İsrail-Filistin ihtilafında Filistinliler açısından uzun süredir bir sıkışmışlık yaşanıyordu.
İsrail'de yerleşimcilerin, ultra Ortodoks Yahudilerin ve Siyonistlerin hakim olduğu aşırı sağcı hükümet, “karşılıklı tanınmış sınırlar içinde, yan yana yaşayan İsrail ve Filistin” temelindeki iki devletli çözümü adeta çöpe attı.
İsrail, Arap Barış Planı'nda öngörüldüğünün aksine, işgal altındaki topraklardan çekilmeden, Filistinlilere haklarını vermeden Arap ülkeleriyle normalleşmeye geçti.
Ultra Ortodoks ve aşırı milliyetçi Yahudiler, İsrail güvenlik güçlerinin koruması altında Haremi Şerif’te ve Doğu Kudüs’te sadece Filistinlilerin değil, Arap ve Müslüman dünyasının tepkisini çeken uygulamalarını artırdılar.
Filistinlilerin, bir noktada, bu yaşananlara tepki göstermesi bekleniyordu. Ama intihar saldırıları, kitlesel protestolar gibi bilinen metotlar yerine, 1973 Ekim savaşının yıldönümünde, Gazze’den çıkan yüzlerce silahlı milis, İsrail topraklarına girdi.
İsrail'in 2005 yılında tamamen çekildiği Gazze, 2006 yılından bu yana Hamas’ın kontrolünde. 41 km uzunluğunda ve 5 ila 12 km eni olan ve dünyanın en büyük açık hava hapishanesi olarak tanımlanan bu bölge, yıllardır, İsrail’in askeri harekatlarında büyük kayıplar verdi.
Hamas ve İslami Cihad militanları önce İsrail ile Gazze Şeridi arasında, kuzey sınırdaki ana giriş kapısı olan Eres’i ele geçirdiler, Gazze’yi çevreleyen tel örgülerde delikler açtılar, teller boyunca nöbet bekleyen tankları imha ettiler, karakolları ve askeri gözlem noktalarını bastılar, İsrailli askerleri öldürdüler veya esir ettiler.
Birçok İsrailli asker ve sivil, İsrail’in bombalamalarında ve olası bir kara harekatında kalkan olarak kullanılmak üzere, Gazze’ye götürüldü.
İsrail güvenlik teşkilatının böylesine büyük çaplı bir operasyonun hazırlıklarını yakalayamamış olması, uyuması, ayrıca sürekli alarm halinde ve tetikte bulunduğu varsayılan bir ordunun bu kadar hazırlıksız olması ve gafil avlanması herkesi çok şaşırttı.
Bunun neden böyle olduğu hakkında İsrail yetkilileri araştırma, soruşturma yapacaktır ama İsrail'deki mevcut siyasi ortamın ve toplumdaki bölünmenin, başlarına gelende mutlaka etkisi olmuştur.
Ortodoks Yahudiler ve ultra milliyetçi Siyonistlerin katılımıyla Netanyahu İsrail’deki en sağcı hükümeti kurdu. Maliye, Ulusal Güvenlik, İçişleri ve İskan Bakanlıkları aşırı sağcı ve yerleşimci destekçisi partilere verildi.
Devlet yönetimindeki aşırı sağcılar, devletin başka yerlerde kullanması gereken, uhdelerindeki imkanları ve kaynakları dînî/ideolojik önceliklerine göre kullandılar.
Aşırı özgüven patlaması yaşayan Yahudi yerleşimcilerin ve destekçilerinin fanatizmleri ve nobranlıkları sadece Filistinlilerde değil, Yahudilerde de tepki yarattı. İsrail halkının yarısından fazlası, hem aşırı sağcıların uygulamalarına, hem Netanyahu'nun dizginleri bunlara vermesine tepkili.
Başı yasalarla dertte olan ve reform kisvesi altında yargı sistemini kendi çıkarlarına göre dizayn etmeye çalışan Netanyahu'ya karşı muhalifleri, aylardır her hafta sonu protesto gösterileri düzenliyorlardı.
Gazze’den başlatılan harekatın ne yöne evrileceğinde Hamas dışındaki Filistinlilerin ve Arap ülkelerinin tavrı önemli.
Filistin'de El Fetih ve Hamas arasında yıllardır süren ihtilaf malum. Abbas, El Fetih dahil, Filistinlilerin geneli arasında tepki çeken bir figür oldu. Teslimiyetçi olarak görülüyor. Devlet Başkanı olarak Gazze'deki Filistinlileri zaten temsil etmiyor, Batı Şeria’dakileri bile ne oranda temsil ettiği tartışmalı.
Hamas’ın bu operasyon öncesi Abbas’a bilgi vermiş olması, veya ortak harekat planlaması yapılmış olması söz konusu değil. Abbas da herhalde, harekatı bizler gibi televizyon haberlerinden öğrenmiştir.
Mahmud Abbas, Hamas’ın harekatına destek verir anlamına gelebilecek bir açıklamada bulundu ama gerçekten öyle mi yoksa zevahiri kurtarmak için yapılan bir açıklama mıydı? Hamas’ın harekatından hoşnut olması çok muhtemel değildir.
Batı Şeria’da, son birkaç yıldır, yeni nesil Filistinli direnişçiler ve silahlı gruplar ortaya çıktı. Jenin şehrinde “Jenin Tugayları”, Nablus'ta “Aslanlar Yuvası” isimleri altında örgütlenen Filistinli gençler hem El Fetih’e, hem Hamas’a tepkili.
9.5 milyon nüfuslu İsrail’in yüzde 20 civarını İsrailli Araplar, yani Filistinliler oluşturmakta. Bu topluluk uzun yıllar Filistinlilerin mücadelesinin dışında kaldı ama 2021’de ilk kez yoğun ve şiddete başvuran bir tarzda sokaklara indiler.
Devlet Başkanı Abbas’a ve El Fetih’e bağlı güçlerin, yeni nesil Filistinli direnişçilerin ve İsrail vatandaşı Arapların sokağa inip çatışmaya katılmaları halinde İsrail çok zor durumda kalacaktır.
Bazı bölgelerden bu yönde münferit haberler geliyor ama toplu bir kalkışma ve aktif silahlı destek henüz yok. Olup olmayacağı da şüpheli.
Hamas’ın İsrail’i bu derece kötü duruma düşürmüş olması, değindiğim tüm Filistinli grupların gururlarını okşamış ve onları mutlu etmiş olabilir, ama birçoğunun nazarında Hamas ve İslami Cihad, yaşam tarzı ve ideolojik farklılıklar nedeniyle, neredeyse İsrail kadar gayri makbuldür.
Arap ülkelerinin yaklaşımı da önemli taşıyor. Bundan 20-30 yıl önce olsa, en azından bazı Arap ülkelerinin cepheye katılması beklenebilirdi ama şimdi böyle bir şey pek söz konusu değil.
Muhtelif Arap ülkelerinde düzenlenen Filistinlilere destek gösterilerinin de bu durumu değiştirmesi beklenmemeli.
Gazze çıkışlı olaydaki baş aktör olan Hamas, başta Körfez ülkeleri olmak üzere birçok Arap ülkesinin varoluşsal tehdit olarak nitelediği bir akımın, yani siyasal İslamcıların kampından. Hamas, Müslüman Kardeşlerin Filistin kolu olarak da biliniyor.
Operasyonda İran’ın bir rolü olduğuna herkes kesin gözüyle bakıyor. İran operasyonu destekleyen bir açıklama yaptı. Askeri hazırlıklarda katkısı olduğu da kuşkusuzdur.
Başta Körfez ülkeleri, Mısır ve Ürdün olmak üzere, Arap ülkelerinin çoğunun İran’ın desteğiyle hareket eden siyasal İslamcı gruplara sempatiyle bakmasını beklemek gerçekçi olmaz. Aksi varit olabilir.
Arap ülkelerince yapılan resmi açıklamalarda Gazze çıkışlı Filistinli grupların gerçekleştirdiği harekata açık destek ifade edilmemesi, itidal ve olayların daha da tırmandırılmaması çağrılarıyla yetinilmesi bu nazardan değerlendirilebilir.
Netanyahu İsrail’in savaşta olduğunu açıkladı. İsrail ordusu şimdi devrede ve uçaklar Gazze’yi yoğun şekilde bombalıyor. Daha şimdiden yüzlerce Filistinli hayatını kaybetti ve can kaybının yüksek olması bekleniyor.
Normal şartlarda Hamas’ın İsrail’de toprak ele geçirip elinde tutabilmesi beklenmiyor. İsrail ordusunun bir süre içinde durumu kontrol altına alacağı tahmin ediliyor.
Ama tabii her şey normale dönmeyecek, eskisi gibi olmayacak. Belki Yahudiler ile Araplar arasında toplumlararası çatışmalara, şehir gerillası savaşlarına şahit olacağız.
Hizbullah’ın kuzeyde cephe açması ve Hamas’a aktif, askeri destek vermesi ise, paradigmayı değiştirip bölgesel bir savaşa yol açabilecek nitelik taşıyabilir.
Böyle bir savaşa hangi ülkelerin dahil olacağı, hangi bölge ülkesinin hangi tarafta yer alacağı veya tarafsız kalacağı sürprizli olabilecektir.
Türkiye’de iktidarın son 1-2 yıldır dış politikada öne çıkarmaya gayret ettiği “ılımlı ve yapıcı” havayı veya imajı, bu krize de yansıttığı görülmekte. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın beyanları ve Dışişleri Bakanlığı’nın açıklaması, dengeli ve serinkanlıydı.
İsrail’in Gazze’ye saldırılarında sivil ölümlerin artmasına Türkiye’nin göstereceği tepki ve Hamas’ın liderlik kadrosundan isimlerin Türkiye'de bulunmasına İsrail’in tavrı, önümüzdeki günlerde farklı bir tablo ortaya çıkarabilir.
İsrail topraklarına giren Filistinli militanlar, yılların ezilmişliğinin kiniyle hareket ediyorlar. Uluslararası basın yayın organlarında ve sosyal medyada çok fena görüntüler var. Militanların girdiği İsrail yerleşimlerinde evler basılıyor, içinde yolcu bulunan araçlar taranıyor, cesetler yerlerde sürükleniyor.
Bu görüntüleri insanın içi almıyor. Aynen, İsrail’in Filistinlileri öldürme görüntülerini, ultra Ortodoks Yahudi yerleşimcilerin yaptıklarını içimizin almadığı gibi.
Filistinlilere yıllardır reva görülen muameleler ve işgale karşı direniş hakkı, Hamas ve İslami Cihad militanlarının Yahudi sivillere, esirlere, ölülere yönelik davranışlarını, aşırılıklarını meşru kılmaz ve mazur çıkarmaz. Filistin davasına da zarar verir.
Gazze’den başlayan operasyon, muhtemelen, Yahudilerin İkinci Dünya Savaşı'nda maruz kaldıkları Holokost’tan sonraki en büyük travmayı oluşturmuştur.
Sonuç ne şekilde tezahür ederse etsin, bu travma İsrail halkına yapışıp kalacaktır.
Gazze’den başlayan fırtınanın ne şekilde ve ne zaman duracağını, sonuçlarının ne olacağını kestirmek güç.
İsrail Başbakanı Netanyahu, Hamas’ın yok edileceğini söyledi. Filistinli gruplar da İsrail’i yok edeceklerini ifade ediyorlar. Yıllar gösterdi ki, burada kimsenin kimseyi dünya yüzünden silebilmesi mümkün değil.
İsrail-Filistin ihtilafında yok etme temelinde değil, ancak, yan yana var olma temelinde bir çözüm bulunabilir.
Ömer Önhon kimdir?
Ömer Önhon 1960'ta doğdu. Türkiye'nin son Şam büyükelçisi.
Kingston Üniversitesi'nden mezun olduktan sonra Kasım 1985'te Dışişleri Bakanlığı'na girdi.
Yurtdışında sırasıyla Riyad Büyükelçiliği, AGİT Daimi Temsilciliği, NATO Daimi Temsilciliği ve Şam Büyükelçiliği'ndeki görevlerinden sonra, New York'ta başkonsolosluk ve Madrid'de büyükelçilik yaptı.
Nisan 2021'de Dışişleri Bakanlığı'ndan emekli oldu. Merkez teşkilattaki son görevleri Orta Doğu ve Asya'dan Sorumlu Müsteşar Yardımcılığı ve Uluslararası Güvenlik İlişkilerinden Sorumlu Genel Müdürlüktü.
2021'de Remzi Kitabevi'nden çıkan 'Büyükelçi'nin Gözünden Suriye' kitabının yazarıdır.
|