Kara Cuma (Black Friday), ABD'de Şükran Günü’nden (28 Kasım) sonra gelen ilk cuma gününe verilen ad. Bu gün 1952’den bu yana Noel alışveriş sezonunun başlangıcı kabul ediliyor.
Bu günde perakende mağazaları çok erken saatte açılıyor, geç kapanıyor ve yüksek indirimli satışlar yapılıyor. Alışverişten dolayı oluşan yoğun trafik ve zorluklar nedeniyle güne bu adın verildiği düşünülüyor. Nitekim son yıllarda mağazalarda bu günde aşırı kalabalıktan dolayı kaza oranı artış gösteriyor. (1)
Türkiye’de “Muhteşem Cuma” aldatmacası
Kara Cuma indirimleri, “Muhteşem Cuma”, “Şahane Cuma”, “Efsane Kasım” gibi farklı isimlerle son yıllarda Türkiye'deki mağazalarda da gündeme getiriliyor. Cep telefonlarından, bilgisayara, gıda ve yeme-içmeden mefruşata, konfeksiyondan tekstile ve elektroniğe kadar hemen her üründe indirimli satışlar yapılıyor. O gün indirimli satışlardan faydalanmak isteyenler erken saatlerde mağazalara yöneliyorlar. Ayrıca, “Hepsi Burada”, “Trendyol” gibi internet/e-ticaret alışveriş sitelerini de kullanıyorlar.
Diğer yandan, TESK Genel Başkanı Bendevi Palandöken, bu durumun aslında ‘Efsane Kasım' değil, efsane bir pazarlama taktiği” olduğunun, fiyatların indirim zamanı şişirilip şişirilmediğine bakılması, ilgili meslek odalarının izni olmadan yapılan indirimlere itibar edilmemesi gerektiğinin altını çiziyor:
“Böylesine yüksek kậr marjları gerçekçi değil. Yüzde 80-100 gibi indirim oranları sürdürülebilir bir kazanç modeli olamaz. Bu nedenle bu kampanyaların Bakanlık tarafından denetlenmesi gerekiyor. Aynı şekilde, güvenilir olmayan sitelerden alışveriş yapılmasının sakıncalarına da dikkat edilmeli. 3D güvenlik doğrulaması olmayan yerlerden alışveriş yapan vatandaşlar mağduriyetlerini sıkça dile getiriyor. İnsanlar, dokunup görmedikleri ürünleri cazip fiyatlarla sipariş ederken sonunda hayal kırıklığı yaşayabiliyorlar. Fiyatlardaki anormalliklerin oturması, istikrar sağlanması ve vatandaşların bütçelerine uygun alışveriş yapmaları için bu tür aldatıcı kampanyaların önüne geçilmesi şart. İnsan sağlığına zarar veren veya kalitesiz ürünlerin satışını engellemek tüketicinin korunması adına önemli bir adım olacaktır.” (2)
TESK Başkanının, büyük firmalar karşısında haksız rekabete uğrayarak zarar eden bu yüzden de işlerine son veren küçük esnafın sözcüsü olarak, bunları söylemesi son derece normal. Ancak Türkiye ekonomisinin özellikle de son yıllarda özel tüketim harcamalarıyla büyüdüğü de bir gerçek. Bu harcamalara konu olan ürünlerin önemli bir kısmının da ithalat yoluyla sağlandığı, yatırım malları ve ara malları ithalatının azalırken tüketim malları ithalatının artmaya devam ettiği de bir gerçek.
Tüketime dayalı ekonomik büyüme modeline devam
Nitekim, IMF tarafından hazırlanan bir rapora göre de Türkiye ekonomisi son iki yılda net bir biçimde özel tüketim harcamalarındaki artışla büyüdü. Sektörel olaraksa ekonominin esasta hizmetler sektöründeki genişlemeyle büyüdüğü aşağıdaki grafikten görülebiliyor. Bu iki büyüme dinamiği birbiriyle uyumlu zira özel tüketim harcamaları hizmetler sektörünün temel sürükleyicisi konumunda.
Diğer taraftan, özellikle de lüks tüketim harcamalarından kaynaklanan bu özel tüketim artışı sürdürülebilir olmadığı gibi, enflasyonun düşürülmesinin de önünde engel oluşturuyor. (3)
Bu yılın üçüncü çeyreğine ilişkin ekonomik büyüme verileri ise bir yandan bu çeyrekte GSYH’nin bir önceki çeyreğe göre yüzde 0,2 azaldığını, ikinci çeyrekte de benzer bir küçülme yaşandığından bunun ülke ekonomisinin teknik olarak resesyona girdiğini gösterirken, diğer yandan da yıllık olarak sağlanan yüzde 2,1’lik büyümenin sürükleyicilerinin inşaat-emlak, finans ve sigorta sektörleri olduğunu, sanayi sektörünün ise yüzde 2,2 küçüldüğünü (4) ortaya koyuyor.
Tüketimi kimler yapıyor, enflasyonun bedelini kimler ödüyor?
Bu noktada yanıtlanması gereken soru, halkın yoksulluğu ve borçluluğu dikkate alınarak “bu tüketimi hangi sınıfların yapmakta” olduğudur. Bunun için bölüşüm verilerine bakmak yeterli.
TÜİK verilerine göre, Türkiye’de en zengin yüzde 20 milli gelirin yüzde 49,8’ini alıyor. En zengin yüzde10 en yoksul yüzde 10’dan ortalama 15 kat daha fazla gelir elde ediyor. Gini katsayısı sosyal yardımlar hariç 0,52. En zengin yüzde 10 toplam servetin yüzde 68’ine sahip. Servet Gini katsayısı 0,84 olarak hesaplanıyor. (5)
Gelir ve servet dağılımı adaletsizliğinin her geçen gün daha da artıyor olması, böyle bir talep artışının, dolayısıyla da eğer ülkede bir talep enflasyonundan söz edilecekse bunun asıl sorumlusunun yüksek gelirliler, sermaye sahibi zenginler olduğunu gösteriyor.
Yani eğer gerçekten enflasyonla mücadele edilmek isteniyorsa, maliyetin yüksek enflasyondan fayda sağlayan sermaye kesimine ve zenginlere yüklenmesi gerekiyor ki bu hem etkin hem de adil bir çözüm olacaktır.
Tam tersine iktidar bloku, sermayeyi ve zenginleri vergilendirerek bu talebi kontrol altına almak yerine, milli gelirden aldıkları payın üçte birin altına düştüğü emekçilere kemer sıktırıyor. Böylece toplumun neredeyse yüzde 85’ini oluşturan bu kesimin daha da yoksullaşmasına neden oluyor.
Kapitalist büyüme ve yoksulluk el ele gidiyor
Ancak kapitalizm altında yoksulluğun ekonomik büyümenin diyalektik bir eşlikçisi olduğu unutulmamalı. Yani sorun, bazı ünlü iktisatçıların yaptığı gibi, “iyi ve içermeci” kurumlara sahip olmak yerine, “kötü ve dışlayıcı” kurumlara sahip olmaya ve kötü yönetilmeye indirgenmemeli. Ortada sistemik sorunlar var.
Kısaca, emekçilerin yoksullaşmasının nedeni büyük zenginlerdir, büyük servetlerin sahipleri sermaye sınıfıdır. Özellikle de neo liberal döneminde kapitalist büyüme sermayenin, servetin büyümesidir ve kaçınılmaz olarak yoksulluk üretir.
“Kapitalist büyümeye zorunlu olarak ilkel sermaye birikimi süreci eşlik eder, bu da bir yığın küçük üreticinin mülksüzleştirilmesini ve dolayısıyla yoksullaşmasını gerektirir. Ancak kapitalist sektörde çalışan, doğrudan işçi olarak asimile ettiği kişilerin sayısı yoksullaşanların sadece bir kısmını oluşturur. Sermaye birikimi ilerledikçe “sistemin dışında” kalan ilkel sermaye birikiminin kurbanlarının mutlak sayıları artmaya devam eder ya da mutlak sayıları artmayıp sabit kalırsa veya azalırsa, o zaman yoksulluğun boyutları da artar. Bu olgu, “bir kutuptaki zenginlik birikimine neden aynı anda başka bir kutupta yoksulluğun artmasının eşlik ettiğini” açıklar. Ancak bu olgunun algılanması, birikim sürecinin bütününe dair kapsamlı bir vizyonun yokluğu nedeniyle karartılır.” (6)
Gıdada fiyat artışları tam gaz sürüyor
Türkiye gıda enflasyonu açısından OECD ülkeleri arasında ilk sırada yer alıyor. Üstelik gıda fiyatları her geçen gün artmaya da devam ediyor. Yakın gelecekte bu fiyatların düşmesi de beklenmiyor. Öyle ki TCMB’nin gıda enflasyonu tahmini; 2024 yılı sonu için yüzde 41,8 ve 2025 için yüzde 22,5. Ancak bu tahminlerin de çok iyimser olduğunu, gerçekleşecek rakamların daha yüksek çıkma ihtimalinin oldukça yüksek olduğunu belirtelim.
Nitekim T. Ziraat Odaları Birliği’nin açıkladığı Kasım ayı market fiyatlarına göre; bazı kış ürünlerindeki son bir yıldaki fiyat artışları şöyle: Karnabahar yüzde 255, mandalina yüzde 143, marul yüzde 111 ve pırasa yüzde 86. (7)
Bunların yaz sebzesi değil, içinde bulunduğumuz kış dönemi sebzeleri olduğu unutulmamalı. Yani domates ve salatalıktaki fiyat artışları “mevsimi olmadığı” gerekçesiyle belki mazur görülebilir ancak kış sebzelerindeki fiyat artışları için aynı değerlendirmeyi yapmak doğru olmaz. Burada gıdada fiyatların yüksek kalmasına neden olan yapısal faktörleri de ele almak gerekir.
Gıdanın gramajını azaltma ve kalitesini düşürme
Kaldı ki gıda sektörü patronları sadece fahiş fiyat artışlarıyla kậrlarını artırmıyorlar. Aynı zamanda bu ürünlerin gramajları azaltılıyor ve kaliteleri de düşürülüyor. Üstelik bu aynı anda fiyatlar artırılarak da yapılabiliyor. Dahası, bu durum “merdiven altı” diye tabir edilen yerlerle de sınırlı değil. Büyük marketlerde de görülebiliyor.
Örneğin satın aldığınız ekmeğin, bisküvinin, gofretin, sütün, cipsin, bakliyatın net gramajı düşürülürken, sosis ya da salamın içeriği baş etinden, tırnağa kadar kötü malzeme ile değiştirilebiliyor. Dana kıyması olarak satın aldığınız kıymaya baş eti, sakatat ya da kırmızı bibere kiremit tozu katılabiliyor. Tereyağı artık saf tereyağı değil, patates gibi sebzelerin katılımıyla ucuz ve sağlıksız bir yağa dönüşebiliyor. (8)
Bir yandan kậr güdüsü ve denetimsizlik, diğer yandan giderek yoksullaşan halkın gramaj ve kaliteyi fark etmeden ya da önemsemeden tüketmek zorunda olması böyle davranışların önünü açıyor.
Shrinkflasyon ve skimpflasyon
Kısaca gıda enflasyonuna, yukarıda anlatıldığı bir küçültme (shrinkflasyon) ve kalitesizleştirme (skimpflasyon) enflasyonunu da katmak gerekiyor. Bu durum kuşkusuz gıda piyasasını kontrol eden büyük sermaye şirketlerinin, market zincirlerinin kậrlarını daha da artırıyor. Aksi halde geçen yılın kậr şampiyonunun gıda sektörü olması başka türlü nasıl izah edilebilir?
Sonuç olarak
“Kara Cuma” dünyada şirketlerin satışlarını patlatarak kậrlarını artırdıkları bir kapitalist oyunun adı. Aynı zamanda halk açısından bir aldatmaca zira halk daha öncesinde şişirilmiş fiyatlardan büyük çapta yapılan indirimlere kanarak daha fazla tüketmeye yönlendiriliyor. Diğer yandan bu durum şirketlerin satışlarını ve kậrlarını daha da artırmaya hizmet ediyor.
Ancak Türkiye’de, Şahane Cuma ya da Şahane Kasım adları altında yürütülüyor olsa da, özellikle de gıda sektöründeki büyük üreticiler ve zincir marketler için Kara Cuma gibi uygulamalara pek de ihtiyaç duyulmuyor. Gıda ürünlerine neredeyse her gün yapılan zamlar dikkate alındığında, Türkiye’de gıda sanayinin patronları için her gün Kara Cuma'dır.
Dip notlar:
Mustafa Durmuş kimdir?
Akademisyen, yazar, ekonomi politikçi Prof. Dr. Mustafa Durmuş, 1956 yılı Kelkit'te doğdu. 1977 yılından itibaren Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi'nden mezun oldu.
'Güney Kore'de İhracata Dönük Kalkınma Modeli' üzerine doktora tezi yazdı (1989).
TÜRK-İŞ'e bağlı YOL-İŞ Federasyonu'nda eğitim uzmanı, Ankara İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi'nde asistan, Birleşik Krallık York Üniversitesi'nde misafir araştırmacı, Gazi Üniversitesi İİBF'de öğretim ve özel üst düzey yöneticilik yaptı.
Halen Hacı Bayram Veli Üniversitesi İİBF Maliye öğretim bölümü üyesi ve T24 yazarı. Makalelerini yayımladığı 'Alternatif Akademi' adlı bir tükenme ve Kapitalizmin Krizi (2009), Kriz Darbe Savaş Kıskacında Türkiye Ekonomisi (2018), Büyük Değişim-Popülist Otoriterlik (2019) adlı kitapları var.
Yaşamın Temel Ekonomisi (2021), Dünya Ekonomisini Anlamak I (2021) ve Siyasi Ekoloji (2022) editörlü kitapların da yazarları arasında.
|