19 Mayıs 2024

Bir yer bulsak "Dünyadan Uzak", orası da dünya olmaz mı?

 Teoman'ın "Paramparça"sını Müslüm Gürses'in yorumuyla dinlediğimizde olan neyse burada da o olmuş. "Dünyadan Uzak"ın bu erken cover'ında olduğu gibi, dinleyiciler olarak bizim ayarlarımızla oynayan bu tür girişimlere, sonuç böylesine içeriye çalışır, kalbe dokunur olabiliyorsa her zaman gönüllü varız

Ta uzak yollardan gelmiş yorgun yolcunun biri, geceyi bir handa geçirmek istemiş. Hancı demiş ki, "Gel hoş geldin. Bakma hancı olduğuma, aslında ben de senin gibi bir yolcuyum." Dünya hanında herkes yolcu. Zeki Müren'in "Hey Gidi Koca Dünya" şarkısı, "Dünya handır han içinde, insanoğlu gam içinde" diyordu. Fakat hayata tatlı bir serzeniş kıvamındaydı bu şarkı, o zamanlar ne kadar da şikâyet etsek dünyadan, her şeye rağmen yaşar giderdik yine de. "Dertli ağlar, dertsiz ağlar, dünya içinde"ydi. Ağlasak da gülsek de içindeydik, başka alternatif aramayı hiç düşünmezdik. "Hey Gidi Koca Dünya"dan elli küsur yıl sonra artık o dünya hanı, yorgunluğumuzu alamayan, uzaklaşma, başka bir yer bulma çabasına giriştiğimiz bir barınak olup çıktı. Başka bir yer bulmayı dillendirir olduk, "Dünyadan Uzak" diye şarkı yaptık. Fakat diyelim ki başardık, insanlık olarak bir yer bulduk dünyadan uzak, o gittiğimiz yer de dünya olmayacak mı bize? Neyse mevzuyu derinleştirmeyelim.

Sakiler

Pinhâni'nin "Dünyadan Uzak"ı, Sakiler tarafından yeniden yorumlanışında başka bir lezzet kazanmış. Sevdiğimiz, tanıdık bir acıya bulanmış, biraz dert keder eklenmiş ve arabeskin o isyan ile kabullenişinin arasında bir yere getirip bırakılmış. Şarkının çıktığı ilk formdaki o evcilleştirilmiş itiraz ve başka bir yer bulma isteği, Sakiler yorumunda daha güçlü, daha içten bir yürek yankısı şeklinde dillendirilir olmuş. Sakilerin yorumu, arabeskin acıyla kabullenişine daha yakın, "bir yer bulalım ama zor be kardeşim" dercesine içten, gerçekçi…

Teoman'ın "Paramparça"sını Müslüm Gürses'in yorumuyla dinlediğimizde olan neyse burada da o olmuş. "Dünyadan Uzak"ın bu erken cover'ı, iki hâli işaret ediyor: Birincisi; şarkının genç yaşında "cover"lanmasıyla kült eserler arasına girdiğini. İkincisi; müzik eserlerinin çıkış yaptıkları orijinal formlarındaki altyapılarının ilânihaye değişmez olmadıklarını.

Sakiler'in düzenlemesinde, çıkışı pop-rock bir eserin maharetli ellerde insanı daha bir yakalayıp harap eden alaturka bir şarkıya dönüşmesine tanık oluyoruz. Sokak jargonuyla söyleyecek olursak, dinleyiciler olarak bizim ayarlarımızla oynayan bu tür girişimlere, sonuç böylesine içeriye çalışır, kalbe dokunur olabiliyorsa her zaman gönüllü varız.

Pinhâni yorumu, daha kentli, beyaz yakalı bir zümrenin varoluş sancıları için söylendiği izlenimini verirken Sakiler şarkıyı alıp kentin çeperlerine doğru yayılabilir hale getirmiş. O yaylıların, klarnetin eserin kimyasını değiştiren sesleri, hafifçe uzatılan nağmeler, insanı dünyadan başka bir yer olduğuna, olması gerektiğine ikna etmede gayet başarılı.

Bir zamanlar Mustafa Yolaşan'ın TRT ekranlarındaki şarkı anonsları gibi girecek olursak, güftesi ve bestesi Sinan Kaynakçı'ya ait bu muazzam eserin, hem Pinhâni hem de Sakiler düzenlemesi asla iki rakip değil, yıllar sonra yolları kesişmiş iki eski dost gibi. Biri makine mühendisi olmuş, diğeri mahallesinde tamirhane açmış. Usulleri farklı olsa da esasları aynı iki kıymetli emeğin farklı mecralarda kendini var ediş çabasının okullarda okutulacak, müfredata alınacak iki farklı sonucu. Biri diğerinden üstün değil, yolları da ayrı belki ama sonunda vardıkları yer bir: Varoluş mahallesi.

Şarkının Sakiler düzenlemesinde Hasan Gözetlik'in inceden bir "Müslüm Baba" tınısı taşıyan vokali de, bu arabesk altyapının üzerine tam oturmuş. Yaşasın rock-arabesk kardeşliği. Hatta yaylılar biraz daha öne çıkarılıp vurgulanır, vurmalılara iyice vurulur, o nağmeli geçişler biraz daha durulup uzatılabilir miydi? Şöyle "Genç ömrümü çürüttüm göğsüme vura vura" janrında bir avazın bugünün modern müzik imkânlarıyla daha stilize edilmiş hâli türünden bir düzenlemeyle dinlesek? Daha yoğun bir kaybediş hissiyle, daha tumturaklı bir kedere batırılıp batırılıp çıkarılsa da öyle söylense nasıl olurdu acaba? Ah dünya, ah şu dertli dolap; "Dünyadan Uzak" diye yer arayıp yine ona döneriz. Şarkılar da olmasa nasıl dönüp duracağız bu dolabın içinde?


Bir şarkıdır Cumhuriyet…

BKM'nin yapımcılığı ve Yağız Alp Akaydın'ın yönetmenliğinde, 1930'lu yıllar Türkiye'sini ve genç bir Cumhuriyet'in sanatla yaşadığı dönüşümü anlatan "Bir Cumhuriyet Şarkısı" filminin çekimleri tamamlandı. Salih Bademci, Ertan Saban, Ahmet R. Şungar, Birce Akalay, Melis Sezen, Şifanur Gül, Mehmet Özgür, Emre KarayelBensu Soral ve Okan Yalabık'ın rol aldığı film, bir şarkının daha doğrusu genç Türkiye Cumhuriyeti'nin ilk operasının nasıl hayat bulduğunu anlatıyor. Henüz savaştan çıkmış, yokluklar ve yoksunluklar içinde hüzünlü bir şarkıya dönüşmüş bir ülkede, bir avuç idealist insanın sadece 27 günde bestelediği bir operanın hikâyesine arka fonda genç Türkiye'nin sanatla yaptığı devrim eşlik ediyor. Cumhuriyet'in kuruluşunun 101. yıldönümünde, Ekim 2024'te vizyona girecek "Bir Cumhuriyet Şarkısı"nı merakla bekliyoruz.

Ömer Sercan kimdir?

Ömer Sercan 1974'te Bursa'da doğdu. İlk ve orta öğrenimini Eskişehir ve Bursa'da tamamlayarak İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi'nden mezun oldu.

Öğrencilik yıllarında İstanbul Üniversitesi Fotoğrafçılık Kulübü'nde başlayan uğraşını zamanla bir mesleğe dönüştürerek ulusal gazete, dergi ve TV kanallarında muhabir/editör olarak çalıştı.

Türkiye'nin önemli medya kuruluşlarında muhabirlik/editörlük, farklı içerikteki TV yayın ve yapımların program danışmanlığı, metin yazarlığı ve yayın editörlüğünü üstlendi. Çok sayıda tanıtım/ belgesel/reklam filmlerinin senaryo/metinlerini yazdı.

Türkiye'yi şarkılardan dinlemeye ve yazmaya devam ediyor.

Yazarın Diğer Yazıları

Hepimiz Esmeray'ın askerleriyiz…

Kuzey Afrika kökenli bir babadan aldığı teninin koyu rengiyle, ışıl ışıl parlayan kocaman gözlerinden yayılan aydınlığın oluşturduğu o kontrastı sevdik biz. Kısık, tozlu, teni gibi hafif yanık o sesinden bir anda tüm Türkiye'ye yayılan pazarlıksız icrayı, o samimiyeti sevdik. Unutmadık Esmeray'ı…

"Niyazi Köfteler", birleşsin köfteciler…

Karaca, "Niyazi Köfteler"i yazdığından bu yana 32 sene geçti. Hükümet ne kelime, rejim bile değişti. Ama köfte, Türkiye kültürü, müziği ve siyasi hayatındaki belirleyici rolünü hâlâ sürdürüyor

Yolumuza çıkardı bir zamanlar şarkılar…

Benim için iyi şarkıların en büyük ölçütlerinden biri, otomobillerin açık camlarından etrafa saçılıp saçılmıyor oluşları. Hele araç uzaklaştıkça şarkının o giderek düşen volümüyle elinden kaçmakta olanı yakalama, tutmaya çalışma hissi. Mert Demir'in "Ateşe Düştüm"üyle de sokakta karşılaştım