16 Aralık 2011

Marx ve Nietzsche Bağlamında Din ve Özgürlük

Laiklik, dini inanç ve ibadetin güvence altına alınmasına indirgendi.

 

Türkiye din kültürünün etkisi altına girdi. Siyasete din bulaştı, bilime din bulaştı, eğitime din bulaştı, ekonomiye din bulaştı, kadrolaşmaya din bulaştı, yargıya din bulaştı, emniyete din bulaştı, medyaya din bulaştı. Böylece laiklik kağıt üzerinde kaldı. Laikliğin, din ve devlet, din ve hukuk, din ve eğitim işlerinin ayrılması biçimindeki anlamı çöp sepetine atıldı, laiklik, dini inanç ve ibadetin güvence altına alınmasına indirgendi. Oysa laiklik, din ve devlet, din ve hukuk, din ve eğitim işlerinin ayrılması koşuluyla dini inanç ve ibadetin güvence altına alınmasını öngörür. 


Bu dinci kültür atmosferinde de, özgürlük denince, din özgürlüğü kavramı önemli bir ölçüde ön plana çıktı. Kimse din ile özgürlük arasındaki bağdaşmazlık olasılığı üzerinde durmuyor. Acaba din ile özgürlük bağdaşır mı? Din özgürleştirir mi, yoksa köleleştirir mi? Önemli olan din özgürlüğü müdür, yoksa dinden özgürleşmek midir?


19. Yüzyılda bu konuda çok önemli düşünceler ortaya atan iki önemli filozof var: Karl Marx ve Friedrich Nietzsche. Aynı yüzyılda yaşamış olan bu iki Alman filozof, farklı kulvarlarda kuramlarını geliştirmiş olsalar da, birçok açıdan farklı görüşleri savunsalar da, din konusunda temelde aynı bakış açısına sahiplerdi: Dinden ne kadar uzak durursanız, o kadar özgür olursunuz; din özgürleştirmez, din köleleştirir; din özgürleştirmez, din yabancılaştırır. Onlara göre, din özgürlüğü elde etmek bir marifet değildir. Asıl marifet, dinden özgürleşmektir.


Marx, din eleştirisini, kapitalizm eleştirisine paralel bir biçimde yürüttü. Hatta din ile kapitalizm arasında bir analoji kurdu, insanın özgürleşmesi ve yabancılaşmasından kurtulması için, hem dinden, hem kapitalizmden kurtulması gerektiğini vurguladı.


Hegel’in ‘Hukuk Felsefesi’nin Eleştirisi
başlıklı eserinde Marx şöyle der:


Dinsel bakış açısıyla eziyet çekmek, aynı zamanda gerçek acı çekmenin bir dışavurumudur ve gerçek acı çekmeye karşı bir protestodur. Din, ezilmiş yaratığın uğultusu, iç çekmesidir, kalpsiz bir dünyanın duygusu, ruhsuz koşulların ruhudur. Din insanların afyonudur.


Dinin, insanların hayal ürünü bir mutluluğu biçimindeki varlığını ortadan kaldırmak, onların gerçek mutluluğu için bir taleptir; onların koşullarıyla ilgili ilüzyonu bırakmaları talebi, ilüzyon gerektiren koşulları bırakmalarına yönelik bir taleptir...


Din, insan kendi çevresinde dönmediği sürece, insanın etrafında dönen hayal ürünü bir güneştir.


Doğruluk artık öte olanda değildir; onun için tarihin görevi, burada ve şimdinin doğrusunu ortaya koymaktır. Tarihin hizmetinde olan felsefenin birinci görevi, insanın kendine yabancılaşmasının kutsal biçimini ortaya çıkarttıktan sonra, yabancılaşmanın kutsal olmayan yönlerini keşfetmektir. Böylece cennetin eleştirisi yeryüzünün eleştirisine, dinin eleştirisi yasaların eleştirisine, teolojinin eleştirisi siyasetin eleştirisine dönüşür.


Marx, Musevi Sorusu Üzerine başlıklı eserinde de şöyle der:


Musevinin, Hıristiyanın ve genelde dindar bir insanın siyasi özgürleşmesi, devletin Musevilikten, Hıristiyanlıktan ve genelde dinden özgürleşmesini gerektirir.

İnsan kendisini siyasi olarak dinden, dini kamu yasalarından çıkartarak ve özel, kişisel bir hak haline getirerek, özgürleştirir.

...

Dolayısıyla insan dinden özgürleşmedi, din özgürlüğü elde etti. Mülkiyetten özgürleşmedi, mülkiyet özgürlüğü elde etti. Ticaret bencilliğinden özgürleşmedi, ticaret özgürlüğü elde etti.


Marx, Ekonomik ve Felsefi Metinler adlı eserinde de şunu söyler:


...işçi emeğinde kendisini ne kadar dışsallaştırırsa, yabancı o kadar güçlenir...iç dünyasında kendisi o kadar fakirleşir ve onu kendisine ait olarak görmesi o kadar azalır. Aynısı dinde de geçerlidir. İnsan Tanrı’ya ne kadar çok şey yüklerse, kendisinde o kadar az şey kalır…

...ateizm Tanrı’nın reddidir ve bu değillemeyle insanın varlığını ortaya koyar, ama bu biçimde sosyalizmin artık böyle bir aracılığa gereksinimi yoktur; sosyalizm doğru gerçeklik olarak insanın ve doğanın teorik ve pratik duyu algısıyla başlar.


...bana ait olan benlik bilincinin dinde teyid edilmediğini, daha ziyade dinin ortadan kalkmasında ve bastırılmasında teyid edildiğini biliyorum.


...Tanrı’nın bastırılması olarak ateizm teorik hümanizmin ortaya çıkışıdır ve özel mülkiyetin bastırılması olarak komünizm, gerçek insan yaşamının göstergesidir; bu aynı zamanda pratik hümanizmin ortaya çıkışıdır. Başka bir deyişle, ateizm...dinin bastırılması yoluyla hümanizm, komünizm...özel mülkiyetin bastırılmasıyla hümanizmdir.


Pekiyi, dinciler bir kenara, nasıl oluyor da, Türkiye’de, sosyalist olduğunu iddia edenler bile, din ve kapitalizm ile uğraşmayı bıraktılar, aksine, bir yandan din özgürlüğünün, bir yandan da serbest piyasa ekonomisinin bayraktarlığına soyundular?!


Marx yetmediyse, Marx’tan bile daha “anti” bir filozof olan, dinle de, kapitalizmle de, sosyalizmle de, demokrasiyle de, milliyetçilikle de, pozitivizmle de, evrenselcilikle de, nesnelcilikle de, rasyonalizmle de, metafizikle de derdi olan, yaratıcı ve özgür ruhu savunan Nietzsche’ye, onun çeşitli eserleri üzerinden kulak verelim.

Putların Alacakaranlığı eseri:

Kilise sözcüğün her anlamıyla tutkulara karşı bir savaş vermektedir, onları ayıklamaktadır. Buradaki uygulaması, “tedavisi” kısırlaştırmaktır. Ancak tutkulara köklerinde saldırmak yaşama köklerinde saldırmak demektir. Kilisenin uygulaması yaşama düşmandır.

...

Tanrı’nın haz aldığı aziz kişi, ideal bir kısırlaştırıcıdır. “Tanrı’nın krallığı”nın başladığı yerde yaşam sona erer.

...

Biz Tanrı’yı reddediyoruz, bunu yaparak dünyayı kurtarmış oluyoruz.

...

Birinci önerme: ”Bu” dünyanın görünen olarak gösterilmesinin temeli aslında onun gerçekliğini ortaya koyar. Başka bir çeşit gerçeklik mutlak bir biçimde kanıtlanamazdır. İkinci önerme: “Gerçek varlığa” atfedilen özellikler var olmayanın, hiçliğin özellikleridirler. “Gerçek dünya” asıl dünyaya yönelik bir çelişkiden kurgulanmıştır. Üçüncü önerme: Eğer yaşamı karalamak, küçümsemek ve suçlamak içgüdüsü içimizde çok güçlü değilse, bu dünyanın dışında “başka” bir dünyadan söz etmek oldukça anlamsızdır. Sonraki durumda “başka” ve “daha iyi” bir dünya ilüzyonuyla yaşamdan intikam alırız. Dördüncü önerme: İster Hıristiyanlığın yaptığı biçimde olsun, ister Kant’ın yaptığı biçimde olsun, (sonuçta o da kurnaz bir Hıristiyan’a ait), dünyayı “gerçek” ve “görünen” olarak ikiye ayırmak sadece bir yozlaşmanın, çöküşün önerilmesidir, düşüşte olan bir yaşamın göstergesidir. Trajik sanatçı bir kötümser değildir. Varlıkta kuşkulu ve korkunç olan her şeyi olumlayan tam olarak da odur, o Diyonissos’çudur.

İyinin ve Kötünün Ötesinde eseri:

Dünyevi olana yönelik sevgiyi tamamıyla tersine çevirip, dünyadan ve dünyevi olandan nefrete dönüştürün; kilisenin kendisine edindiği amaç işte budur.

Hıristiyanlık Eros’a içmesi için zehir vermiştir. Ama Eros ölmemiştir, sadece kötü alışkanlığa dönüşmüştür.

“Ezeli ve ebedi değerleri” tersine çevirecek güçte ve özgünlükte yeni ruhlara umut bağlamalıyız.

Bugün neyin iyi neyin kötü olduğu “biliniyor”. Şimdi kulakların kolayca duyamadığı sert bir ses çıkartalım ve şu konuda sürekli ısrarcı olalım: Burada bildiğine inanan ve kendisine iyi diyen, sürü-hayvanı insanının içgüdüsüdür. Aradan sıyrılan ve diğer içgüdüleri hakimiyeti altına alan içgüdü. Bugün Avrupa’da ahlak, sürü-hayvanı ahlakıdır. Yani onun yanısıra olan, daha önce olan ve bundan sonra da olacak olan ahlaklardan sadece birisidir. Daha yüksek ahlaklar olasıdır veya olası olmalıdır. Ancak bu “olasılığa” ve bu “olmalıya” karşı bu ahlak kendisini tüm gücüyle savunmaktadır. İnatçı ve ukala bir biçimde şunu söylüyor: “Ben ahlakın kendisiyim ve benim dışımda ahlak yoktur!”

İnsanca, Pek İnsanca eseri:

Günlük yaşantılarının fazlasıyla boş ve monoton olduğunu düşünenler kolaylıkla dindar olurlar. Bu anlaşılır ve affedilebilir bir durumdur. Ancak onların, günlük yaşamları boşlukta ve monotonlukta geçmeyenlerden dindarlık talep etmek gibi bir hakları yoktur.

İnsan kendisini sadece başka insanlarla karşılaştırsa bu durum bu kadar acı biçimde hissedilmezdi. O zaman ayrıca özel bir derecede kendisinden hoşnutsuz olmak için bir neden bulmazdı, sadece insanın tatminsizliği ve eksikleri konusunda ortak bir yükü paylaşırdı. Ancak kendisini bensiz eylem yetisi olan bir varlık ile, bensiz bir düşünce biçiminin sürekli bilincinde yaşayan bir varlık ile, yani Tanrı ile karşılaştırmaktadır. Bu parlak aynaya baktığı için, kendi doğası ona bulutlu ve anormal bir biçimde çarpıtılmış gelmektedir.

Tüm karamsar dinlerde, yaratmak, üremek eylemine kötü bir duyguyla bakılır, ancak bu duygu hiçbir biçimde genel bir durum, insani bir durum değildir. Karamsarların yargıları bile bu konuda aynı değildir. Örneğin Empedokles erotik olanda utanç, şeytanlık, günah görmez, felaket çayırında tek bir hayırlı ve umut verici hayalet görür: o da Afrodit’tir. Erotik olanda söz konusu olduğu gibi, insanın kötü, günah düşüncesini eklediği doğal olan her şey, bir yük haline gelir, onun hayal gücünü bulutlandırır, bakışlarını ürkek hale getirir, kendisiyle tartışma haline sokar, onu güvensiz yapar; rüyaları bile sıkıntılı vicdanının şeklini alır. Oysa şeylerin gerçek durumu karşısında doğal olandan eziyet çekmek tamamıyla temelsizdir. Bu eziyetin nedeni sadece şeyler hakkındaki görüşlerin sonucudur. İnsanların, kaçınılmaz ve doğal olanın kötü olarak etiketlendirilmesiyle ne kadar fena bir hale düştüklerini ve sonradan, doğal olanın kötü bir yapıda olduğu duygusuna nasıl kapıldıklarını görmek kolaydır. İnsanın doğaya kuşkuyla bakmasına ve kendisini kötü görmesine neden olan şey, insanın doğası gereği kötü ve günahkar olduğunu düşünmek isteyen din ve metafizikçilerdir. Çünkü kendisini kötü olarak tecrübe etmeyi öğrenir, çünkü bir yandan da doğanın elbisesini çıkartamaz.

Bir insan, kökenine, çevresine, sınıfına, pozisyonuna veya yaygın olan çağdaş görüşlere göre değil, kendisinden beklenenden farklı düşünürse, ona özgür ruh denir. Özgür ruh, görüşleri daha doğru olduğu için değil, kendisini gelenekten kurtardığı için özgür ruhtur, özgür ruhun doğası budur. Ancak o genellikle doğruya sahiptir, en azından doğruyu aramanın ruhuna sahiptir. O akıllıca nedenler, gerekçeler talep eder, başkalarıysa iman.

Ahlakın Soykütüğü eseri:

Bu anti-İsa, bu anti-nihilist, Tanrı’nın ve hiçliğin fetihçisi, bir gün gelmeli.

Hiçlik tüm karamsar dinlerde Tanrı’dır.

Anti-İsa (Deccal) eseri:

Ben bu teolojik içgüdüye karşı savaşıyorum. Teologlar iktidara el uzattıklarında, şundan kuşku duymayalım ki, her seferinde temelde olan şey, sona yönelik bir istençtir. Nihilistik istenç güç istiyordur.

Tanrı’da yaşama, doğaya, yaşam istencine karşı bir düşmanlık vardır. Tanrı “bu dünyaya” iftira için, “sonraki dünya” ile ilgili yalan için bir formüldür. Tanrı’da hiçlik ilahileştirilmiştir, hiçlik istenci kutsanmıştır!

Hıristiyanlık bugüne kadar insanlığın en büyük talihsizliği olmuştur.

Hıristiyanlığın tipik koşulu olan “iman” bir hastalık biçimidir. “İman” doğru olanı bilmeyi istememek demektir.

“Yasa”, “Tanrı’nın istenci”, “kutsal kitap”, “vahiy”, bunlar sadece papazın iktidara gelmesiyle ilgili koşullardır, bu kavramlar tüm papazvari örgütlenmelerin, papazvari-felsefi iktidar yapılanmalarının temelinde vardır. Konfüçyus’ta, Manu’nun yasa kitabında, Muhammed’de, Hıristiyan kilisesinde, “kutsal yalan” bunların hepsinde ortaktır ve Platon’da da eksik değildir.

Almanya’da iki önemli filozof, 19. Yüzyılda, 120-150 yıl önce, bunları düşünüyordu, bunları tartışıyordu ve bunları yazıp yayınlıyordu. Türkiye ise tabularıyla, dinci propagandasıyla, dinci örgütlenmesiyle ve dinci mahalle baskısıyla, Orta Çağ’a ışınlanmış durumda , Avrupa’yı 600 yıl geriden takip etmekte.

Din özgürlüğü mü, dinden özgürleşmek mi? Türkiye bunu tartışmaktan aciz! Bunun tartışılamadığı yerde, demokrasi de olmaz, laiklik de olmaz, insan hakları da olmaz, özgürlük de olmaz.

Bizim sözde aydınlarımız bunu ne zaman anlayacaklar acaba? Anladıklarında muhtemelen çok geç kalmış olacaklar!

Yazarın Diğer Yazıları

Mağduru oynayan zalimler

Türkiye’nin seçimle iktidara gelen padişahına karşı yürütülen protesto gösterilerine katılan vatandaşlara, terörist muamelesi yapılmaya devam ediliyor

Darbeci Erdoğan

Erdoğan da şu anda, Mısır’daki darbeyi sert ve sistematik bir biçimde eleştiren dünyadaki nadir liderlerden birisi haline geldi

Gezinin sonuçları ve yararları

İstanbul’da Gezi Parkı’nda başlayan ve daha sonra tüm ülkeye yayılan, AKP hükümetini ve Recep Tayyip Erdoğan’ı protesto gösterilerinin üç büyük yararı oldu...

"
"