16 yaşında bir genç Pire Limanı'ndan bir gemiye bindi. Gemi hareket ettikten yaklaşık bir hafta sonra bu kaçak yolcu mürettebat tarafından fark edilmişti ama çoktan iş işten geçmişti. Dolayısıyla mürettebat da idari yöneticilere haber vermeden, bu genci aralarına almaya karar verdiler. Doğruyu söylemek gerekirse biraz yardıma muhtaçtı. Çünkü ne parası ne yiyeceği ne de doğru düzgün giyeceği vardı. Bir ay sonra, gemi rotasını tamamladı ve kıyıya yanaştı. Genç adam artık evinden çok uzaklarda, Avustralya'nın Fremantle Limanı'ndaydı.
O limanda tek başına dururken sadece bir yeteneğe ve bir isme sahipti:
Futbolcu… Ulysses Kokkinos…
Göç
Altmışlı yılların başında, İstanbul sokaklarında çocuklar top tepiyordu. Bir çift göz de onları izliyordu. Çocuklardan biri diğerlerinden farklıydı. Belli ki kabiliyetli bir veletti. Bu velet, elbette Ulysses Kokkinos'un küçüklüğüydü. Onu izleyen bir çift gözün sahibi ise efsanenin ta kendisi: Lefter Küçükandonyadis'ti…
Lefter, pek beğendiği bu çocuğu Beyoğluspor'da futbol oynaması için yüreklendirmişti. Ancak ortada bu işe bir mâni vardı: Ulysses'in babası. Kereste tüccarı olan babanın hali vakti yerindeydi. İyi bir eğitim almış, ardından dişinden tırnağından artırıp iyi bir işletme kurmuştu. Tabii ki, oğlunun da iyi bir eğitim almasını istemesi gayet doğaldı. Hem futbol da neydi ki, hergelelikten başka bir şey değil! Ulysses'in davası anne tarafından desteklense de baba tarafından koyulan şerh nedeniyle görüşmeler tıkanmıştı. Tam da burada, oyuna Lefter girecekti. Ulysses'in babasıyla konuşup onu ikna edecek ve konu çözülecekti.
Ulysses, Lefter'in sayesinde babasından icazet alıp gönül rahatlığıyla Beyoğluspor'da top koşturmaya başladı. Sabahtan akşama, yedi gün, yirmi dört saat; gölgede ve güneşte futbol… Ne yazık ki, hayatta her güzel şey ani bir ters rüzgarla alabora olabiliyordu. Bu hikâyede de böyle oldu. Her şey tıkırında giderken bir gece de mevzu değişiverecekti. O dönem Kıbrıs'ta yaşanan olaylar nedeniyle siyasi ortam oldukça gergindi. Kuşkusuz, bu durum hayata da etki ediyordu. Bilhassa İstanbul'daki Ulysses ve ailesinin hayatına… 1964 yılında, Yunan pasaportu taşıyan 12 bin Rum sınır dışı edildi. "1964 Rum Tehciri" olarak da bilinen bu hadisede; Ulysses ve ailesi apar topar bütün mallarını, birikimlerini ve hatıralarını bırakıp Pire yakınlarındaki Korydallos'a göçtüler.
"Bir iki ay içinde babamın saçlarının beyazladığına şahit oldum."
Ulysses, futbol tutkusunu gittiği yerde de yanından ayırmadı. Yakınlardaki bir kulübe, Proodeftiki takımına katıldı. Futbol falan iyi güzel de bu yeni geldiği yerde hayat pek de iyi değil gibiydi. Türkiye'den "Yunan" oldukları için kovulurken Yunanistan'da ise "Türk tohumu" diye aşağılanıyorlardı.
Yunanistan'a sonradan göçen Rumlar arasında o dönemlerde başka kıtalara göçmek revaçtaydı. Malum, büyük bir kısmı Yunanistan'da hayal ettiklerini bulamamışlardı. O nedenle toplanılan her mecrada ABD'ye, Kanada'ya ve Avustralya'ya kapağı atmanın muhabbetleri dönüyordu. Gençler de bu hayallerden etkileniyordu haliyle.
Ulysses de bu gençlerin arasındaydı. Bir hayalin çekiciliğine kapılıp henüz 16 yaşındayken parasız pulsuz bir vaziyette bir gemiye atlayıverdi. Bir ay sonra ise Avustralya'daydı.
İyi eğlenceler
"Tanrının yarattığı ilk şey yolculuktur."
Yunan yönetmen Thedoros Angelopoulos'un 1995 tarihli "Ulis'in Bakışı" isimli filminde yer alan bu replik Ulysses'in hayatında da karşılık buluyor. Zira, önce Yunanistan'a sonra Avustralya'ya uzanan serüveni, futbolculuk kariyerinde de pek durağan seyretmiyor.
Ulysses, Fremantle Limanı'nda indikten sonra gemi mürettebatı ve diğer yolculardan aldığı harçlıklar ve bir tren biletiyle soluğu Melbourne'de aldı. Zaten yolculuğa başlarken de nihai hedefi Yunan kökenli nüfusun yüksek olduğunu Melbourne'e ulaşmaktı. Hedefine ulaşmıştı ama ne gidecek bir tanıdığı vardı ne de kalacak bir yeri. Bir süre sonra harçlığı da bitmişti ve sokaklarda aç biilaç gezmeye başlamıştı.
"Bir melek geldi ve beni kurtardı ister inanın ister inanmayın."
Ulysses'in sözünü ettiği melek, o bölgedeki bir rahibin kızı olan Soula'ydı. Ulysses'in haline acıyan Soula; ona yemek, giyecek ve bir oda verdi. Bir süre sonra ise Ulysses kendini South Melbourne Hellas takımının antrenmanında buldu. İsminden de anlaşılacağı üzere bölgedeki Yunan topluluğunun desteklediği bir takımdı bu. Bir yıl sonra Ulysses yavaş yavaş adından söz ettirmeye başlamıştı. Ancak takımın başındaki Kostas Nestoridis'le arası biraz limoniydi. Nestoridis, Ulysses'ten saçlarını kestirmesini istemişti. Ama Ulysses'in buna hiç niyeti yoktu. Her zaman saçlarını uzatmak istemişti ancak babası izin vermiyordu. Şimdi artık özgürdü ve istediğini yapabilirdi. Ama yapamadı. Bir sonraki maça da uzun saçla gelince Nestoridis onu ilk on bire almadı. Golsüz biten ilk yarıdan sonra soyunma odasına gidildiğinde Nestoridis'in yanında bir berber vardı.
"İkinci yarıya çıkarken Ulysses, kırkılmış bir koyun gibiydi. Sonra iki gol attı ve Hellas kazandı."
Arkadaşı Kitsakis'in anlattığı bu anı Ulysses'in karakterini özetliyordu. O kendi başına buyruk bir rock yıldızı gibiydi. Maçın sonunda taraftarlar sahaya akın etmiş, kalabalığın içindeki kızlar birbirlerini ezerek bu rock yıldızını kucaklamaya çalışıyorlardı. Ulyses de kadınlara ve gece hayatına da bir hayli düşkündü. Bu "hızlı" hayat nedeniyle ileride başı pek çok kez belaya girecekti.
Ulysses, birkaç yıl sonra Panathinaikos'tan bir teklif aldı ve Yunanistan'a döndü. O yaz ABD turuna giden Panathinaikos'ta İnter Milan'a karşı oynanan maçta forma giymişti.
"İtalyan efsane Giacinto Facchetti'den üç kez kafa topu aldım. Kendimi yenilmez hissetmiştim."
Maçtaki iyi performansının ardından maçı izleyen kadınların ilgisini çeken Ulysses, parti davetlerine hayır dememiş ve bir takım arkadaşıyla beraber kamptan sıvışıp alemlere akmıştı. Sabah 5.30'da döndüklerinde ise antrenör onları bekliyordu.
"Günaydın yakışıklılar, umarım güzelce eğlenmişsinizdir. Hiç üstünüzü değiştirmeye zahmet etmeyin çünkü Yunanistan'a dönüyorsunuz."
Görüldüğü üzere, Ulysses, saha dışı yönleriyle ün yapmaya başlamıştı. Bu durum elbette takımında hiç hoş karşılanmıyordu. Bu olaydan sonra South Melbourne'e geri döndü. Yarım sezon sonra tekrar Panathinaikos'a geldiğinde takımın başında efsane isim Ferenc Puskas vardı. Ancak Puskas onu sol bekte kullanmak isteyince ipler hemen gerildi. Ulysses, başkan ve Puskas'a, sol bek oynatılmaya devam edilmesi halinde Avustralya'ya geri döneceğini söyledi. Bu durum başta kaptan Domazos olmak üzere diğer takım arkadaşlarının da ona cephe almasına neden oldu. Kaleci Konstantinou'da onlardan biriydi:
"Nerede olduğunun farkında mısın seni aptal Türk? Sen hiçlikten geliyorsun ve her Yunan çocuğun rüyasını yaşıyorsun."
Ulysses'in Yunanistan ve Avustralya arasındaki döngüsü yıllar boyu devam etti. 1974'ten sonra ise futbol hayatına Avustralya'da devam etti. Büyük başarılar elde ettiğini söylemek mümkün değil belki ama çok büyük bir yetenek olduğunu kabul etmek gerekiyor. Uçarı yapısı saha içinde ışıltılı bir kariyere sahip olmasına imkân vermedi. Zaten o da saha dışındaki ışıltıdan vazgeçmedi. Ama her kararın bir sonucu vardır. Ulysses, hesapsızca yaşadığı hayat nedeniyle futbolu bıraktıktan sonra maddi sorunlar yaşamaya başladı. Adı bir şantaj skandalına karıştı ve altı ay hapis yattı. Daha sonra yolu tekrar cezaevine düşecekti. Bu kez uyuşturucu sebebiyle.
Ulysses, hatalarının bedelini ödedi ve şimdi Melbourne'de ailesiyle beraber sakin bir hayat yaşıyor. Küçük yaşta başlayan kaçışı hayatı boyunca sayısız yolculuğa vesile oldu. Ancak evi olarak gördüğü Avustralya'da her zaman hayranlıkla anıldı. Tıpkı aktif futbolculuk döneminde bir dergide bahsedildiği gibi:
"Ulysses Kokkinos ne zaman gol atsa bir sansasyon yaratıyor. Taraftarlar sahaya girip onu omuzlarına alıyorlar. Daha önce Victoria Bölgesi'nde hiç görülmemiş bir şey bu. O bizim George Best'imiz."
Ulysses Kokkinos… O, Türkiye'de Yunan, Yunanistan'da Türk. Yeşil sahaların rock yıldızı, bitmeyen gecelerin serseri futbolcusu. O, Avustralya'nın George Best'i…