Laiklik nedir?
Bir yandan din ve devlet, din ve hukuk, din ve eğitim, din ve idari yapılanma işlerinin ayrılması, bir yandan da vatandaşların dini ibadet ve dini inanç özgürlüğünün güvence altına alınması. Yani, tek başına vatandaşların dini ibadet ve inanç özgürlüğünün koşulsuz olarak güvence altına alınması değil, din ve devlet, din ve hukuk, din ve eğitim, din ve idari yapılanma işlerinin ayrılması koşuluyla vatandaşların dini ibadet ve dini inanç özgürlüğünün güvence altına alınması. Kısacası, laik bir düzende, devlet zorunlu olarak dinsiz, vatandaş ise, kendi arzusuna göre, ister dindar ister dinsiz olur. Laik düzende dindar devlet olmaz, dindar vatandaş veya dinsiz vatandaş olur. Laik düzende zorunlu olarak dindar vatandaş da olmaz, dindar vatandaşla birlikte dinsiz vatandaş da olur ve devlet bu işe karışmaz, devlet, dindar olmayı veya olmamayı vatandaşın özgür iradesine bırakır.
Türkiye’de ise AKP hükümeti laiklik ilkesini neredeyse yerle bir etmiş durumda. AKP, siyasi söylemlerinde laiklik ilkesini savunacağına, laiklik ilkesini hedef haline getirdi; AKP, devlet içinde anti-laik dinci kadrolaşma gerçekleştirdi; AKP, laiklik temelli ilköğretim eğitimini 8 yıldan 4 yıla indirip, onun yerine İmam Hatip Ortaokulu’nu devreye soktu; AKP, dini gerekçelerle, zinaya hapis cezası getirmeye kalktı, heykel yıktı, TÜBİTAK’ın Darwin hakkındaki yayınını yasakladı, kürtajı yasaklama ve sınırlama girişimlerini başlattı; AKP, din temelli dış politika uygulamasına geçti, sünni müslüman olmayan yönetimlerle ilişkilerini gerdi; AKP, televizyon kanallarını, ilahiyatçıların çiftliğine çevirdi, bilim adamlarına ve filozoflara ambargo koydu...
AKP hükümeti bunlarla da yetinmedi, kendisine muhalefet eden gazetecileri, yazarları, öğretim üyelerini, siyasetçileri, sivil toplum örgütü liderlerini, öğrencileri, askerleri hapishaneye kapattı; yasama, yürütme, yargı arasındaki güçler ayrılığını ortadan kaldırdı, yargıyı hükümetin emrine soktu, basın yayın organlarını satın aldı, burada dinci kadrolaşma gerçekleştirdi; satın alamadıklarına sansür ve baskı uyguladı, gazetecileri, yazarları işten attırdı; vatandaşların telefonlarını dinletti, adeta bir polis devleti yarattı.
Pekiyi bu durum karşısında laikliği savunduğunu iddia eden sermaye odakları ne yaptı? Koskoca bir hiç! Sadece kendi ceplerini doldurmakla yetindiler; sadece holdinglerinin, şirketlerinin kar oranlarıyla, cirolarıyla ilgilendirler! Ya AKP’ye yaranmaya çalıştılar, ya üç maymunu oynadılar, ya da kaygı ve endişelerini dile getirmekle yetindiler! Somut olarak yapılan hiçbir şey yok!
Oysa İslamcı sermaye, sadece kar oranlarıyla, cirolarla ilgilenmedi, aynı zamanda sermayeyi İslamcı örgütlenmeyi geliştirmek için kullandı. İslamcı siyaset de zaten bu şekilde Türkiye’de egemen oldu. Dinci sermaye, dinci derneklere ve vakıflara trilyonlarca bağış yaptı; bu bağışlar sayesinde camiler inşa edildi, yurtlar, okullar, hastaneler açıldı. Örgütlenme sadece siyasi parti üzerinden değil, AKP üzerinden değil, dernek ve vakıflar üzerinden gerçekleşti.
Laikliği savunduğunu iddia eden sermaye ne yaptı? Sadece kendi bencil çıkarları ile yetindi. Laiklik taraftarı sermaye, İslamcı sermaye kadar, MÜSİAD üyeleri kadar, ücretsiz veya düşük ücretli okul, yurt, hastane açtı mı? Laiklik taraftarı sermaye, laikliğin, demokrasinin, felsefenin, sorgulayıcı ve özgür düşüncenin, bilimin, sanatın gelişmesi için mücadele eden dernek ve vakıflara yeterli oranda bağış yaptı mı? Bu doğrultuda sivil toplum örgütlenmesine yeterince destek oldu mu?
Laikliği savunduğunu iddia eden sermaye ne yaptı? Jazz konserine, rock festivaline, sinema festivaline, bienale, arkeolojik kazıya destek oldu, bunu da genellikle tanıtım ve reklam amaçlı yaptı. Eğlence amaçlı kitlesel kültür sanat etkinliklerine destek oldu, ancak dinci zihniyetin panzehiri olan felsefeye, özgür ve sorgulayıcı düşünceye, bilimsel çalışmaya hiçbir zaman yeterince destek olmadı. Neden? Çünkü o alanlarda kitleler yok; dolayısıyla tanıtım ve reklam da yok.
Pekiyi, dinci örgütlenme, jazz konserine, rock festivaline, sinemaya, bienale, tarihi harabelere giderek mi aşılacak?!
Laikliği savunduğunu iddia eden sermaye elbette okul, yurt, hastane açıyor, ancak bunların sayısı ya yetersiz ya da dar gelirli vatandaşa göre ücreti yüksek. Çünkü bu alanlarda kesenin ağzını fazla açarsa, kar oranı düşer, kendisi zarar görür. Bu nedenle işi göstermelik seviyede tutmak, halka, “Ben çalışanları sömürmüyorum, ben hayır işleri de yapıyorum” imajı vererek sevimli görünmeye çalışmak yeterli.
Ama İslamcı sermaye konuya öyle bakmıyor, gerekirse kar oranları konusunda fedakarlık yapıyor, bir ideal uğruna, toplumu örgütlüyor.
Oysa TÜSİAD’ın tüzüğünde, derneğin amacıyla ilgili maddede şöyle bir cümle de yer alır:
“..laik hukuk devletinin, katılımcı demokrasi anlayışının ... benimsendiği bir toplumsal düzenin oluşmasına ve gelişmesine katkı sağlamak... Atatürk’ün öngördüğü hedef ve ilkeler doğrultusunda, Türkiye’nin çağdaş uygarlık düzeyini yakalama ve aşma anlayışı içinde olmak...”
Pekiyi, TÜSİAD üyeleri bugüne kadar bu doğrultuda ne yapmışlardır, nasıl bir örgütlenme modeli kurmuşlardır, en azından MÜSİAD üyelerinin kurduğu modeli örnek alarak, Türkiye’nin uçurumdan aşağı yuvarlanmasına karşı ciddi bir önlem almışlar mıdır?
Yoksa sadece kendi çıkarlarıyla mı ilgilenmişlerdir?
Ülke sorunları hakkında rapor hazırlayıp, basın açıklaması yapmakla herhangi bir ülkenin kurtulduğu nerede görülmüştür?!
Laikliği savunduğunu iddia eden sermaye odakları adam olmadıkça, AKP’nin kurduğu dinci sivil diktatörlüğü aşmak çok güç bir iştir. AKP’yi aşmak işi, CHP’nin, muhalif basının ve muhalif sivil toplum örgütlenmesinin, tek başına altından kalkabileceği bir iş değildir.
“Ben laik, demokratik bir hukuk devletini savunuyorum” diyen iş adamları, sermaye odakları, holdingler, şirketler bir an önce titreyip kendilerine gelmeli, sorumluluklarının bilincine varmalı, laik, demokratik hukuk devletinin korunması için elini taşın altına koymalı, bu doğrultuda bir örgütlenme modelinin kurulmasına destek olmalıdır.
Türkiye’nin en önemli sorunlarından birisi, laiklik taraftarı olduğunu savunan sermayenin, bencillikleri nedeniyle, laikliğe ve ülkeye sahip çıkmamasıdır.
Kapitalizmin geçerli olduğu bir düzende, laiklik taraftarı sermayenin politize olamaması sorunu aşılmadıkça, AKP veya aynı zihniyetteki bir başka siyasi parti, elli yıl daha başımızda kalır!