18 Nisan 2021

"At artık imzanı, git bir an önce"

'Ayrılığın ardından, üstelik terk edilen ben olmuş olsam bile yine de istemem kötülüğünü'. Bu topraklarda bir zamanlar böyle aşıklar vardı

Ajda Pekkan dinlemek, bulutlara bakmak gibidir, yıllar da geçse aynıdır, hiç değişmezler… Dünyayı ufuk çizgisi hizasından görmeye alışık gözlerimizi bir an yukarı, bulutlara doğru çevirdiğimizde zamanın da değiştiğini fark edeceğiz. Fakat bulutlar, geriye götürür bizi zamanda. Böylesi daha emniyetli bir yolculuktur; tatlı anılarla dolu çocukluğun, gençliğin, büyükannelerimizin köyde salça yapıp erişte kestiği o organik yılların umarsız boşluklarına düşe düşe, anıların pamuksu sarmalayışında yuvarlanır dururuz. Düne, geçmişte kalana, hatıralarımızın ülkesine gitmektir bulutlara bakmak. Ne getireceği belli olmayan tekinsiz yarınlardansa, tecrübe ettiğimiz, acısıyla tatlısıyla yaşadığımız o eski güzel günlere dönmek daha akıllıcadır. En acı anılarımız bile buruk bir kabullenişle canlanır bulutların içinde ve çoğu kez de ayrılıklar, biten aşklar dolaşır bulutlarda. Terk edilmiş aşıklar gezinir. Bir zamanlar göğe yükselen o feryatlar kaybolmaz bu alemde, bulut olur ve artık birer iyi dilek kümesi gibi uçuşurlar gökyüzünde.

Geride kalan aşığın, bırakıp giden için hep iyilik güzellik dilediği dileklerin, şarkı olup bulutlara yükseldiği ve böylece artık zamansızlaştığı bir gökyüzümüz var. Bu topraklarda sevenler böyle ayrılır; "İnim inim inlesem, acı çeksem de olur, benim için fark etmez, sen mutlu ol ne olur". Terk edilenin, her ne kadar canı yansa da, bırakıp gidene bir türlü kızamayışı, kıyamayışıdır bu.

Sözleri ve bestesi Tahir Dökme'ye ait "Sen Mutlu Ol Ne Olur", ilk kez 1981 yılında sanatçının kendi albümünde "Benim İçin Fark Etmez" adıyla yayınlanır. Ama onu asıl zamansızlaştıracak olan dokunuş Ajda Pekkan'dan gelecektir. Çıkışından bu yana geçen 40 yılda, yeni düzenlemeler, farklı yorumlarla söylenen, Türk sanat ve halk müziği sazlarıyla da çalınıp onlarca farklı albüme giren "Sen Mutlu Ol Ne Olur", ayrılığı istemese de artık elinden bir şey gelmeyeceğini anlayan çaresiz milyonların içli yakarışı olarak yükselmiştir ülkemizin göğüne.

Karşılıklı olarak alındığı izlenimi verse de bir tarafın daha yoğun isteğiyle gerçekleşen ayrılma kararını alanlar arasından, yüreği daha çok yananın ve aslında ona sorsan ayrılmayı da istemeyen tarafın feryadıdır bu yükselen. Geride eli kolu bağlanmış kalan, terk edilen taraf söyler bunu. İçinde hep bir kararından vazgeçer mi ümidiyle söyler. Ama kısa bir süre sonra gerçeğin sert tokatlarıyla çaresizce kabullenir, idrak eder durumu ve dünyaya dönüp döker hislerini: "Bir an olsun gülmesem, hep ağlasam da olur, benim için fark etmez, sen mutlu ol ne olur"

Böylesi bir diğerkâmlık müzik tarihinde görülmüş şey değildir. Kendi acısı o kadar büyüktür ki partnerinin de aynı şiddetli yıkımı yaşadığı zannıyla korkar. Ayrıldığı sevdiceğinin başına bir hal gelsin istemez yurdumuzun terk edilen sevgilileri. 'Ayrılığın ardından, üstelik terk edilen ben olmuş olsam bile yine de istemem kötülüğünü'. Bu topraklarda bir zamanlar böyle aşıklar vardı.

Terk edenin kötülüğünü istemeyen şarkılarımız çoktur; "Bir tek dileğim var, mutlu ol yeter" (İbrahim Tatlıses), "Mutlu ol, iyi bak kendine" (Levent Yüksel), "Mutluluklar benden sana, beraber olmasak da" (Ümit Besen). Hatta nikâh masasına kadar gelir bizde eski sevgili; "Nikâh masasına oturdun işte, Dayanmak çok zormuş böyle sevince, Sana mutluluklar sözüm kardeşçe, At artık imzanı git bir an önce." Davetliler arasında kamufle olmuş bir çift nemli göz, usul usul izlemektedir yaşananları. Takı töreni başlamadan da bir gölge gibi sıvışıp en yakın meyhanenin yolunu tutar. Bulut gibi olur orada, içinden geçeni herkes görür. Terk edilenlerin kendi acılarından geçip, gidene bir ömür mutluluklar dileyen bu dervişane hallerinin sebebini Attila İlhan buldu galiba ve yangına körükle gider gibi bir dizeyle de açıkladı: "Çünkü ayrılık da sevdaya dâhil, çünkü ayrılanlar hala sevgili" Şarkısı da yapıldı, Zuhal Olcay söyledi.

Bulutlar, anıları ve şarkıları yedeklediğimiz, sakladığımız harici belleğidirler ülkemizin. Eski günleri özlüyorsanız gökyüzüne bakın…


Ömer Sercan, 1974'te Bursa'da doğdu. İlk ve orta öğrenimini Eskişehir ve Bursa'da tamamladı. İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi'nden mezun oldu. Öğrencilik yıllarında İstanbul Üniversitesi Fotoğrafçılık Kulübü'nde başlayan uğraşını zamanla bir mesleğe dönüştürerek ulusal gazete, dergi ve TV kanallarında muhabir/editör olarak çalıştı. Türkiye'nin önemli medya kuruluşlarında muhabirlik/editörlük, farklı içerikteki TV yayın ve yapımların program danışmanlığı, metin yazarlığı ve yayın editörlüğünü üstlendi. Çok sayıda tanıtım/belgesel/reklam filmlerinin senaryo/metinlerini yazdı. Türkiye'yi şarkılardan dinlemeye ve yazmaya devam ediyor.

Yazarın Diğer Yazıları

Az kuru pilav yanında “Nenni de Feridem”

“Gidiyorum işte gör, Hayalde gör düşte gör, Gıymatımı bilmedin, Bir kötüye düş de gör, Nenni de Feridem nenni” Mesela Ürgüp yöresine ait bu muhteşem türkü, tam esnaf lokantalarında dinlenesidir. Ağır aksak ritmiyle, içindeki kaşık şıkırdatmalarıyla, mekândaki çatal kaşık seslerinin içine bir güzel karışır, dinlenmez de sanki adeta yenilir yutulur. Hatta ‘dadından yinmez’

İyi miyiz değil miyiz?

Bugün Türkiye pop müziğinin güncel örnekleri üzerinden bir dinleme yapınca, Demirel’e atfedilen bir vecize aklıma geldi. Efendim kendisine sormuşlar, “Bana Türkiye’nin durumunu bir kelimeyle anlatın derseniz, iyi derim. İki kelimeyle anlatın derseniz, iyi değildir derim” demiş

"Aman Avni, bunlar ne güzel şeyler"

Onun "Bir kadeh şarap gibi içilmiş şarkılar"ıyla gönlümüzü eğlendirebilme, hayatta kendimizi eyleme, oyalayabilme becerisini kazandık; "Bu Akşam Bütün Meyhânelerini Dolaştım İstanbul'un" ve "Kader Kime Şikâyet Edeyim Seni" ile öğrendik yaşamayı. Ruhumuzun boşluklarını onun nağmeleriyle bir güzel sıvadık, kapattık

"
"