Alevilerin merkezileştirme politikalarının hedefi olması yeni değil. Aleviliğin ne olduğunun tarif edilmeye çalışılması, kıyımlar, asimilasyon Alevilerin tarih boyunca ve hâlen iktidarlar tarafından maruz kaldıkları politikalardan. Evet, Osmanlı'da teba iken cumhuriyetle yurttaş olarak kabul edildiler, ancak, bu durum inançlarını özgürce yaşayabilmelerini beraberinde getirmedi. AKP döneminde bir farklılık var. Bir yandan, Aleviler ilk defa siyasi bir aktör olarak kabul edilip, devletle bir araya gelmeye başladılar. Bu Alevilerin değindikleri bir nokta. Ancak diğer yandan, Aleviliğin Sünni-İslam anlayışı ile nasıl ilişkilendirilebileceği de son dönemin deyim yerindeyse "siyasi telaşı." Bu da Alevilerin farkında oldukları ve eleştirdikleri bir nokta.
Alevilik çoğulluk içinde yaşanıyor. Aleviler arasında Aleviliği İslam ile ilişkilendiren bir kesim olduğu gibi, bu ilişkiyi benimsemeyenler ve meseleye bu ilişkinin ötesinde yaklaşanlar da var. Bu farklı yaklaşımlara rağmen inancın ruhani boyutunun İslam öncesi döneme uzandığı ortaklaşılan konulardan. Aleviliğin İslamla ilişkisine doğrudan referans veren Alevilerin yaklaşımı da Sünni-İslam'dan haylice farklı. Ayrıca, Alevilerin hemen hemen hepsi inancın 'İslam'ın içi mi, dışı mı' şeklinde tartışılmasından da oldukça rahatsız.
Bu rahatsızlık Sünni-Türk eksenli düşünmeye veya bir anlamda "hiza almaya" alışmışlar için kolay bir formül değil. Zira, tek tip düşünmeye alışık zihinlerin ezberini zorlarcasına Aleviler bu coğrafyada zamanında yaşamış inançların varlığını da anımsatıyorlar. Üstelik içlerinde etnik çoğulluğu da barındırarak. Bu yüzden, hükümetçe "Sünniliğin ne olduğunun" konuşulmadığı şu dönemde Aleviliğin ne olduğu üzerine yoğunlaşmak oldukça siyasi.
AKP döneminde Aleviliğin ne olduğu hükümet tarafından ara ara referanslarla tartışıldı. Özellikle 2009-2010 arasındaki Alevi çalıştayları Alevilerin devlet tarafından ilk kez özne olarak muhatap alındıkları bir adım olarak kabul edilse de, çalıştayların ele alınış biçimi ve Diyanet temsilcilerinin toplantılardaki aktif varlığı Alevilerin eleştirdikleri noktalardan.
Çalıştayların yanı sıra, AKP döneminde geliştirilen bir diğer öneri dedelere maaş. Ocak dedelerinin maaş almaması konusunda hemen hemen tüm Aleviler hemfikir. Cemevi dedelerinin, zakirlerin ve Hak'ka yürüyen cana hizmet verenlerin maaş alması konusunda ise farklı yaklaşımlar var.
Cem Vakfı çevresi, cemevlerindeki dede, zakir ve Hak'ka yürüyen cana hizmet verenlerin maaş almasına olumlu yaklaşırken diğer demokratik kurumlar etrafında örgütlenen Aleviler ve dedeler meseleye eleştirel bakıyor. Bugün ocak sisteminin zayıfladığı düşünüldüğünde, maaş uygulamasına geçilirse bu konuda dedelerin nasıl bir tutum izleyecekleri ise şu an için belirsiz.
'Biz Ali'yi nasıl istiyorsak öyle kabul ederiz'
Birkaç sene önce Hacıbektaş'ta Postnişin Veliyettin Ulusoy'u ziyaret ettiğimde, müzeye dönüştürülen Hacı Bektaş Veli Türbesi'ne, AKP döneminde rahlenin üzerindeki Kur-an'ı Kerim'i okuyan manken konmasından duyduğu rahatsızlığı belirtmiş, "Ağrıma gitti" demişti. Bu ifade karşısında ben de sözsüz kalmıştım. Postnişin Ulusoy, hükümetin cemevlerine yaklaşımını ve dedelerle ilgili politikalarını eleştirirken, Ali'nin Aleviler için ne anlama geldiğini de açıklıyor:
"Bizim ibadethanemiz var. Adı ne olursa olsun, cami değil. Bu kesin! Ancak, sürekli bizi belirlemeye çalışıyor. Bir olay anlatacağım. Nerede olduğu önemli değil. Ceme müftü ve belediye başkanı geliyor. Cem birlendikten sonra kalkarken çok hoşlarına gidiyor ve 'Ne güzel', 'Beğendik' gibi laflar ediliyor. Çıkarken müftü, 'Öbür sefere ben de bir hafız göndereyim, onlar da ilahiler okusun' diyor. Şuna bak! Oradan da birisi, 'Tamam, çok iyi olur. Biz de öbür haftaya sazımızı, bacımızı alıp camiye geliriz' diyor. E hadi bakalım! Bu yakışıyor mu? Gel, otur, dinle, ama ne isek öyle kabul et bizi. Farklı elbise giydirme bize. Bizim kurallarımız öyle sert değildir, köşeli değildir. Sünnilikte olduğu gibi, olmazsa olmaz değildir. Bizde daha serbesttir, daha özgürcedir. Katı kurallar hiç yoktur. Ayrıca, bize bir sürü tuzaklar kuruluyor, bunu da istemiyoruz. Dedelerimizi bıraksınlar artık. Maaş vereceğiz deyince pek çoğu koşuyor. Çok kötü bir şey bu, bizim sonumuz olur. Yurt dışına devlet kanalıyla gri pasaportla dedeler gönderiliyor, gri pasaportla. Artık devletin elini çekmesi lazım bizden, bırakın biz kendi inancımızı kendimiz yaparız. Dedelerimizi de gerekirse kendimiz yetiştiririz, ama devlet elini çeksin. Bunun dışında son iki senedir Muharrem Ayı’nda Alevilere ait o kadar çok şey televizyon ve politikacıların konusu oldu ki: Nedir Ehl-i Beyt, nedir Ali, nedir Seyit, nedir Kerbelâ? Bizim inancımıza karışmasınlar. Yani, sen Ali’siz Alevilik istiyorsun, ben Ali’li, bu bizi ilgilendiren bir şey. Karşılıklı saygı içinde yaşamalıyız. İnançlar kendine özeldir. Bizi tehdit etmek için, bizim açığımızı yakalamak için koskoca adamların, bakanların, Cumhurbaşkanı’nın ya da bakanlık düzeyindeki adamların böyle konuşması bizi çok yaralıyor. Biz Ali’yi nasıl istiyorsak; Ali’yi Allah olarak da kabul ederiz. Ne ise o bize ait. Benim inancımı sorgulama hakları da yok."
AKP ve Aleviler
Yazar Gülfer Akkaya, Alevilere yönelik saldırının inanç kadar Alevi toplumunu da hedef aldığını vurguluyor:
“Cumhuriyet'te Alevilere yönelik en büyük saldırılarından biri AKP döneminde yapılıyor. Aleviler, Alevi İslamı diye bir yaklaşımla yeniden adlandırılıyor. AKP bunu kurumlara giderek Alevi erkekleriyle yapıyor. AKP Alevilere, Alevileri yok etmek için gidiyor. Alevilik sadece bir inanç değil. Toplumsal bir yanı vardır. Kadınlarla ilişkisi içerisinde bambaşka bir hayatı temsil etme gayesi var. Bütün bunlar yok sayılarak siyasal bir Alevilik yaratılmaya çalışılıyor. Aleviler sadece kılıçla ya da Madımak gibi yakılarak yok edilmiyor, aynı zamanda asimile edilerek, değiştirilerek yok edilmeye çalışılıyor. 'Alevilik İslam'ın içinde mi dışında mı' hiçbir zaman bugünkü kadar gündem olmuş bir tartışma değildi. Alevi toplumunun içinde bütün bunlara karşı çıkan büyük bir çoğunluk var. Ancak devletle arasında yeterli mesafeyi koyamayan ve cesaretle duramayan maalesef önde gelen erkeklerimiz, dedeler, kimi Alevi kurumları da var."
Piyasa Aleviliği!
Eski Pir Sultan Abdal Kültür Dernekleri başkanlarından ve eski Alevi Bektaşi Federasyonu Genel Sekreteri Kemal Bülbül AKP döneminde inançlara yaklaşımda şekilciliğine dikkat çekiyor:
“Eskiden Anadolu Kaplanları tabir edilen tüccar kesim dükkânını kilitler, cuma namazına gider gelir, bunu İslam telakki ederdi. Şimdi de AKP resmi daireden tutun da Başbakan'ın, bakanların cuma namazına gitmesine İslam diyor. Alevi mahallesinin ortasına bir cemevi yapacaklar. Orada basit birtakım ritüeller olacak. Adına Alevilik diyecekler. Dedelere maaş verecekler. Dolayısıyla piyasa Aleviliği olacak. Bu hak ve hakikat Aleviliği olmaz.”
'40 bin Kızılbaş kestim'
diyen Bitlisî'ye devlet selamı
Aleviliğin "İslam'ın özü" olduğu yönündeki açıklamalarıyla da gündeme gelen Cem Vakfı Başkanı İzzettin Doğan her görüşmemizde hükümetlerin Alevilerle rahat ilişki kuramadığını, zira Sünni oyları riske atmaktan endişe ettiklerini vurgular. Kendisi bu kez de AKP döneminde tarihi referanslarla Alevi-Sünni ayrımının keskinleştirdiğine değiniyor:
“İdris-i Bitlisî kitabında diyor ki, '40 bin Kızılbaş'ın kellesini elimle kestim.' Alevilerde kin tutmak yoktur. Onun için de belki zamanın şartları öyle getirmiş, o zat da öyle bir şey söylemiş diye geçersiniz. Ama bugün Başbakan, 'Alevilerle ilgili yeni güzel şeyler getireceğiz' derken bir etkinlikte ‘Selam olsun İdris-i Bitlisî'ye’ diyerek İdris-i Bitlisî’nin ruhuna selamlar yolluyor. Bir başka yerde açık açık Ebussuud’dan bahsetti. Ebusuud kendi fetvalarıyla Anadolu’da Alevi-Sünni ayrımını önemli ölçüde derinleştiren zattır. Genelde bu isimleri ön tarafa koymak suretiyle Alevi-Sünni ayrımının keskinleşmesini sağlamaya çalışıyor.”
'Katliamla suçlanan isme
davet Alevileri aşağılamaktır'
Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi'nden Prof. Bedriye Poyraz ve eski Pir Sultan Abdal Dernekleri Başkanı ve Türkiye Alevi Bektaşi Federasyonu Kurucu Genel Sekreteri Kazım Genç ise AKP döneminde Alevilere yönelik hakaretlere değinenlerden. Her ikisi de çalıştaylara Maraş katliamının sorumlularından olduğu iddia edilen Ökkeş Şendiller'in davet edilmesini eleştiriyorlar. Bedriye Poyraz anlatıyor:
"İktidarları döneminde en ufak bir uzlaşı ya da Alevilerin taleplerini karşılamaya yönelik iyi niyetli bir girişimden söz etmek imkânsızdır. Mesela birinci Alevi açılımına Maraş katliamının en önemli sorumlusu ve organizatörlerinden olan Ökkeş Şendiller’in çağrılması bunun en iyi ifadesidir. Bu sadece Alevileri tekrar aşağılamak ve hatta katletmek anlamına gelir. Bütün seçim kampanyalarının Kılıçdaroğlunun Aleviliği üzerine kurulması, üçüncü köprünün adı, Gezi'de ölenlerin hepsinin Alevi olması, kesinlikle tesadüf değildir."
Kazım Genç de, AKP döneminin Aleviliğe bakışını şu şekilde özetliyor:
“Aleviliği hep aşağılıyorlar. ‘Alevilik Ali’yi sevmekse ben daha çok seviyorum’ diye bir yaklaşım olabilir mi? Bunlar tamamen nefret söylemi. Alevi çalıştaylarında 7. toplantıya Ökkeş Şendiller’i davet ettiler. Biz 'Alevilerin sorununu Alevilerin cellatlarıyla mı çözeceksiniz' diye açıklama yaptık. Alevi çalıştayları döneminde İzzettin Doğan dahil tüm Aleviler beş temel konu üzerinde anlaştılar. Bunlardan yapılan tek şey Madımak’ın bir bölümünün müze yapılması oldu.”
'AKP, Aleviliği İslam öncesi
öğretisiyle kabul etmiyor'
Pir Sultan Abdal Dernekleri Başkanı Müslüm Doğan'ın vurgusu ise AKP'nin Alevileri ilk defa özne olarak kabul ettiği, ancak Aleviliği İslam öncesi öğretisiyle olduğu gibi kabul etmediği yönünde:
“Alevi çalıştayları, devletin işin öznesini muhatap alması açısından önemsenecek düzeydeydi. Alevi dernek temsilcileri ilk defa devletle bir masaya oturdular. Ama, orada 'siz İslam içerisindesiniz' gibi bir dayatmacı anlayış sergilendi. Devletle ilişki doğal. Doğal olmayan husus Alevileri teolojik olarak zorunlu bir eksene hapsetmek. Aleviliğin İslam öncesine dayanan, uzun tarihi süreçten geçen ruhi anlam şekillenmesi öğretisini ve inancı bir tarafa bırakıp 'sorunlarınızı dinlemeye geldik' denemez."
'Madımak'ta katledilenlerle katliamda
sorumluluğu olanlar yan yana kondu'
Alevi Bektaşi Federasyonu Genel Başkanı avukat Fevzi Gümüş Alevi açılımı döneminin tek bir gelişmesi olduğuna değiniyor:
"13 yıllık AKP iktidar döneminde Alevilerin sorunlarının çözüldüğü konusunda bir ilerleme görmüyoruz. 2007-2008 yıllarında başlatılan çalıştaylar ve açılım sonuç itibariyle AKP tarafından kamuoyunda tartışıldı. 'Bu bir kazanımdır. Ötesini bizden beklemeyin’ şeklinde kapatıldı. Bizim için olumlu sayılabilecek tek gelişme Madımak Oteli’nin kamulaştırılmasıydı. Sonraki süreçte müzeye dönüştürülsün, dedik. Müze yerine kültür merkezi yapıldı. Oraya katledilenlerle katliamda rolü olanların resimleri yan yana konuldu. Dolayısıyla o süreç Aleviler açısından çözüm anlamına gelmedi."
Çamuroğlu: Bizi aldattılar, aşağıladılar
Eski AKP milletvekili Reha Çamuroğlu'na göre, Aleviler ve AKP arasındaki kopuş geri dönülemez bir noktada:
“Alevilerle AK Parti arasındaki kopuş artık kategoriktir. Laikçi olmayan bir yazar ve siyasetçiyim. 'Karanlığa kalkan' 411 parmaktan biri de benimdi. (Şubat 2008'de AKP ve MHP'li 411 milletvekilinin desteğiyle başörtüsü yasağını kaldıran Anayasa değişikliği üzerine Hürriyet'in attığı '411 el kaosa kalktı' başlığını kastediyor / T24).
Bundan da hiç rahatsız değilim, ama bizim Müslüman kardeşler, AK Partililer bizi aldattılar, aşağıladılar, alay ettiler. Bundan sonra Müslüman kardeşlerin hiçbir politikasına güvenim kalmamıştır. Onlarla da iş yapılmayacağına inanmıyorum. Her şeyden önce 2007'den bu yana köprünün altından çok sular aktı. Ben Sayın Başbakan ve Cumhurbaşkanı'nın Alevi açılımından bahsetmesini tarihi bir şaka olarak değerlendiriyorum.”