Türk Dil Kurumu’nun sözlüklerinde “akil” sözcüğü “akıllı” olarak tanımlanıyor. Herkesin anlayacağı “akıllı” sözcüğü varken “akil” sözcüğüne neden gerek duyulur bu da ayrı bir tartışma konusu elbette. Neyse ki TDK sözlükleri sayesinde “akil” sözcüğünün “akıllı” anlamına geldiğini öğrenebiliyoruz.
Bu “akıllı” veya “aklı başında” kişilerin kim olduğunu da Başbakan Recep Tayyip Erdoğan sayesinde öğrenmiş olduk! Başbakan’ın “aklına” paralel bir biçimde “akıllı” insanlar da belirlenmiş oldu!
İçlerinde elbette birkaç değerli, önemli ve gerçekten akıllı insan var. Ancak görebildiğimiz kadarıyla çoğunluğu, akıl sahibi olmaktan çok, akıl tutulması yaşayan kişiler. Bu kişiler uyanık olabilirler, ancak akıllı olmadıkları kesin!
Antik Yunan filozofu Platon'un güzel bir sözü vardır: “Ya yöneticiler filozof olmalı ya da filozoflar yönetici olmalıdır” diye. Demek istediği aslında kısaca şuydu: Kafası çalışmayan ülkeyi yönetmeye kalkmasın.Türkiye'de ise genellikle bunun tersi olur.
Sadece akıl tutulması yaşayan birisi, Türkiye Cumhuriyeti'nin köküne dinamit koyan bazı kişileri "akil adam" diye halka yutturmaya çalışabilir.
Yine Antik Yunan filozofu Sokrates’in güzel bir sözü vardır: “Bildiğim tek şey hiçbir şey bilmediğimdir.” Sokrates, etrafındaki “çokbilmiş” kişilere, aslında hiçbir şey bilmediklerini göstermeye çalışırdı. Bunu da sorgulayıcı düşünceyle, analitik zekâyla, diyalektik yöntemle yapardı. Böylece her şeyi bildiğini sanan, ancak hiçbir şey bilmeyen kişilerin havası, Sokrates ile karşılaştıklarında sönerdi.
Sokrates zaten o nedenle ölüme mahkûm edildi!
Doğru söyleyeni dokuz köyden kovarlar!
Türkiye, her şeyi bildiğini sanan ancak hiçbir şey bilmeyen insanlar topluluğunun yaşadığı bir yere dönüştü. Türkiye’de, özellikle siyasette, ticarette, medyada ve sanatta egolar şiştikçe şişti. Ancak bu egonun içi nasıl oluyorsa boş. Yani egonun karşılığı yok. O nedenle ego çok kötü sırıtıyor. Ego sürekli şişen ancak fazla şişmekten patlamak üzere olan bir balona benzedi. Bu sadece yaşadığımız sözde barış süreci için geçerli değil. Her alanda ve her konuda durum bu.
Bakıyoruz, bu “akil” insanların birçoğu ya din fetişisti ya da etnik kimlik fetişisti. “Akıllı” olduğu söylenen bu insanların birçoğu, laikliği ve üniter yapıyı yıllarca hedef tahtasına oturtmuş, yaşamlarını buna adamış, bu konuda sabah akşam mesai yapmış, Türkiye’de olası bir iç savaşın kapısını aralamış kişiler.
Bu “akıllı” olduğu söylenen kişilerin bir kısmı, savaşla barışı bile ayırt etmekten yoksunlar. Şiddeti ve terörü siyasal bir amaç için meşrulaştıran, şiddeti ve terörü siyasal bir amaç için araç olarak kullanan, şiddeti ve terörü sözde barış sahasının kenarındaki yedek kulübede bekleten bir anlayış. Buradan barış çıkar mı?!
Barış ağızda sakız haline gelecek bir sözcük değildir. Barış ciddi bir iştir. Barış sözcüğü savaşın bir kamuflajı olarak kullanılamaz. Bunu ister Kürt milliyetçisi yapsın, ister Türk milliyetçisi yapsın, ister dinci yapsın, fark etmez.
AKP din üzerinden siyaset yapıyor, MHP ve BDP de etnik kimlik üzerinden siyaset yapıyor ve halkın yaklaşık %70'i bu üç siyasi partiye oy veriyor. Böyle bir sosyolojik ve siyasal yapıdan barış çıkar mı? PKK terörüne ve Kürtlerin asimilasyonuna karşı çıkmak ayrı, din fetişizmi ve etnik kimlik fetişizmi yapmak ayrı.Din fetişizminin ve etnik kimlik fetişizminin bu kadar yaygın olduğu bir ülkede barış adına hiçbir kalıcı mesafe alınamaz.
Nitekim, Türkiye Cumhuriyeti’ni ve onun temel ilkelerini ortadan kaldırmak için oluşturulan Dinci-Kürtçü ittifak, “akil adamlar” listesine de önemli bir ölçüde yansımış!
1923’ten beri devam eden karşı-devrim hareketi Türkiye Cumhuriyeti tarihinde ilk defa her alanı kuşattı ve egemen güç haline geldi!
“Akil adamlar” dâhil, daha doğrusu “şaşkın adamlar” dahil, kimse farkında değil, ancak bazı çevrelerde asıl gelinen nokta ve asıl ortaya atılan soru artık şöyle:
Karşı-devrim hareketi seçimle bertaraf edilebilir mi, edilemez mi? Eğer edilemezse, karşı-devrim hareketi nasıl aşılabilir, karşı-devrime karşı oluşacak hareket nasıl örgütlenir?
Birçok insanın aklındaki soru şu: Türkiye Cumhuriyeti’nin varlığı devam edecek mi, etmeyecek mi?
Olmak veya olmamak! Bütün mesele bu!