07 Ekim 2011

Arapların asimilasyonuna uğrayan Türkler

Türkiye’de halkın çoğunluğu, “kendi özümüze dönelim, milli kültürümüzü...


Türkiye’de halkın çoğunluğu, “kendi özümüze dönelim, milli kültürümüzü yaşatalım, batı kültüründe asimile olmayalım, kültür emperyalizmine karşı direnelim, geleneklerimizi ve göreneklerimizi yaşatalım” görüşündedir. Milliyetçilik de dincilik de büyük ölçüde bu dürtü ve gerekçe sonucunda ortaya çıkmıştır. 
Oysa “aslımıza sahip çıkalım” adı altında yapılan işlerin önemli bir çoğunluğu, Arap kültürüne sahip çıkmaktan başka bir şey değildir. Malum Orta Asya’dan gelen Türk kavimler, Türki dilleri konuşan kavimler, yani bugünkü Türkçe’nin atası olan dilleri konuşanlar, aslen Müslüman değillerdi. 10. Yüzyıla kadar Türkler Şamanistti. Yani yeryüzündeki ve evrendeki somut varlıklara taparlardı. Örneğin gökyüzü, güneş, ay, rüzgar gibi doğada var olan şeylere tapınmak söz konusu idi.
İslam dini 7. Yüzyılda Araplar’dan çıktı. Araplar, daha eski bir din olan Musevilik ve Hıristiyanlık’tan etkilenerek, üçüncü bir tektanrıcı din ortaya koydular. Bu dinin adı İslam’dı. Türkler de Orta Asya’dan Orta Doğu’ya göç ederken Araplar ile karşılaştılar, onlarla etkileşim içinde oldular ve belli bir süre sonra Şamanizmi bırakıp İslam dinini benimsediler. Bu zaman zaman Arap baskısı sonucunda oldu, zaman zaman gönüllü bir din değiştirme olayı olarak gelişti. Bazı tarihçilere ve yorumculara göre, Türkler Orta Doğu’da etkili olabilmek ve burada yayılmak amacıyla, İslam dinini benimsemek durumunda kaldılar. Nedeni her ne olursa olsun, sonuçta İslam 10. Yüzyıla kadar Türklerin dini değildi. Türkler Araplardan çıkan bir dini benimsediler. Eğer Orta Asya’dan gelen Türkler Müslümanlık yerine Hıristiyanlık ile karşılaşsalardı ve onun etki alanına girselerdi, Hıristiyan da olabilirlerdi. Sonuçta Hıristiyanlık da tektanrıcı bir din ve İslam dini ile birçok ortak özelliğe sahip. Türkler Hıristiyan olmuş olsalardı, bugün “aslımıza dönelim” veya “kendimiz gibi olalım” adı altında Hıristiyanlık dinine sahip çıkacaktık, ezan sesi yerine kilise çanları dinleyecektik, büyük olasılıkla müslümanları “misyonerlik yapıyorlar” diye ülkemizden kovalıyor olacaktık, müslümanların mallarına el koyacaktık, cami inşaatlarına sınırlamalar getirecektik, ezan seslerini kısıyor olacaktık. Ama öyle olmadı, Türkler İslam dinini benimsediler, bu dini de Araplardan aldılar, şimdi de “aslımıza dönelim” adı altında Türkler İslam dinine sahip çıkıyorlar, İslam dinini milli kimliğin en önemli parçası olarak sunuyorlar! Yani Arapların Türkleri asimile etmesi sonucu ortaya çıkan bir din kültürü, “otantik, bize ait” bir kültür olarak ortaya konuyor! Hıristiyanlık, Musevilik, Budizm, Taoculuk, Şintoizm, Şamanizm, Ateizm, Agnostisizm ise “gavur icadı, kökü dışarıda, bize ait olmayan şeyler”. İslam dininin kökü içeride, diğerlerinin kökü dışarıda! İslam dininin kökü dışarıda değil!
Oysa Türkler ile İngilizler, Türkler ile Fransızlar, Türkler ile Almanlar, Türkler ile İtalyanlar, Türkler ile Yunanlılar, Türkler ile Ermeniler arasındaki fark ne kadar büyükse, Türkler ile Araplar arasındaki fark da o kadar büyük. Türkçe Ural-Altay dil ailesine ait bir dil, Arapça ise Sami dil ailesine ait bir dil. Türkçe dili, Fransızca, İngilizce, Almanca, İtalyanca, Yunanca, Ermenice’den nasıl farklı bir dil ailesine ait ise, Arapça’dan da farklı bir dil ailesine ait. Yani dilin yapısı, sözcükler, sesler, sözcüklerin cümlelerde dizilim biçimi, gramer vs her şey farklı. Dil malum, bir insanın kültürel donanımını oluşturan en temel unsurdur. İnsan bir dilin içine doğar ve düşüncesi, kültürü o dil ile birlikte, o dilin içinde gelişir. İnsanın temel kültürel kimliğini oluşturan en önemli unsur dildir, din değildir.
Üstelik Türklerin 10. Yüzyılda Arapların dini İslam’ı benimsemesiyle birlikte, Türkçe dili de Arap dilinin etkisi altına girmiş, Arapça’dan (ve Farsça’dan da) yüzlerce, binlerce sözcük ithal edilmiştir. Bu ithalat Türk dilini zenginleştirmiş olabilir, burada bir sorun yok, ancak, Yunanca’dan, Ermenice’den, Fransızca’dan, İngilizce’den, Almanca’dan, İtalyanca’dan sözcük ithal etmek “gavur işi” sayılırken, bu durum özentilik ve “batı kültürünün etkisi altına girmek, aslımızdan uzaklaşmak” olarak görülürken, Arapça ve Farsça’nın etkisi altına girmek neden bize “aslımıza dönmek” olarak yutturuluyor?! Çünkü onların büyük çoğunluğu Müslüman, ötekiler Hıristiyan! Müslümansa bizden, değilse yabancı! Tam bir ilkellik! Bu din fetişizminden başka bir şey değildir.
10., 11., 12. ve 13. Yüzyılda Arapça’nın ve Farsça’nın etkisi altına girmek güzel, ama 18., 19., 20. ve 21. Yüzyılda Avrupa dillerinin etkisi altına girmek kötü. Bu nasıl bir bakış açısıdır? Biz Türk değil Arap olsak, ülkemiz, dilimiz, dinimiz işgal ve baskı altında olsa, aslımıza sahip çıkalım diye Arapça’ya sahip çıksak, bunda hiçbir sorun yok. Ama bize ne oluyor?      
Nüfus dairesinde yeni doğan çocuğuna Rumca, Latince, Ermenice, Kürtçe, İbranice veya bu dilleri çağrıştıran isim vermeye çalışan vatandaşlar yıllarca sorun yaşadılar bu ülkede; hala da kısmen yaşamaya devam ediyorlar. Nüfus memuru karşılarına dikiliyor: Türkçe isim ver! Dilekçe yaz! Pekiyi Türkçe isimden neyi anlıyorlar? Ali, Mehmet, Abdullah, Mahmut, Raşit, Cemal vs. Bu isimler konsa sorun yok. İyi de bu isimler de Türkçe değil ki, hepsi Arapça! Ama onlar Müslüman ya, bizden sayılırlar. Din fetişizminin dili baskı altına almasının en tipik örneğidir bu. (Elbette Kürtler de Müslüman ancak onlar da Kürt sorunu bağlamında mimlenmiş durumdalar; Müslüman olmak o durumda yetmiyor).
Araplar Müslüman, dolayısıyla bizden, dilimiz de sizden olsun! Üstelik bizi Müslüman yapanlar da onlar! İslam dini Türklerden çıkmamış ki. Araplardan çıkmış. Türklerin büyük çoğunluğu neden Hıristiyan, Musevi olmadı? Çünkü Orta Doğu’ya geldiklerinde en fazla Araplarla etkileşim içinde oldular. Arap kültürü diliyle, diniyle Türk kültürünü asimile etti. Gerçek bu kadar apaçık ortada.
Şimdi bu asimilasyonu “aslımıza dönmek” olarak vatandaşlarımıza yutturuyorlar. İslamcı siyasetin misyonu bu! Necmettin Erbakan’ın öncülüğünde kurulan ve AKP’nin bugün güya “light” bir biçimde sürdürdüğü “Milli Görüş” anlayışı da tam bir aldatmaca. Asimilasyon kültürü nasıl milli olur bunu anlamak olanaklı değil!
Mustafa Kemal bu asimilasyonu kırmaya çalıştı. Trablusgarp’ta, Şam’da Arap ve İslam kültürü ile bizzat tanışan, bu kültürün bir boyutunun Osmanlı’daki Türk kültürü üzerindeki olumsuz etkisini de çok iyi gören Mustafa Kemal, kimseye dinsiz olmak çağrısında bulunmadı, ama din fetişizmine, dinciliğe, köktendinciliğe karşı mücadele etti; bu mücadelenin en önemli parçası olan laiklik ilkesini devreye soktu, din ve devlet, din ve hukuk, din ve eğitim işlerini ayırdı; Türkçe’nin de sadece yabancı dillerden ithalat yaparak zenginleşmesi zorunluluğunun bulunmadığını, Türkçe’nin kendi içinde de zenginleşebileceğini ve kendisini geliştirebileceğini gösterdi. Mustafa Kemal’in, Türk Tarih Kurumu ve Türk Dil Kurumu’nu kurma nedenlerinden bir tanesi de, Türk tarihinin Arap tarihinden ibaret olmadığını, Türk dilinin de Arap dilinden ibaret olmadığını göstermekti. Söz konusu iki kurum, bazı aksamalara, yapay çalışmalara ve deneme-yanılma olaylarına rağmen, Türk tarihinin ve dilinin gelişmesinde büyük bir rol oynamışlardır. Özellikle Türk Dil Kurumu, Türkçe’nin gelişmesinde son derece önemli bir etken olmuştur.
Türkiye’deki birçok aklıevvel ise hala, “aslımıza dönmek” adı altında Araplardan aldığımız bir kültürel kimliği kendi kültürümüzün en önemli parçası olarak yutturmaya devam ediyorlar. Televizyonlar her gün bu aklıevvellerin gevezelikleriyle dolup taşıyor. İlahiyatçılar, yazarlar, gazeteciler, araştırmacılar televizyonlarda büyük bir hayranlıkla Arap kültürü propagandası yapıyorlar.
Elbette mutlak bir anlamda saf, özgün ve homojen bir kültür yeryüzünde zaten yoktur ve hiçbir zaman da olmamıştır. Kültür karşılıklı etkileşim sonucunda ortaya çıkar. Farklı kültürlerin birbirini etkilemesi de son derece doğaldır. Ancak bu etkileşim, bir kültürün büyük ölçüde asimile olmaması yoluyla da gerçekleşebilir. 
Bunun da ötesinde, Avrupa ile olan etkileşime, Avrupa’da, özellikle 16. yüzyıldan itibaren büyük bir hızla gelişen felsefe, bilim, sanat ve siyaset geleneğine, eziklik, kompleks ve hınç duygusuyla burun kıvırmak, sırt çevirmek, ona alternatif olarak kendini Arap ve Pers dünyasına atmak ve İslam dünyasına monte olmak, çifte standart uygulamaktan, birisinin kölesi olmayım kaygısıyla başkasının kölesi olmaktan başka bir şey değildir.
İşin aslı şudur: Çağdaş uygarlık seviyesinden kopmak nasıl kölelik getiriyor, bunu hep birlikte Türkiye modelinde izlemeye devam ediyoruz. Türkiye, kendisini efendi zanneden köleler ülkesine dönüşüyor!  


 

Yazarın Diğer Yazıları

Mağduru oynayan zalimler

Türkiye’nin seçimle iktidara gelen padişahına karşı yürütülen protesto gösterilerine katılan vatandaşlara, terörist muamelesi yapılmaya devam ediliyor

Darbeci Erdoğan

Erdoğan da şu anda, Mısır’daki darbeyi sert ve sistematik bir biçimde eleştiren dünyadaki nadir liderlerden birisi haline geldi

Gezinin sonuçları ve yararları

İstanbul’da Gezi Parkı’nda başlayan ve daha sonra tüm ülkeye yayılan, AKP hükümetini ve Recep Tayyip Erdoğan’ı protesto gösterilerinin üç büyük yararı oldu...

"
"