25 Mart 2011

CHP Statükocu Değil Devrimcidir

Olgularla çelişen, tarihsel gerçeklere aykırılık oluşturan bir takım siyasi moda söylemler...

Olgularla çelişen, tarihsel gerçeklere aykırılık oluşturan bir takım siyasi moda söylemler türedi. Konu moda olunca, modayı iyi takip eden bazı sözde aydınlarımız da, düşünmeden, araştırmadan, soruşturmadan, ezbere, bu modayı kendi derin inançları, daha doğrusu dogmaları haline getirdiler.  Gazeteci-yazar Uğur Mumcu’nun deyişiyle, bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olan bu insanlar kim? Bazı gazeteciler, yazarlar, akademisyenler, hukukçular, siyasetçiler, bürokratlar, iş adamları, iyi kötü eğitim almış kişiler.

Son yıllardaki bu moda söylemlerden birisi de, “Cumhuriyet Halk Partisi statükocu bir partidir” tezidir. “Bazı CHP’li yöneticiler statükocudur” veya “AKP’de, MHP’de, BDP’de olduğu gibi, CHP’de de statükocu yöneticiler olmuştur” dense bu yine anlaşılır bir durum olur, ancak CHP’yi kurumsal kimliğiyle, tarihçesiyle, tabanıyla toptan statükocu ilan etmek ya bilgisizlikten ya da gerçekleri kasıtlı olarak çarpıtmaktan kaynaklanabilir! (Günlük yaygın dilde “bilgisizlikten” ifadesi yerine “cahillikten”, “gerçekleri kasıtlı olarak çarpıtmaktan” ifadesi yerine de “yalancılıktan” ifadesi kullanılıyor genellikle).

 

Bir siyasi partinin kurumsal kimliğini oluşturan şey onun tarihçesi, Kurultay tarafından onaylanmış programı ve tabanıdır. Dolayısıyla CHP’nin tarihini incelemeden, programını okumadan, yaklaşık 600 bin üyesini ve milyonlarca seçmenini tanımadan, CHP hakkında hayali senaryolar üretmek, olguları çarpıtmaktan başka bir şey değildir.

 

Cumhuriyet Halk Partisi, 1920’li ve 1930’lu yıllarda, kurucusu ve ilk Genel Başkanı Mustafa Kemal Atatürk öncülüğünde, demokrasinin altyapısını oluşturan bazı temel devrimlere imza atmış, din ve devlet işlerinin ayrılmasını, eğitim, hukuk ve idari yapılanma alanlarının din kurallarından arındırılmasını sağlamış, dinin siyasetteki etkisini kırmış, hilafeti ve saltanatlığı kaldırmış, laiklik ilkesini Türkiye Cumhuriyeti’nin temel ilkelerinden birisi haline getirmiş, kadınlara seçme ve seçilme hakkı getirmiş, kadınların örtünme zorunluluğunu kaldırmış, kadınların eğitim ve çalışma yaşamında yer almalarını sağlamış, okuma yazma oranının artmasını sağlamış,  bilim, felsefe ve sanat alanlarında açılımların gerçekleşmesini ve modern üniversitelerin kurulmasını sağlamış, hem temel hem de gelişmiş eğitim alanlarında radikal reformlara imza atmış, elitist, emperyalist ve teokratik bir imparatorluğu, halkçı, barışçı ve laik bir cumhuriyete dönüştürmüş, Türkiye’nin ileri uygarlık yolundaki ilk adımlarını atmasını sağlamış, Osmanlı İmparatorluğu’na kuruluşundan itibaren çöreklenmiş bir statükoyu kırmıştır.

 

Cumhuriyet Halk Partisi daha sonra, Genel Başkan İsmet İnönü öncülüğünde, partinin devrimci ruhunu yaşatmaya devam etmiş, 1946 yılında tek parti yönetimine son vererek çok partili parlamenter sisteme geçilmesini sağlamış, 1959 yılında CHP Kurultayı’nda kabul ettiği “İlk Hedefler Beyannamesi” ile temel hak ve özgürlüklerin, düşünce ve basın özgürlüğünün, örgütlenme özgürlüğünün, sosyal, sendikal ve ekonomik hakların güvence altına alınması doğrultusunda önemli adımlar atmış, bu ilkeler Türkiye’nin en demokratik anayasası olarak kabul edilen 1961 Anayasası’na yansımış, 1965 yılında da İnönü’nün ağzından “ortanın solunda” durduğunu açıklamış, hem tek parti döneminin hem de Demokrat Parti döneminin bir statükosunu kırmıştır.

 

1970’li yıllarda Cumhuriyet Halk Partisi, Genel Başkan Bülent Ecevit’in öncülüğünde, “ortanın solu” kavramını demokratik sol ve sosyal demokrat ilkeler ve politikalar bağlamında somut bir hale getirmiş, devrimci ruhunu bu dönemde de sürdürmüş, eşitlik, özgürlük, dayanışma, üretim, paylaşım ve emek eksenli bir politika ortaya atmış, sosyal ve ekonomik adaletin sağlanmasını, mevcut düzenin değiştirilerek adil bir düzene geçilmesini, emeğin karşılığının alınmasını, sömürünün ortadan kalkmasını temel bir hedef olarak ortaya koymuştur. Söz konusu ilkeler ve buna uygun politikalar partinin 1976 Kurultayı’nda Parti Programı’na konmuş, CHP aynı yıl, dünyanın en büyük küresel sol örgütlenmesi olan Sosyalist Enternasyonel’e üye olmuştur. CHP halen bu örgütün Türkiye’deki tek üyesidir. CHP’nin sol ideolojisi, “Bu Düzen Değişmeli”, “Ne Ezen Ne Ezilen, Hakça Bir Düzen”, “Toprak İşleyenin, Su Kullananın” gibi unutulmaz söylemlerle Türkiye’nin siyasi tarihine geçmiş, CHP 1970’lerde gerçekleşen iki genel seçimde de seçimlerden birinci parti olarak çıkmayı başarmış, 1973 seçimlerinde %33, 1977 seçimlerinde %41 oranında oy almıştır. CHP bu dönemde de Türkiye’de mevcut olan çok ciddi bir statükoyu kırmıştır.

 

12 Eylül 1980 askeri darbesiyle Cumhuriyet Halk Partisi kapatılmış, birçok CHP’liye siyaset yasağı getirilmiş, CHP kadroları farklı partilere dağılmıştır. Önce Halkçı Parti (HP) ve Sosyal Demokrasi Partisi (SODEP) kurulmuş, HP Genel Başkanı Aydın Güven Gürkan ve SODEP Genel Başkanı Erdal İnönü iki partinin birleşmesi konusunda anlaşmış, 1985’de İnönü’nün liderliğinde Sosyal Demokrat Halkçı Parti (SHP) kurulmuştur. Aynı yıl hemen arkasından Bülent Ecevit de Demokratik Sol Parti’yi (DSP) kurmuştur. Böylece merkez sol ikiye bölünmüş, ancak buna rağmen 1989 yılında Sosyal Demokrat Halkçı Parti, İnönü liderliğinde, yerel seçimlerde %28 oyla birinci parti çıkmıştır. Hem SHP hem de DSP, CHP’nin 1970’lerde resmen benimsediği sol kimliğinden, sosyal demokrat ve demokratik sol ilkelerinden hiçbir zaman taviz vermemişler, bu doğrultuda politikalar üreterek mücadele etmeye devam etmişlerdir.

1992 yılı CHP açısından tarihi bir dönüm noktası olmuş, Cumhuriyet Halk Partisi, Deniz Baykal’ın öncülüğünde, 12 yıl aradan sonra yeniden açılmış, SHP de 1995’te CHP’ye katılarak hukuksal varlığına son vermiştir. Baykal’ın Genel Başkanlığı’ndaki CHP, 1994 Kurultayı’nda, 1976 programındaki demokratik sol ve sosyal demokrat ilkeleri aynen korumuş, ayrıca somut politikaları güncel toplumsal sorunlara göre yenilemiştir. Bu çerçevede, SHP tarafından daha önce ortaya konan Kürt sorununa yönelik çözüm önerileri, DGM’lerin, Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da Olağanüstü Hal uygulamasının, idam cezasının, öğrencilere ve öğretim üyelerine siyaset yasağının ve YÖK’ün kaldırılması, Avrupa Birliği’ne üyelik doğrultusunda gerekli reformların yapılması gibi demokratikleşme doğrultusundaki birçok unsur programda yer almıştır. Programda ayrıca, ücretsiz ve nitelikli eğitim ve sağlık hizmetlerinin alınması, işçi hareketlerinin ve sendikal hareketlerin güçlendirilmesi, gelir dağılımında bir denge sağlanması doğrultusundaki öneriler de yer almıştır. Elbette 1990’lı ve 2000’li yıllarda CHP kötü yönetilmiştir, parti içi demokrasi rafa kaldırılmıştır, partinin yetkili organları çalıştırılmamıştır, partinin kimliğine aykırı kadrolaşmalara ve söylemlere izin verilmiştir, parti gençlere açılamamıştır, halkın ekonomik ve sosyal gündeminden kopulmuştur vs. Ancak tüm bunlar, bizim de zaman zaman gündeme getirdiğimiz çok vahim hatalar olmakla beraber, CHP’nin kurumsal kimliğinin ve tarihsel kökeninin statükocu olduğunu göstermez, sadece partinin belli bir dönemde kötü yöneticiler tarafından kötü yönetildiğini gösterir.

Şu andaki CHP yönetimi de, Genel Başkan Kemal Kılıçdaroğlu öncülüğünde, bir önceki yönetimin bazı yanlışlarını sürdürmekle beraber, bazı önemli ve olumlu açılımlar içine girmişse, bu CHP’nin eskiden statükocu olduğu, şimdi ise ilerici bir siyasete kavuştuğu anlamına gelmez, CHP’de daha önce zaten var olan, CHP’nin ruhunda olan, CHP’nin genetik yapısında olan, CHP’nin kimliğinde olan statüko karşıtı devrimci yapısını kısmen de olsa yansıttığı anlamına gelir. CHP her zaman ilerici, her zaman devrimci, her zaman statüko karşıtı olmuştur.

Buna rağmen CHP’yi statükocu ilan edenler neyi kastediyor olabilirler, o da bir merak konusudur. Bu kişiler CHP’ye iftira atacaklarına, neyin değişmesini istediklerini açık açık beyan etsinler. “CHP neo-Osmanlıcı değil, CHP şeriatçı ve dinci değil, CHP laikliği savunuyor, CHP etnik kimlik, din ve mezhep fetişizmi yapmıyor, CHP yargı bağımsızlığını savunuyor, CHP örgütlenme, düşünce ve basın özgürlüğünü savunuyor, dolayısıyla CHP statükocudur” deniyorsa, bunun adı özgürlükçülük ve demokrasi değil, bunun adı anti-demokratik faşist karşı-devrimdir. Bunun adı Osmanlı İmparatorluğu’ndaki statükoyu, İran İslam Cumhuriyeti’ndeki statükoyu, Suudi Arabistan’daki statükoyu, Pakistan’daki statükoyu, 12 Mart ve 12 Eylül faşist askeri yönetimler dönemindeki statükoyu, 21. yüzyılda Türkiye’ye monte etmek, Türkiye’ye kopyalamaktır.

Mustafa Kemal Atatürk iki büyük eseri olduğunu, bunlardan birisinin Türkiye Cumhuriyeti, diğerinin de Cumhuriyet Halk Partisi olduğunu söylemiştir. 9 Eylül 1923’te önce Cumhuriyet Halk Partisi’ni, 29 Ekim 1923’te de Türkiye Cumhuriyeti’ni kurmuştur. CHP bu ülkeye sonradan ithal edilmiş sıradan ve geçici bir parti değil, bu ülkenin hem kurucu hem de devrimci gücüdür.

Bunun da ötesinde, CHP, kişilere bağlı, kişilere endeksli bir parti değildir. CHP’de kişiler gelir geçer, o arada ülkede de bir sürü başka siyasi parti gelir geçer, birçok parti gelen liderleriyle doğup giden liderleriyle batar, ama CHP varlığını, Türkiye Cumhuriyeti var oldukça sürdürür. Ama CHP’nin onurlu tarihine ve kimliğine saygı göstermeyenleri, tarih hatırlamaz.

Yazarın Diğer Yazıları

Mağduru oynayan zalimler

Türkiye’nin seçimle iktidara gelen padişahına karşı yürütülen protesto gösterilerine katılan vatandaşlara, terörist muamelesi yapılmaya devam ediliyor

Darbeci Erdoğan

Erdoğan da şu anda, Mısır’daki darbeyi sert ve sistematik bir biçimde eleştiren dünyadaki nadir liderlerden birisi haline geldi

Gezinin sonuçları ve yararları

İstanbul’da Gezi Parkı’nda başlayan ve daha sonra tüm ülkeye yayılan, AKP hükümetini ve Recep Tayyip Erdoğan’ı protesto gösterilerinin üç büyük yararı oldu...

"
"