12 Ekim 2019… Viyana sokaklarında bir vaveyla… Seyirciler, gazeteciler, kameralar, sponsor markalar, sosyal medya fenomenleri… Vaziyet pek şenlikli…
Upuzun bir yol, bir adama tahsis edilmiş. Biraz sonra; ayağında son teknoloji ayakkabıları, etrafında rüzgarını kesecek tavşan atletler ve hızlarını ölçebilecekleri lazer ışıklarla beraber "o adam" beliriyor: Eliud Kipchoge. Daha önce yapılamayanın peşine düşmüş, koşturuyor. Hedefi maraton mesafesini iki saatten daha az bir sürede tamamlamak.
Son kilometreye girildiğinde yanındaki atletleri elinin tersiyle itekliyor Eliud. Artık sahne tamamen onun. Tek başına son metrelere hücum ederken kalabalığa işaret parmağını doğrultuyor ve gülümsüyor. İmkansızı başarmanın sevincinden ve gururundan olsa gerek.
Ancak mevzu imkansızı başarmak ise zamanında bunu gerçekleştiren başka birinden de bahsetmeden olmaz. Branşı biraz farklı olsa da;
"Kimse kusura bakmasın."
Eliud Kipchoge'den önce Sir Roger Bannister vardı.
Mil dediğin nedir ki?
Şimdi doğruya doğru, hiç kimseye durup dururken "Sir" unvanı vermezler. En nihayetinde, ömrünün kırk yılını nörolog olarak geçirmiş ve yaptığı çalışmalarla tıp dünyasına önemli katkılar vermiş birinden bahsediyoruz. Ancak Bannister, "Sir"lüğünü başka bir yeteneğine, pistlerdeki süratine borçlu.
1946 yılında Oxford Üniversitesi'nde eğitim gördüğü sırada atletizme gönül veren Bannister, gözüne bir millik yarışları kestirmişti. O dönemlerde; meşhur mil koşucusu, Britanyalı Sydney Wooderson'ın gösterdiği ilham verici performansların da bu tercihte etkisi büyüktü. Bannister'ın yarışmaya başladığı ilk yıllarda çok iyi dereceler aldığını söylemek çok da mümkün değildi. Zira, çok arzu ettiği 1948 Londra Olimpiyatları kadrosuna da alınmamıştı. Ancak bu durum onu başarılı olmak için biraz daha kamçıladı.
Olimpiyat sonrası dönemde, ulusal çapta müsabakalarda iyi sonuçlar almaya başlamıştı Bannister. Katıldığı yarışlarda üst sıralarda yer alıyor, hatta çoğu zaman birinci geliyordu. Performansını gün geçtikçe artırıyordu ve bundan pek de memnundu. Ancak aklında hep aynı hedef vardı: Olimpiyatlar. Hatta enerjisini olimpiyatlara saklayabilmek için bir süre müsabakalara dahi katılmamıştı. Fakat, 1952 Helsinki Olimpiyatları onun için güzel hatıralarla bezenmeyecekti. 1500 metre yarışını ancak dördüncü olarak bitirebilmişti.
Bu görece başarısızlık, onun için oldukça moral bozucuydu ve kariyerini sona erdirmeyi ciddi anlamda düşünmeye başladı. Ta ki, kendine başka bir hedef belirleyeceği güne kadar…
Dört dakikanın altı (?)
Bannister, bu kez hedefi bambaşka bir yere koymuştu. Bir millik mesafeyi dört dakikanın altında kat eden ilk sporcu olabilmek için çalışmaya başlayacaktı. Ancak bu beyhude bir uğraş gibi görünüyordu. Çünkü o dönemde doktorların insan vücudunun bir mili dört dakikanın altında koşamayacağına dair oldukça net açıklamaları vardı. Ancak Bannister aklına koymuştu bir kere, asilikse asilik:
Kronometreyle dans edecekti…
6 Mayıs 1954 günü, muhtemelen bir yerlerde taze çıkan Bill Haley & His Comets'in "Rock around the clock" şarkısı çalınıyordu. Belki, "asi gençler" kendilerini şarkının ritmine kaptırıp seri hareketlerle kendilerinden geçiyorlardı. Fakat şurası bir gerçek ki, başka bir genç tam da o gün Oxford Üniversitesi'nin atletizm pistinde 3000 seyircinin karşısında büyük bir meydan okumanın kucağındaydı.
Hava biraz rüzgarlıydı. Bu haliyle, Bannister'ın performansını olumsuz yönde etkileyebilirdi. Bannister da bu şartlarda denemek istemediğini yetkililere iki kez bildirmişti. Fakat kısa bir süre sonra rüzgâr bir anda kesiliverdi ve Bannister pistte belirdi. Hızını belirleyecek olan iki atletin de eşlik etmesiyle imkansızın peşinde koşturmaya başladı.
Bannister yarışın başında kendini gayet iyi hissediyordu ve ilk turun ortalarına doğru önündeki atlete biraz daha hızlı koşması için seslenmişti. Ancak "hayır" cevabını aldı. Doğru hızda koşuyorlardı ve enerjilerini uygun şekilde kullanmaları gerekiyordu. Turun sonunda yaptıkları derece gayet iyiydi. Aynı disiplinle koşmaya devam ettiler. Son turda seyircilerden heyecan dolu sesler yükselmeye başlamıştı. Galiba başarıyordu Bannister. Finişi gördüğünde daha da hızlandı, vücudunda nasıl bir acı hissederse hissetsin, tüm gücüyle koşuyordu artık. Finişe ulaştıktan sonra, bekleyenlerin kollarına yığıldı. Şimdi herkesin kulağı yapılacak anonstaydı:
"Bayanlar baylar, işte dokuzuncu yarışın sonuçları, bir mil yarışı: birinci, 41 numaralı, R. G. Bannister, Amatör Atletizm Birliği ve eski Exeter ve Merton Kolejleri - Oxford mezunu… Rekor süreyle ki bu; İngilizler, Britanyalılar, tüm katılımcılar, Avrupa, Britanya İmparatorluğu ve Dünya rekoru… Süre, 3 dakika 59,4 saniye…"
Kalabalık çılgın bir sevinç içindeydi. Sir Roger Bannister, bir mili dört dakikanın altında koşan ilk atlet olmuştu. Bir duvar aşılmıştı artık. Diğer atletler de bu mesafeyi deneyecek, hatta sadece 46 gün sonra Bannister'ın rekoru kırılacaktı. Ancak ilk olmanın ayrıcalığını kimse onun elinden alamazdı.
"Her kim efor sarf ederken acı çekmeye başladığında kendini daha da zorluyorsa o kişi zafere ulaşır."
Sir Roger Bannister, insan vücudunun sınırlarını esneten, "yapılamaz" diyenlerin karşısında zafer kazanan ilk isimlerden biri. Öyle ki onun yansımalarını bugün Kipchoge'de ve nicelerinde görüyoruz. Bannister, bugün belki hayatta olmayabilir ama zamana karşı salınışı akıllardan hiç çıkmayacak…