Bundan 25 yıl önce bugünlerde Soğuk Savaş son soluğunu veriyordu. Sovyetler Birliği Glasnot ve Perestroyka ile sarsılıyor, Doğu Alman halkı Berlin Duvarını aşmaya başlıyor ve Polonya’da rejim değişiyordu. Avrupa’da kırk yıllık Demir Perde yıkılırken, gözler heyecanla aynı dönemde Çin’e çevrilmişti. Ama Çin Komünist Partisi öyle kolay kolay ipleri elinden bırakmaya niyetli değildi. Pekin’de başlayan sokak gösterileri Tiananmen faciasıyla sonuçlandı. Öğrenci ayaklanmasını ordu kanlı bir şekilde bastırdı. Şehrin meydana açılan bütün sokaklarında sivil göstericilere ateş açıldı ve binlerce kişi hayatını kaybetti. Tam rakamlar halen bilinmiyor. Ama şurası kesin: toplumsal isyan kitle katliamına dönüştü.
Tiananmen katliamı sonrasında Çin’de siyasi düzen değişmedi. Polis devleti ve tek parti rejimi bugün dimdik ayakta. Buna rağmen rejim halen korku içinde. Bunun en açık kanıtı bu hafta Pekin’de alınan önlemler. Tiananmen katliamının 25. Yıldönümünde yerel halk ve yabancı basın Tiananmen meydanına sokulmuyor. Çin Poisi herhangi bir gösteri veya anma töreni yaşanmaması için meydanda kuş uçurtmuyor. Taksim’de Gezi hareketinin yıldönümünü kutlamak isteyenler bu hafta Pekin’e gitseler Tiananmen’de pek yabancılık çekmezlerdi. Tabii ki amacımız Çin ve Türk demokrasisini kıyaslamak değil. Evet, Türkiye Cumhuriyeti Çin’den daha demokratik bir ülke. Ama bu cümleyi yazmak zorunda olmak bile insana ağır geliyor. Gene de yazmak gerekiyor. Çünkü dünyada giderek yayılan bir algı var. Bu algıya göre Türkiye’de basın özgürlüğü artık Çin ile kıyaslanır durumda. Hatta Türkiye’de toplam İran ve Çin’de olduğundan daha fazla gazeteci hapis cezasına mahkûm deniliyor. Buna karşı Ankara’dan gelen basiretsiz cevap “onlar gazeteci değil terörist” dışında bir şey değil.
Evet Türkiye Çin’den daha demokratik. Türkiye’de düşünce özgürlüğü var, muhalefet var, seçimler yapılıyor, sivil toplum daha güçlü. Ama herhalde kendimizi Çin ile kıyaslayarak avunamayız. AKP’nin demokratik standardlarını beğenmediği ve neredeyse düşman ilan ettiği Avrupa ve ABD ile kıyaslamak gerekiyor Türkiye’yi. Alternatif modernlik ve oryantalizm gibi tartışmaları biraz olsun kenara bırakıp Batı standartlarına bakmak gerek kriter olarak. Böyle yapınca tablo parlak değil. Evet, Türkiye bir demokrasi ama Batılı anlamda liberal ve coğulcu bir demokrasi değil. Coğunlukçu bir “sandık” demokrasisi Türkiye. Düşünce özgürlüğü var ama ifade özgürlüğü sorunlu. Hele toplantı ve gösteri özgürlüğü çok sorunlu. Basın özgürlüğü ise Türkiye’de Batılı demokrasiler ile kıyaslanmayacak durumda. Hükümetin basın üzerindeki etkisine bakmak yeterli bunun için. Hangi Batı ülkesinde bir başbakan televizyon yöneticisini arayarak bir haber programındaki altyazıya müdahele eder ? Veya hangi Batı ülkesinde bir başbakan beğenmediği köşe yazarlarını işten çıkarmak için zaten otosansüre meğilli medya patronları üzerinde baskı kurar? İtalya’da Berlusconi bile kendi malı olan medya kuruluşlarında bu kadarını yapmazdı.
Evet, Türkiye ve Çin arasında demokrasi farkı var. Türkiye bütün eksiklerine rağmen bir demokrasi, Çin ise bir tek parti rejimi ve polis devleti. Ama bu yazının başlığındaki model vurgusu demokrasi odaklı olmaktan çok bir siyaset ve ekonomi denklemi üzerine kurulu. Çin modeli deyince biraz ekonomi politik bilen herkesın aklına hep aynı şey gelir: ekonomik kalkınma ve toplumsal destek dengesi. Çin modeli bütün otokratların rüyasıdır. Zira bu model şunu kanıtlar: ekonomi büyürse otokrasi sorun yaratmaz. Tiananmen sonrası Çin’deki ekonomik ve siyasi dinamikler bunu kanıtlıyor. 1989 sonrasında Çin Komünist Partisi ülkede 1970’lerde başlayan ekonomik açılıma hız verdi. Kendi kontrolü altındaki devlet kapitalizmini sistemik hale getirdi. Dış yatırım için bütün kapılar açıldı. İstihdam yaratmak ve ekonomik kalkınma için ne yapmak gerekiyorsa yapıldı ve ihracat üzerine kurulu bir kalkınma modeli yaratıldı. Sonuç ortada. Çin Komünist Partisi, yani tek parti rejimi, neredeyse yirmi yıldır süren ortalama yüzde 10’luk büyüme sayesinde “toplumsal destek” değilse bile “kerhen kabûl” görüyor. Zaten tam da bu nedenle Çin’de ekonomik kalkınma demokrasi getirir diyenler yanılıyor. Tam aksine, Çin’de ekonomik kakınma demokrasi değil “otokratik istikrar” getiriyor.
İşte bu Çin modeli, yani ekonomik kalkınma ve otokratik istikrar dengesi artık AKP’nin Yeni Türkiye’si için de geçerli. Halk AKP’ye destek veriyor cünkü ekonomide ciddi bir kriz yaşanmıyor. İyi hizmet alan orta sınıf ve sınıf atlayan dar gelirli kesimlerin gözünde otoriterleşme, yolsuzluklar veya çevre standardları tıpkı Çin’de olduğu gibi ikinci planda. Yani ekonomik başarı, otoriter eğilimi besliyor veya en azından kerhen kabûl görmesini sağlıyor. Gittikçe derinleşen tek adam hâkimiyeti ve otoriter yapı ekonomiden istedikleri payı alan işadamlarının ve bu düzende sınıf atlayan toplumsal kitlenin umurunda değil. Zaten tam da bu nedenle, tıpkı Çin’de olduğu gibi, ekonomideki başarı Türkiye’ye daha fazla demokrasi değil, otokratik istikrar getiriyor. İşte Çin ve Türkiye modelleri burada örtüşüyor. Erdoğan’ın faizleri düşürerek tüketimi ve büyümeyi kamçılamak istemesini ve Merkez Bankası üzerinde artan baskıyı bu gözle okumak gerekiyor.