala bir ilerleme sağlanamadıysa da; Türkiye’de artık Kürt kimliği ve kültürü devlet tarafından inkar edilmediği halde, hem devlet kurumlarında hem de özel kurumlarda Kürtçe yayın hakkı sağlandığı halde, Kürtçe dilinin özel eğitim kurumlarında öğrenilmesi olanaklı olduğu halde, vakıf üniversitelerinde Kürt Dili ve Edebiyatı bölümleri, Kürt kültürü üzerine araştırma birimleri kurulabildiği halde, Kürtler TBMM’de temsil edildiği halde, PKK’nın teröre başvurması hala meşrulaştırılmaya çalışılıyor.
Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin 2004 tarihli 1566 sayılı kararına göre, sivil olsun veya olmasın, herhangi bir kişiye yönelik öldürme, yaralama ve kaçırma eylemleri terör eylemleri olduğu halde ve bu tür eylemler hiçbir siyasi, felsefi, ideolojik, etnik, dini ve benzeri gerekçe ile haklı çıkartılamayacağı halde, Türkiye’de terörü araç olarak kullanarak siyaset yapmak doğrultusunda bir gelenekte ısrar ediliyor.
PKK lideri Abdullah Öcalan’ın dün Nevruz Bayramı’nda yaptığı açıklamada da, birçok kişinin sanısının aksine, bu durum yanlışlanmıyor, aksine teyit ediliyor!
Öcalan’ın dün verdiği mesajdan, PKK’nın silahı bırakması yönünde bir açıklama çıkmadı. Öcalan’ın daha önce basına yansıyan görüşleri doğrultusunda, PKK’nın sadece ateşkes ilan etmesi ve sınır ötesine çekilmesiyle ilgili bir açıklama geldi. İçinde “barış” ve “kardeşlik” geçen bir sürü süslü lafı ve işin retorik kısmını bir kenara bırakıp, işin özüne ve en yaşamsal kısmına bakacak olursak, Öcalan PKK’nın silahlarını teslim etmesinden söz etmiyor! Sadece “silahların susmasından” ve “sınır ötesine çekilmekten” söz ediyor.
Öcalan aynen şöyle diyor: "Artık ‘silahlar sussun, fikirler ve siyasetler konuşsun’ noktasına geldik…Ben, bu çağrıma kulak veren milyonların şahitliğinde diyorum ki; artık yeni bir dönem başlıyor, silah değil, siyaset öne çıkıyor. Artık silahlı unsurlarımızın sınır ötesine çekilmesi aşamasına gelinmiştir…Yeni mücadelenin zemini fikir, ideoloji ve demokratik siyasettir, büyük bir demokratik hamle başlatmaktır.”
“Silahların susması” ile “silahların bırakılması” aynı şey değildir. “Silahların susması” ateşkes kavramına işaret eder. “Silahın susması” silahın bırakılması değil, silahın kullanılmaması anlamına gelir. “Silahlı unsurların” sınır ötesine çekilmesi de, yine silahların bırakılacağı anlamına gelmez.
Buradan çıkan anlam şudur: “Ben silahlarımı bırakmıyorum, ancak bu aşamada silahlı saldırıda da bulunmayacağım, sınır ötesine çekileceğim, ancak siz benim istediklerimi yapmazsanız, ben tekrar sınır içine girer ve bu silahları kullanırım”.
Bu da ne demektir? Terörü siyaset yapmak için meşru bir yöntem olarak görmeye devam etmek demektir!
Öcalan, bir yandan siyasetin konuşması gerektiğini, silahın değil, siyasetin öne çıktığını savunuyor, bir yandan da PKK’nın silahlarını bırakmasından hiç söz etmiyor, sadece ateşkes ve sınır ötesine çekilmekten söz ediyor.
PKK Irak’ta tatile mi çıkıyor? PKK neden hala silah bırakmaktan ve terörü kesin ve mutlak bir biçimde bırakmaktan söz etmiyor? Terörle “barışı” yan yana getiren, “barış için” terör uygulayan kronikleşmiş şizofrenik yaklaşımlardan neden hala vazgeçilemiyor?
“Ölümü göster, sıtmaya razı et” misalinin bir sonucu olarak, bazıları da bunu büyük bir atılım ve hamle olarak sunuyor ve yorumluyor!
Pekiyi, PKK’yı hala gerilla hareketi olarak gören bazı kişiler, DHKP-C’yi neden gerilla hareketi olarak görmüyorlar?
DHKP-C nedir? Devrimci Halk Kurtuluş Partisi - Cephesi. Bu örgütün kökeni 1970’lerdeki Devrimci Yol (Dev-Yol) ve Devrimci Sol (Dev-Sol) örgütleridir. Örgütün amacı Türkiye’de Marksist-Leninist bir yönetim öncülüğünde komünist bir düzen oluşturmaktır.
DHKP-C yakın geçmişte Ankara’daki ABD Büyükelçiliği’ne bombalı bir saldırı düzenledi. Örgüt birkaç gün önce de, eş zamanlı olarak, Ankara’daki AKP Genel Merkezi’ne ve Adalet Bakanlığı’na bomba ve lav silahı ile saldırı düzenledi. DHKP-C bu eylemle ilgili olarak şöyle bir açıklama yaptı:
“Her iki eylemimizde de düşman cephesinden polis, herhangi bir AKP’li ya da kurum çalışanı hedeflenmemiştir. Hedef olarak, adaletsizliğin sembolü olan Adalet Bakanlığı ve halk düşmanı kararların alındığı AKP’nin Genel Merkez karargahı olan iki kurum alınmıştır.”
DHKP-C’nin terör yöntemi yanlış olsa da, siyasal tespiti doğru mu? Doğru! Gerçekten de Adalet Bakanlığı adaletsizliğin sembolüne dönüşmüştür, AKP Genel Merkezi de halk düşmanlığının yapıldığı bir karargaha dönmüştür!
Şimdi ne yapacağız? DHKP-C’nin siyasal tespiti doğru diye, AKP Türkiye’de sivil diktatörlüğünü kurdu diye, DHKP-C’nin terör yöntemini savunacak mıyız? PKK’yı meşrulaştırmaya çalışanlar, DHKP-C için de aynısını yapacaklar mı?
AKP hükümeti, PKK ile müzakere yürüttüğü gibi, neden DHKP-C ile müzakere yürütmüyor? PKK’yı gerilla olarak gören ve onun eylemlerini savunan BDP, neden DHKP-C’yi de savunmuyor?
DHKP-C doğrudan ABD’yi, AKP’yi ve kapitalizmi hedef aldığı için mi gerilla mertebesine ulaşamıyor?! DHKP-C de etnik kimlik üzerinden milliyetçi bir çizgi izleseydi, daha mı makbul olurdu?!
Bugün Türkiye’de dinci faşist sivil bir diktatörlük var mı? Var! “Ergenekon” safsatası adı altında onlarca gazeteci, yazar, milletvekili, siyasi parti yöneticisi, öğretim üyesi yıllardır hapiste! “Balyoz” safsatası adı altında yüzlerce komutan ve asker hapiste! AKP’yi protesto eden binlerce öğrenci hapiste! KCK üyesi olduğu gerekçesiyle yüzlerce siyasetçi, avukat, gazeteci, yazar hapiste! DHKP-C üyesi olduğu gerekçesiyle onlarca avukat, gazeteci, yazar hapiste!
Terör eylemi ile düşünce ifade etmek eylemini bile ayırt etmekten aciz AKP, terör eylemi yapmayan, darbe eylemi yapmayan binlerce insanı, terörist ve darbeci olarak etiketleyip hapishaneye gönderdi.
Nazi Almanya’sında da benzer durumlar yaşanmıştı! Komünistler, sosyal demokratlar ve Museviler, kendileriyle uzaktan yakından ilgisi olmayan terör eylemleriyle ilişkilendirilerek, terörist muamelesi görmüş ve yargı kararlarıyla hapis cezasına çarptırılmışlardı.
Bu, faşist kafalıların icat ettiği en etkili yöntemdir. Bir terör eylemini al, hoşuna gitmeyen, sana karşı çıkan ve muhalif olan birisine “copy-paste” yöntemiyle yapıştır!
Bunun, bir kişiyi içeri attırmak için, evine, ofisine, çantasına kokain veya eroin koymak ve sonra onu ihbar etmek gibi, adi ve basit bir mafya yönteminden hiçbir farkı yok!
Delillerin doğru dürüst incelenmediği, gerekli tanıkların dinlenmediği, bilirkişi raporlarının görmezden gelindiği, somut bir kanıtın ortaya konmadığı uyduruk bir yargı süreciyle yüzlerce asker zaten on yılı, yirmi yılı aşkın bir süre için hapis cezasına çarptırılmıştı.
Şimdi de, birkaç gün önce, “Ergenekon” Savcısı, aralarında gazetecilerin, yazarların, akademisyenlerin, siyasetçilerin, askerlerin de bulunduğu 64 kişi için, ömür boyu hapis cezası istedi!
Cumhuriyet Gazetesi Yazarı ve CHP İzmir Milletvekili Mustafa Balbay için, Başkent Üniversitesi Kurucu Rektörü ve CHP Zonguldak Milletvekili Mehmet Haberal için, CHP Ankara Milletvekili Sinan Aygün için, İşçi Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek için, İstanbul Üniversitesi Öğretim Üyesi ve Cumhuriyet Gazetesi Yazarı Prof. Dr. Erol Manisalı için, Sakarya Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Emin Gürses için, Gazeteci-Yazar Tuncay Özkan için, Gazeteci-Yazar Ergün Poyraz için, Öğretim Üyesi-Yazar Prof. Dr. Yalçın Küçük için, İstanbul Üniversitesi eski Rektörü Prof. Dr. Kemal Alemdaroğlu için, İnönü Üniversitesi eski Rektörü Fatih Hilmioğlu için, 19 Mayıs Üniversitesi eski Rektörü Prof. Dr. Rıza Ferit Bernay için, Uludağ Üniversitesi eski Rektörü Prof. Dr. Abbas Yurtkuran için, YÖK eski Başkanı Prof. Dr. Kemal Gürüz için, Genelkurmay eski Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ için ömür boyu hapis cezası istendi!
Nazi Almanya’sında mı yaşıyoruz, 21. Yüzyılda Türkiye Cumhuriyeti’nde mi yaşıyoruz belli değil!
Bu arada, Balbay, Haberal, Perinçek, Özkan, Başbuğ gibi kişiler terörist, PKK lideri Abdullah Öcalan ise gerilla! PKK terörü ile mücadele eden Türkiye Cumhuriyeti Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ terörist, Abdullah Öcalan gerilla!
Bu kadar traji-komik bir durum Türkiye Cumhuriyeti tarihinde yaşanmamıştır!
Aslında Türkiye’de devlet ve yargı terörü var, ancak kimse bunun farkında değil veya kimse bunu söylemeye cesaret edemiyor!
Herkesten hesap sormaya meraklı AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan’dan kim, ne zaman hesap soracak?! Artık asıl konu budur! Gelinen nokta budur!
Türkiye’de dinci faşist sivil dikta rejimi kuran AKP’den, Erdoğan’dan, onun adaletsizlik saçan Adalet Bakanı’ndan, Erdoğan’ın emrindeki savcılardan ve yargıçlardan kim hesap soracak?!
Elbette bir gün gelecek, bugünün mağdurları, bugünün zalimlerinden hesap soracak!
Bunun hesabı sorulmadan, bu ülkeye demokrasi gelmez!