Bunu da gördüm ya ölsem de gam yemem gayrı, dediğimiz pek çok an vardır hayatımızda. Zaman zaman hatırlayıp içimizi sevinçle doldurduğumuz, o bir anlık huzur ve tamamlanmışlık duygusunu yaşadığımız olaylar, bünyemizde minik yaşam enerjisi üreteçleri gibi çalışır. Benim için onlardan biri Müzeyyen Senar'ı sahnede dinlemiş olmaktı...
Yaşadığımız topraklar bir imparatorluk iken doğan, Cumhuriyet'le büyürken, sanatı, güçlü duruşu ve cesaretiyle Cumhuriyeti de büyüten bu anıt kadın, 1930'lu yıllardan bu yana 80-90 yılda beş kuşağın kulaklarına şarkılardan, türkülerden çok öte bir şeyler söyledi. Cumhuriyet'i kuran adamla, Cumhuriyet değerlerini büyüten bu kadının, Dolmabahçe Sarayı'nda bir zamanlar işgal kuvvetlerinin demirlediği Boğaz'a bakıp dalarak kimi zaman birlikte söyledikleri şarkılar, bir ulusun yeniden varoluş hikâyesinin de fon müziği oldular biraz. Boğaz'ın artık durulmuş sularına baka baka "Köşküm Var Deryaya Karşı"yla, "Cana Rakibi Handan Edersin"le dinlendikleri o günlerde ikisi de sanatlarını icra ediyorlardı bir bakıma. Ama biri en büyük eserini ortaya koymuş olarak ömrünün sonuna yaklaşıyor, diğeri ise her şeye daha yeni başlıyordu.
Çanakkale'den, Sakarya'dan, Dumlupınar'dan geçmiş savaş yorgunu bir askerin iki kadeh rakıyla dinlendiği şarkıları ona hemen yanı başında söylediğinde 15'lerindeydi Müzeyyen Senar. Onu dinleyen yorgun adam ise belki de doğup büyüdüğü ama yeni kurduğu ülkenin dışında kalan toprakları düşünüyordu "Vardar Ovası"na eşlik ederken. Cumhuriyet değerlerinin topluma yerleştirilmesi çabasında Müzeyyen Senar, 1930'ların ilk yıllarında sahnelere çıkmaya başladığında kadınlar da feracelerini araladılar, pencerelerini açtılar, şaşkın ve hevesli genç aşıklar gibi usulca baktılar hayata…
İşte bu yüzden Müzeyyen Senar, şarkılarıyla Cumhuriyet'i büyüten kadındır biraz da. Belki de bu yüzden, bu topraklarda bir anıt gibi yükselişiyle "Benzemez Kimse Sana"yı söylemek en çok ona yakıştı. Kaybettikten sonra kıymet verdiğimiz birçok değerli ismin aksine neyse ki sağlığında değerini bildik. Türk müziğinin abidevi isimleri arasına yaşarken koyduğumuz Müzeyyen Senar'ı sahnede görmek, dinlemek, Harbiye Açıkhava'da herhangi bir konserin çok ötesinde bir geceydi. Son konserlerinden biri olan o programda Türk müziğinin ünlü isimleri, 86 yaşında büyük bir sanatçıya değil de hiç bitmeyen enerjisiyle yerinde duramayan bir kız çocuğu gibi neşeli, heyecan dolu Müzeyyen'e eşlik ettiler. Cumhuriyet'le yaşıt güçlü kökleriyle kendisi kadar büyük isimler yetiştirmiş Senar'ı izlediğimiz o gece, bir çınar gibi gölgesinde toplanan sanatçılarla sanki bir Cumhuriyet balosuna davetliydik. O gece ve her zaman olduğu gibi sahne, onun yüzlerce misafirini ağırladığı evi gibiydi. Şarkılarını da, evinin büyükçe salonunda davetlilerini ağırlayan bir hanımefendinin konuklarına tüm içtenliğiyle sunduğu ikramları gibi söyledi. Mayalardan türkülere oradan sanat müziği eserlerine birbirinden çok farklı müzikal formları aynı evin çocuklarıymışçasına iç içe geçiriveren icrasıyla, birbirine kata kata yoğurdu, mayaladı kulaklarımızı. Şarkıları gibi renklerin de iç içe geçtiği haleli gözlerine baka baka dinledik ondan "Alişimin Kaşları"nı, "Dayler Dayler"i, "Gülşen-i Hüsnüne" yi, "Havada Bulut Yok"u (Yemen Türküsü), "Keklik"i, "Ormancı"yı…
Sesi bir çağrıydı, yeni bir ülkeyi birlikte var etmeye. Sahneye çıktı ve savaştan çıkmış bir ülkenin harap olmuş evlerinin üzerinde hâlâ duran muharebe meydanlarının tozlarını sesiyle, nefesiyle dağıttı. Şarkılar bazen bir orduya zafer dahi kazandırır. Cephede inancını yitiren askerlere moral için söylenen şarkılar gibi O da ülkenin aydınlanma savaşında cepheye şarkı taşıdı. 70. Sanat yılının kutlandığı o konserinde ilerlemiş yaşına rağmen hâlâ ve her zamanki gibi dinçti. Avuçları arasına aldığı elmayı parmaklarıyla ikiye bölerken sahnede, fırtınalı hayatında sapasağlam ayakta kalışını anlatırken gücünü de Cumhuriyet'in 80 yıl önce ona armağan ettiği sahnelerden aldığını söylemek istiyordu belki de… Bu dünyadan Müzeyyen Senar geçti…