Her alanda olduğu gibi, müzikte de bazı klasikler vardır. Onlar sanki zaman ötesidir; belli bir zamana, coğrafyaya, koşula, modaya özgü değillerdir. Yıllar geçse de, koşullar değişse de, yaşamaya devam ederler. Onlar aynı zamanda müzik tarihinde devrim yapmışlardır, müzikte paradigma değişikliğine yol açmışlardır. Johan Sebastian Bach gibi, Ludwig van Beethoven gibi…John Lee Hooker gibi, Muddy Waters gibi…Oscar Peterson gibi, Miles Davis gibi…The Beatles gibi, Jimi Hendrix gibi, Pink Flyod gibi…The Police gibi, The Cure gibi, Radiohead gibi…
İşte Depeche Mode da bu kategorideki müzik gruplarından birisidir. 1980 yılında kurulan ve 33 yıldır kesintisiz bir biçimde ayakta kalan İngiliz elektronik-alternatif rock-soul grubu Depeche Mode, çıktıkları dünya turu çerçevesinde, bu gece İstanbul’da! Türkiye’ye konser için üçüncü gelişleri. Yıllar geçti, bir çok şey değişti, ancak onlar değişmedi! Kimler geldi, kimler geçti, ancak onlar hala burada!
Yıl 1983. Ankara’da, ODTÜ Felsefe Bölümü’nde öğrenciyim. Kız arkadaşımın evindeyken, içeri büyük bir heyecanla kız arkadaşımın kız kardeşi girdi. Elinde BASF marka bir kaset. Etiketine tükenmez kalemle “Depeche Mode” yazılmış. “Müthiş bir grup çıkmış, bambaşka bir şey bu, çok yeni” diye geldi. Yanlış hatırlamıyorsam ona da erkek arkadaşı vermiş kaseti. Onun erkek arkadaşı da Siyaset Bilimci-Tarihçi-Yazar Doğan Avcıoğlu’nun oğluydu.
O yıllarda CD diye bir şey yoktu. Kaset ve plak vardı. Ancak Türkiye’de orijinal kasetleri ve plakları bulmak da çok zordu. Plaklar belli başlı plakçılarda sınırlı sayıda bulunurdu, biz de BASF, AGFA, SONY, PHILIPS marka boş kasetleri satın alır onları bu plakçılarda belli bir ücret karşılığı doldurturduk, plakçılar plaktan kasete kayıt yaparlardı. Ankara’daki Soysal Pasajı ve Tunalı Pasajı bu açıdan bir hazineydi.
Yeniliklere açık, sıradanlıklara tahammül edemeyen insanlardık. Nitekim Depeche Mode da bizi hiç yanıltmadı. O kaseti teypte dinlediğimiz anda müzikal paradigmalarımız alt üst oldu. Arabada, partilerde sürekli onu dinlemeye başladık.
Dünyadaki ilk çıkışları 1981 yılında olmuştu, biz de onları 2 yıl gecikmeyle de olsa yakalamıştık. Türkiye’de tanınır hale gelmeleri ise çok daha uzun sürdü. Türkiye’de büyük çoğunluk Depeche Mode’u 1990’ların ortalarından sonra keşfetti. Biz 1980’lerde birilerine, Depeche Mode’un kendisi gibi “cool” bir edayla, “Depeche Mode dinliyoruz” dediğimiz zaman suratımıza garip garip bakarlardı. Depeche Mode büyük ölçüde yer altında mücadele veren bir gruptu o zaman. Hatta Avrupa ve Amerika’da bile belli bir ölçüde öyleydi.
Depeche Mode’un 1980’lerin başında müzikal paradigmalarımızı alt üst etmesi de gayet doğaldı. Çünkü o tarihe kadar İngiltere ve Amerika’da yapılan müzikleri takip eden insanların büyük çoğunluğu ya klasik rock ya da pop dinliyorlardı. Onun dışında bir açılım yok gibi bir şeydi. O yıllarda onun dışındaki alternatif açılımlar, The Police, The Cure ve Depeche Mode gibi birkaç gruptu. Tabi bir de daha önce çıkan Sex Pistols gibi punk-rock grupları vardı.
Depeche Mode, elektronik müzikle rock ve soul müziği sentezlemiş, bambaşka bir müzik türünün ortaya çıkmasına yol açmıştı. Nitekim o yıllarda Depeche Mode “New Wave” (Yeni Dalga) kategorisinde yer alıyordu. Depeche Mode’u bugün dinlemek bir çok insan için olağan bir deneyim olabilir, ancak o yıllarda o tür bir müzik yepyeni bir şeydi. 1990’ların elektronik müzik furyası henüz başlamamıştı. Pink Floyd gibi klasik rock müziğe elektronik katkılar yapan veya Kraftwerk gibi salt elektronik müzik yapan birkaç grup vardı, ancak Depeche Mode gibi elektronik müziği melodiyle, hüzünle, romantizmle, aşkla, tutkuyla, içgüdüyle, bunalımla, acıyla, umutla, isyanla bu kadar iyi ve derinlemesine bağdaştıran bir grup yoktu. Muhtemelen hala da yoktur; varsa da sayıları çok azdır; Depeche Mode’un güncel uzantıları olarak tarihte silinip gitmektedirler. Depeche Mode, kendisine özgü tarzı olan, yaratıcı ve özgün olan nadir gruplardan bir tanesidir. Depeche Mode gerçek sanat yapan bir gruptur; onlarda gerçekten de sanatçı ruhu vardır.
Nitekim, ünlü İngiliz müzik dergisi “Q”nun yıllar sonra, Depeche Mode’u, hem dünyanın en popüler elektronik müzik grubu, hem de dünyayı değiştiren 50 müzik grubundan bir tanesi ilan etmesi boşuna değildir. Binlerce müzik grubu içinde devrimcilik ve yenilikçilik bağlamında ilk 50’ye girmek ve bu müzik serüvenini 33 yıl sürdürmek hiç kolay bir şey değildir.
Depeche Mode’un, 1980’lerin başından beri değişmeyen üç üyesi var: Dave Gahan, Martin Gore ve Andy Fletcher. Dave Gahan vokalde, Martin Gore gitar ve klavyede, Andy Fletcher klavyede. Bestelerin çoğunu Martin Gore yapıyor, ayrıca zaman zaman vokalde de yer alıyor. Dave Gahan ve Andy Fletcher da zaman zaman bestelere katkı yapıyorlar.
Depeche Mode’un dinleyici kitlesi dünyadaki hiçbir dinleyici kitlesine benzemez. Depeche Mode dinleyicileri ve hayranları için Depeche Mode efsane bir gruptur, Depeche Mode bir yaşam biçimidir, Depeche Mode neredeyse tapınılan bir fenomendir. Bir müzik grubuna bu kadar derinden ve tutkuyla bağlı olan bir dinleyici kitlesi bulmak oldukça zordur. Depeche Mode’un dinleyici kitlesiyle karşılaştırılabilecek tek dinleyici kitlesi The Cure’da söz konusu olabilir. The Cure, daha farklı bir müzik yapsa da, daha fazla elektro gitara ağırlık verse de ve punk-rock etkisine daha fazla sahip olsa da, başka bir anlamda Depeche Mode ile paralel bir kulvardadır. Belki melodi, hüzün, romantizm, aşk, tutku, içgüdü, bunalım, acı, umut, isyan olgularının aynen Depeche Mode’da olduğu gibi, The Cure’da da samimi, derinden ve içten bir biçimde dışavurulmasından kaynaklanmaktadır bu.
Depeche Mode 1981 yılından beri üreten bir gruptur ve Depeche Mode hiçbir zaman “piyasa müziği” yapmamıştır, piyasaya yenik düşmemiştir, piyasaya düşmemiştir, kalitesinden taviz vermemiştir. Depeche Mode müziğini sürekli geliştirmiştir, ancak temel omurgasını hiçbir zaman bozmamıştır, kendi içindeki bütünlüğü hiçbir zaman parçalamamıştır. 1981’de “Speak and Spell”, 1982’de “A Broken Frame”, 1983’te “Construction Time Again”, 1984’te “Some Great Reward”, 1986’da “Black Celebration”, 1987’de “Music for the Masses”, 1990’da “Violator”, 1993’te “Songs of Faith and Devotion”, 1997’de “Ultra”, 2001’de “Exciter”, 2005’te “Playing the Angel”, 2009’da “Sounds of the Universe”, 2013’te “Delta Machine” adlı albümleri çıkarttılar.
Unutulmaz parçalarından bazıları ise şöyle: “New Life”, “Just Can’t Get Enough”, “See You”, “The Meaning of Love”, “Leave in Silence”, “Get the Balance Right”, “Everything Counts”, “Master and Servant”, “Blasphemous Rumours”, “Stripped”, “A Question of Lust”, “A Question of Time”, “Strangelove”, “Never Let Me Down Again”, “Behind the Wheel”, “Little 15”, “Personal Jesus”, “Enjoy the Silence”, “Policy of Truth”, “World In My Eyes”, “I Feel You”, “Walking in my Shoes”, “Condemnation”, “In Your Room”, “Its No Good”, “Useless”, “Only When I Loose Myself”, “Dream On”, “I Feel Loved”, “Free Love”, “Goodnight Lovers”, “Precious”, “A Pain That I am Used To”, “Suffer Well”, “The Darkest Star”, “John the Revelator”, “Lillian”, “Wrong”, “Peace”, “Fragile Tension”, “Hole to Feed”, “Heaven”, “Soothe My Soul”…
Bu arada ilginç bir nokta daha: Depeche Mode, “Soğuk Savaş” döneminde, Doğu Bloku ülkelerinde konser veren nadir batılı gruplardan bir tanesidir. ABD ile SSCB, NATO ile Varşova Paktı arasındaki gerginliğin doruk noktada olduğu bir dönemde, Depeche Mode, 1985’te Budapeşte’de ve Varşova’da, 1988’de de Doğu Almanya’da konser verdi. Albümleri 100 milyonun üzerinde satan, Avrupa’nın ve ABD’nin tüm büyük kentlerinde yüzlerce konserler veren Depeche Mode’un, “Soğuk Savaş” döneminde, Doğu Avrupa’ya açılmaya çalışması da ilginçtir. Belki de, aşk, tutku, acı temalı bir çok parçayla birlikte, “Everything Counts” gibi anti-kapitalist bir parça da yapan Depeche Mode için bu olağan ve olması gereken bir açılımdı.
Yaşamıma girip çıkan birçok müzik grubu olmuştur; birkaç yıl dinleyip sonradan bıraktıklarım olmuştur. Ancak 1980’lerden beri vazgeçemediğim, hiçbir zaman dinlemekten bıkmadığım birkaç grup varsa, onlardan bir tanesi de Depeche Mode’dur. Depeche Mode, aynen The Cure gibi, süreklilik gösteren kişisel bir takıntı ve tutku haline dönüşmüştür bende.
Yıllar geçiyor. 1983 yılından 2013 yılına geldik! Tam 30 yıl olmuş! Depeche Mode ile birlikte büyüdük ve yaşadık her şeyi. Herakleitos’un dediği gibi, kozmos sürekli akıyor, kozmos sürekli hareket ediyor.
Benim kişisel kozmosumda ise, nasıl oluyorsa, Depeche Mode, merkezdeki çakılı bir yıldız gibi sabit bir biçimde duruyor!