AKP’nin “Başkanlık Sistemi” adı altında yürüttüğü “Padişahlık Sistemi” düzenlemeleri ana hatlarıyla ortaya çıktı. İlahiyat Fakültesi kökenli Teolog-Başbakan Yardımcısı Bekir Bozdağ da, geçtiğimiz günlerde televizyonda, “Başkanlık Sistemi”nin meziyetlerini anlattı.
İmam-Hatip Lisesi eğitimli İmam-Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın Padişahlık statüsünün iyice tescillenmesine az bir zaman kaldı.
CHP, MHP ve BDP bu sisteme karşı çıkıyor. Dolayısıyla AKP dışında bu sistemi savunan yok. Ancak “Ben ne dersem o olur, bana oy veren %50 millettir, bana oy vermeyen %50 millet değildir” zihniyetine sahip Erdoğan ve onun cemaatinin müritleri ve emir kulları, inatla bu sistemi Türkiye’ye dayatmaya çalışıyorlar.
Bu sistemin amacı, Türkiye Cumhuriyeti’nin temelindeki en önemli kurum olan Türkiye Büyük Millet Meclisi’ni ve siyasi partileri önemli bir ölçüde “by-pass” etmektir.
Basına yansıdığı kadarıyla, AKP’nin bu taslak çalışmasındaki ana hatlardan bazıları şöyle:
-Yürütme Başkana bağlı olacak. Başkan Meclis’e değil sadece halka karşı sorumlu olacak. Güvenoyu ve gensoru uygulamaları kaldırılacak. Bu yolla Başkan ve kabinenin düşürülmesi imkanı da olmayacak.
-Başkan kabinesini parlamento içinden seçmeyecek. Milletvekili olanlar bakan olamayacak.
-Bütçeyi Başkan hazırlayacak, Meclis’in teklif edilen bütçeyi arttırma, eksiltme yetkisi olacak.
Kısaca, TBMM’nin yetki ve denetim alanı daraltılacak; bakanlar gücünü doğrudan halktan değil, Devlet Başkanı’ndan alan kişiler olacak, bakanlar seçilmiş değil, sadece atanmış kişiler olacak; bütçe Başkan tarafından TBMM’ye tebliğ edilecek, buradaki bütçe tartışmaları asgari düzeye çekilecek, TBMM noter tasdik makamına benzer bir organa dönüşecek.
Örneğin halkın yüzde 51’i faşizm, şeriat, monarşi, diktatörlük isterse, TBMM hesap soramayacak, bir faşist, bir şeriatçı, bir padişah, bir diktatör, Devlet Başkanı kamuflajı altında, 4-5 yıl görev yapabilecek. Gerçi oy çokluğu varsa, parlamenter sistem kamuflajı altında da bu olanaklı; ancak yeni senaryoda, gensoru ve güvenoyu seçenekleri de sıfırlanarak, bir faşistin, bir şeriatçının, bir padişahın, bir diktatörün 4-5 yıl iktidarda kalması yüzde yüz garanti altına alınmış olacak.
Teolog-Başbakan Yardımcısı Bozdağ ise, televizyonda çocuk kandırır gibi, “Parlamenter sistemde kimin Başbakan olacağı belli değil, halk partilere oy veriyor, kimin Başbakan olacağını önceden bilmeden oy veriyor, oysa Başkanlık sisteminde, halk kimin ülkeyi yöneteceğini bilerek oy kullanacak” diyor!
Bir çocuk bile bu kadar saçma, bu kadar komik bir argüman ortaya koymaz. Türkiye Cumhuriyeti tarihinde, kaç defa, seçim kazanan, hükümet kurmak için yeterli oy alan bir siyasi partinin Genel Başkanı, Başbakan olarak görev alamadı? Neredeyse her zaman, hükümet kurmak için yeterli oy alan siyasi partinin Genel Başkanı Başbakan oldu ve genellikle de en çok oy alan siyasi partinin Genel Başkanı Başbakan oldu. Oy pusulasında da, siyasi partilerin adları ve amblemleri ile birlikte, o partinin Genel Başkanı’nın adı da zaten yer alıyor. Gerçi hangi Genel Başkan’ın hangi siyasi partiyi temsil ettiği zaten büyük çoğunluk tarafından biliniyor; medyada, meydanlarda kimin kim olduğu aylarca, yıllarca duyuruluyor. Buna rağmen, uzayda yaşayanlar veya Robinson gibi ıssız bir adada yaşayanlar varsa, onlar da oy pusulasında kimin kim olduğunu zaten görecekler. Tabii oy kullanmaya giderlerse.
Bozdağ bu saçma argümanı ortaya koymakla da kalmıyor, milletvekillerinin bakan olamaması durumunda, yani seçilmiş değil, atanmış kişilerin bakan olması durumunda, halkın, kimin bakan olacağını bilmeden oy kullanması sorununa hiçbir açıklama getiremiyor, kendi içinde de çelişkiye düşüyor. Halk, Genel Başkan’ın adı oy pusulasında yer aldığı halde, Başbakan olarak kimi seçtiğini bilmeyecek, ancak, seçtiği milletvekilleri bakan olamayacağına göre, kimin bakan olacağını ve Türkiye’yi hangi bakanların yöneteceğini önceden bilecek!
Teolojiden siyasete geçiş böyle oluyor herhalde!
Teolog-siyasetçi Bozdağ, daha da ileri gidiyor, parlamenter sistemin istikrarsızlık yarattığını, koalisyon hükümetlerinin ülkeyi yönetilmez hale getirdiklerini savunuyor! Aslında bu, Kenan Evren’in, 12 Eylül askeri darbesini ve kurduğu faşist dikta yönetimini gerekçelendirmek için kullandığı argümanın aynısı!
Pekiyi, dünyada hangi ülkeler parlamenter sistem ile yönetiliyor? Örnek vermek gerekirse: Britanya, Almanya, İtalya, İspanya, İsveç, Norveç, Danimarka, Finlandiya, Avusturya, İsviçre, İrlanda, Portekiz, Japonya, Avustralya, Yeni Zellanda, Kanada. Bu ülkelerde Başkanlık sistemi yok; parlamenter demokrasi var, ülkeyi de Başbakan yönetiyor; yürütme, Başbakan’a bağlı. Bu ülkelerde parlamenter demokrasiden kaynaklanan bir istikrarsızlık da söz konusu değil. Koalisyon hükümetleri olsa da istikrarsızlık söz konusu değil, koalisyon hükümetleri olmasa da istikrarsızlık söz konusu değil. Bu ülkelerin hepsi Türkiye’den daha ileride, hem ekonomik, hem de sosyal alanda daha gelişmiş ülkeler.
Türkiye’de bir istikrarsızlık varsa, bu parlamenter sistemden değil, yöneticilerin beceriksizliklerinden, çapsızlıklarından ve seviyesizliklerinden kaynaklanıyor!
Pekiyi Başkanlık sistemi ile yönetilen ülkeler hangileri?
Afganistan, Amerika Birleşik Devletleri, Arjantin, Azerbaycan, Belarus, Bolivya, Brezilya, Dominik Cumhuriyeti, Endonezya, Ermenistan, Ekvator, El Salvador, Filipinler, Guatemala, Güney Kore, Haiti, Honduras, İran, Kazakistan, Kenya, Kıbrıs, Kolombiya, Kosta Rika, Liberya, Meksika, Nikaragua, Nijerya, Panama, Paraguay, Peru, Seyşeller, Sierra Leone, Sri Lanka, Sudan, Surinam, Şili, Tanzanya, Türkmenistan, Uganda, Uruguay, Venezuela, Zambiya.
ABD hariç, bu ülkelerin hepsi ya gelişmekte olan ülkeler ya da az gelişmiş ülkeler. ABD’deki durum zaten Avrupa ile karşılaştırıldığında ideal bir durum değil. ABD’de halkın neredeyse yarısı oy bile kullanmıyor; halkın yaklaşık yarısı apolitik ve siyasi sürecin, temsiliyet sürecinin parçası bile değil.
Fransa’da ise Yarı-Başkanlık sistemi var. Rusya ve Mısır’da da benzer bir durum söz konusu. Bu sisteme göre Devlet Başkanı’nın yetkileri, Başkanlık sistemiyle yönetilen ülkelere göre biraz daha az, Devlet Başkanı bazı yetkileri Başbakan ile paylaşıyor; ayrıca parlamentonun yetkileri de bu sistemde daha fazla.Yarı-Başkanlık ile yönetilen onu aşkın ülke içinde de, Fransa dışında gelişmiş hiçbir ülke yok. Yine ya gelişmekte olan ülkeler, ya da az gelişmiş ülkeler. Fransa’nın durumu da ancak, Batı Avrupa’nın ortasında bir ülke olmasıyla, Avrupa Birliği’nin dinamo ülkelerinden birisi olmasıyla, dünyada siyaset kültürü ve bilinci en gelişmiş ülkelerden birisi olmasıyla açıklanabilir.
Başkanlık sisteminin en büyük sakıncalarından bir tanesi de, siyasal parti kültürünü ve ideolojik bilinci edilgenleştirmesidir. Çünkü Başkanlık sisteminde rekabet ağırlıklı olarak kişilere endekslenmiştir; hatta politika neredeyse kişiselleştirilmiştir. Parlamenter sistemde ise siyasal parti örgütlenmesi ve ideolojik rekabet her zaman daha güçlüdür. Siyasi partiler kurumsaldır ve kalıcıdır. Kişiler ise geçicidir. İdeolojiler kalıcıdır ve siyasetin omurgasıdır; kişiler ise geçicidir. Kişiler hiçbir zaman siyasi bir partinin üzerinde olamazlar.
Teolog Başbakan Yardımcısı Bozdağ ise açıklamalarında, siyasi partilerin arka planda kalmasını ve kişilerin ön plana çıkmasını olumlu bir şey olarak anlatıyor! Tam bir cemaat zihniyeti; tam bir sürü siyaseti!
İmam Başbakan Erdoğan, yasama-yürütme-yargı arasındaki güçler ayrılığı ilkesini fiilen iğfal ederek, yargının ve medyanın büyük bir kesimini kendi emrine sokarak, düşünce, basın ve yayın özgürlüğünü ortadan kaldırarak, temel insan hakları ihlallerinde Türkiye’yi dünyanın en alt sıralarına sokarak, yaşamın ve siyasetin her alanını dine endeksleyerek, laiklik ilkesini rafa kaldırarak, padişahlığını fiilen zaten ilan etmişti.
Üstelik Erdoğan tüm bunları, parlamenter sistemin nimetlerinden yararlanarak yapmıştı!
Türkiye’de durum buyken, Başkanlık sisteminin demokrasi ile sonuçlanacağını, aklı başında olan hangi insan savunabilir?!