-Ayol sen bu levrek meselesini niye bu kadar uzattın? Kabak tadı vermedi mi?
Diyenler olabilir, üstelik Atina’da gezip tozmak varken niye mi bu konuya takıldım?
Söyleyeyim… Bu yazılar nedeniyle art arda Ankara’dan gelen telefonlar yüzünden… Dün de, meslektaşım Olay Tan aradı:
-Yazıları okuyunca Ergin Konuksever’e haksızlık edildiğini düşündüm. O sırada Günaydın’da çalışıyorduk. Yalova’da İhsan Sabri Çağlayangil’in davetindeki tüm resimler ona aittir, zaten paylaştığınız gazete kupüründe onun imzası açıkça görülüyor, esasen Günaydın gazetesinde resimsiz haber, yok hükmünde sayılırdı, yani hiçbir şey ifade etmezdi. Sonuçta Çağlayangil’i zor durumda bırakan Ekose Etekli Levrek haberini yaratan gazeteci aslında Konuksever’dir… Ölümünden kısa bir süre önce onunla bir söyleşi yapmıştık, orada da emek verdiği haberin sonraları farklı isimlere mal edilmesinden dolayı kırgınlığını ifade etmişti, şimdi yeri geldiği için bunu hatırlatmayı ben de vicdani borç kabul ettim.
Bizim meslekte “fikri takip” denen konu önemlidir, meslek büyüklerim Hasan Cemal ve Altan Öymen’in görüşlerine önceki yazımda yer vermiştim, bunun üzerine Altan Bey ile yeniden konuştum, şöyle dedi:
-Ekose Etekli Levrek meselesi, o günlerin ortamını anlatan çok enteresan bir olaydı, siz yazınızda detayları dile getirmişsiniz zaten, Ergin Konuksever o zamanlar foto muhabiriydi, sanırım Hasan Cemal’le birlikte gitmişlerdi Yalova’ya. Tabii büyük sansasyon yaratan haberlerdeki imza önemlidir ama -Hasan o günlerde mahkumiyeti olduğu için imzasını koyamadı- diye biliyorum. Necati Zincirkıran’ı bulabilirsem ona da sorar sizi ararım.
Can Pulak’tan Çağlayangil’e hodri meydan
Ergin Konuksever artık hayatta olmadığı için şimdi ben de vicdani yük altında kalmıştım, o yıllarda Günaydın gazetesini yöneten Zincirkıran’a ulaşmayı ben de denedim ama başaramadım, birden aklıma geldi, “Gazetenin Ankara Temsilcisi o zamanlar Can Pulak değil miydi?” Hemen telefona sarılıp onu aradım:
-Can Bey, ekose etekli levrek olayını hatırlıyor musunuz?
Hatırlamaz olur muyum? Ergin Konuksever’indi o haber, büyük olay yaratmış, hatta seçim sloganına bile dönüşmüştü. Halkın tepkisine yol açan o haberin kupürleri Bursa’da, Adalet Partisi ve Çağlayangil’in muhalifleri tarafından bütün evlere kapılarının altından atılıyordu, Çağlayangil neredeyse seçimi bu yüzden kaybedecekti. Başbakanlık merdivenlerinde de Günaydın’da çıkan bu haber yüzünden adeta kavga ettik, bana çok kızmıştı.
-Neden?
Çünkü ertesi yıl da Yalova’da davet veriyordu ve ben kendisine başbakanlık merdiveninde rastlayınca, şöyle söylemiştim:
"-Yalova’ya ben de bu sene gelip, davete katılacağım…
-Ama ben sizi davet etmedim ki, davetsiz misafir olur mu?
-Olur, ben gazeteciyim, davetsiz de olsam, her yere girerim…"
Nitekim İstanbul’a gittim, rahmetli Abdi İpekçi ile buluşup Büyükada’ya geçtik, o gece adada katılmamız gereken bir kutlama vardı. Ertesi gün ben vapurla Yalova’ya hareket ettim, rıhtıma yanaştığımız sırada baktım gençlerden bir kalabalık var, sordum:
"-Ne oluyor?
-Can Pulak’ı bekliyoruz
-Ne yapacaksınız Can Pulak’ı?
-Çağlayangil’in evine götüreceğiz
-İşte o benim, karşınızda Can Pulak"
Gençlerle birlikte o gün, on-on beş arabadan oluşan bir konvoyla biz Çağlayangil’in evinin önüne klakson çala çala geldik, arabadan indim, kapıyı büyükelçi Ömer Akbel açtı, ardından Çağlayangil geldi, 'Ooo Can Bey, hoş geldiniz, şeref verdiniz' dedi bana ama hemen ekledi, 'Yalnız fotoğraf makinesiyle giremezsiniz...' Ben de, 'O benim silahım, onsuz hiçbir yere gitmem' dedim, gerginlik oldu, çıktım dışarı, biraz sonra baktım, yandaki evlerin birinin çatısından Necmi Onur bana sesleniyor, o sırada Hürriyet gazetesindeydi, ben de evin çatısına çıktım bir baktım ki, Çağlayangil’in bahçesi kabak gibi görünüyor, çektik fotoğrafları, biraz sonra kapı çalındı. Çağlayangil, Büyükelçi Akbil’i bana göndermiş, 'Çağır Can’ı da sulh olalım' diye…
İşte böyle… Hiç unutmam, gazetedeki bir resimde o mükellef sofranın arkasında, uzaktan yemeklere bakan çocuklar var, 'Misafirler butları, çocuklar kemikleri kemirdi' diye altyazı yazılmıştı altında…
İşte böyle dostlar, Çağlayangil’in sofrasında diplomatların yediği levreğin derdi tam yarım asır sonra bizi böyle gerdi, bilmem artık bundan böyle ıstakoz nelere yol açar…
NURSUN EREL YAZDI